113- TÖVBE | TEVBE (Kitap
Sırası-9)
Not.1 Kur’an’daki
tüm surelerin (bölüm) başında “Besmele”
yani rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla anlamındaki ifade yazılıdır; ancak bu
surede (Tevbe/Berat suresi) Kur’an’ın
Allah’ı tarafından inanmayanlara savaş ültimatomu verildiği için, “barış işareti olan besmele ile savaş bir
arada olmaz” denmiş ve tanrı (anılmasından çok memnun olduğu halde) burada
besmeleden bile vazgeçmiştir yorumu, İslami
kesimce en güçlü olan yorumdur. Burada, savaş hali olduğundan artık tanrı besmeleden vazgeçmiştir sonucu
ortaya çıkıyor.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.81).
Not.2 KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
a) İmam Malik’ten besmelenin bu sure
başında olmayışının nedeni sorulunca o şöyle yanıt veriyor: Aslında Tevbe suresi, Bakara suresi kadar
uzunmuş. Kur’an yazılırken besmeleyle birlikte bu surenin baş kısmına ulaşılmayınca,
sure besmelesiz yazılmıştır.
b) Meşhur sahabi Hüzeyfe, “Şu an var olan Tevbe suresi, aslında ancak
gerçek Tevbe süresinin dörtle biridir;
yani bunun dörtte üçü yoktur” diyor.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.200).
Sonuç: İşte
nüshalar arasındaki fark böylece hem
fazla, hem de herkes “benimki
doğrudur” deyince, halife
Osman olaya el koyuyor ve yeni
bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları
imha ediyor.
(pdf-s.132).
İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal
değildir; zamanla değişime
uğramıştır.
(pdf-s.200).
ayrıca; KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)
ayrıca; ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf
45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.
ayrıca; Konuyla
ilgili bu bilgiler Süyuti
Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den
derlenen 40 benzer not için...
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).
1. Allah ve
Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere kesin bir
uyarıdır:
2. Yeryüzünde dört
ay daha dolaşın. Şunu bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah
ise, inkârcıları perişan edecektir.
3. Hacc-ı ekber
gününde1, Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir bildiridir: Allah
ve Resûlü, Allah’a ortak koşanlardan uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin
için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, siz Allah’ı âciz
bırakabilecek değilsiniz. İnkârcılara, elem dolu bir azabı müjdele!
4. Ancak Allah’a
ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da
antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç
kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını,
süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten
sakınanları sever.
5. Haram aylar
çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları
yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe
ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın.
Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Not.1 Kafirun
6, Şuarâ 3-4, Yunus 99, Zümer 14-15, Gaşiye 21-22: Mekke döneminde
oluşturulan bu ayetlere bakıldığında sanki İslamda tam bir inanç özgürlüğü varmış gibi algılanır. Oysa başta İslam
literatüründe, “Kılıç ayetleri”olarak
geçen Tevbe suresinin ilk 5 ayeti
olmak üzere Medine’de oluşturulan bazı ayetlerde İslamı kabul etmeyenler için “ölüm fetvaları” bulunmaktadır. İşin
aslı Muhammed henüz Mekke’de iken peygamberliğinin
ilk yıllarında/ zayıf olduğu dönemlerde başka inançlara sahip güçlü kavimlerle sorun yaşamamak için
bu gibi ayetler ortaya atarken; daha sonra Medine’ye
geçip orada güçlenince tamamen farklı
ayetler oluşturmuştur. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.79-81).
Not.2 Bu
normal bir durumdur; çünkü savunmada
olan bir insan veya örgüt elbette ki barıştan başka bir şey isteyemez.
Burada önemli olan, bu söylemleri
öne süren kişi veya örgütün, galip
duruma geçerken takındığı tutumdur/izlediği yoldur. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın
Kökeni, (pdf-s.263-265).
Not.3 Hac
39: Bu ayette “Kendileriyle
savaşılanlara (Müslümanlara) savaş için izin verildi. Çünkü bunlara zulüm
yapılmıştır” denir. Özellikle bu ayet
bağlamında “Muhammed Medine’de
maddi olarak güçlendiği için kendisi savaşa izin veren bu gibi cümleleri
Kur’an’ına yazmıştır” gerçeğine
karşı gelinirse, ben de derim ki, hem Muhammed’in kendisi, hem de
Müslümanlar Mekke’de de mazlumdu; peki
neden tanrı orada da savunma
amaçlı savaş ayetleri göndermedi?! bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.81).
Not.4 Enfâl
12-13, Âl-i İmrân 127, Nisâ 89, 91, Muhammed 4, Tevbe 1-2, 4-5: Kur’an’ın Allah’ı, Muhammed’in güçlü olduğu dönemlerde
(Medine dönemi ve sonrasında) karşı
tarafa kan kusturacak ayetler göndermiş ve inanmayanlar diye nitelenen insanlara
ölüm fermanını vermiştir.
Bu ayetlerde bir yaratıcı
olarak insanlara çözüm yerine
katliam önerilmiştir.
Hele hele Kur’an’ın en son inen Tevbe Suresi’nin ilk beş ayetinde inanmayanlara karşı adeta meydan okunmuştur.
Radikal Müslümanların çoğu, bu ayetleri delil olarak
gösterip inanmayanlara karşı savaş ilan etmeyi bir ilahi emir olarak telakki
eder ve inanmayanların katli
vaciptir derler.
Zaten sertlik ifade
ettikleri için İslam âlimleri nezdinde bu
ayetlere “seyf-kılıç” ayetleri
denir.
Muhammed savunmada olduğu
zaman ona çok ılımlı ve barışçıl ayetler inmiş; güçlü olduğu dönemdeyse tersine
onların idamlarını onaylayan ayetler inmeye başlamıştır.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.265-266).
6. Eğer Allah’a
ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını
işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere
ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.
7. Allah’a ortak
koşanların Allah katında ve Resûlü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak
Mescid-i Haram’ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır. Bunlar
size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Çünkü
Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.
8. Onların bir ahdi
nasıl olabilir ki! Eğer onlar size üstün gelselerdi, sizin hakkınızda ne
akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirlerdi. Ağızlarıyla
sizi hoşnut etmeye çalışıyorlar, oysa kalpleri buna karşı çıkıyor. Onların pek
çoğu fasık kimselerdir.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Tevbe 8, 10) Arapçasında geçen;
“İLİ”
kelimesi Arapça değildir.
Nebatice’dir, “tanrı”
anlamına gelir. Ayette “antlaşma”
anlamında kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.288).
9. Allah’ın
âyetlerini az bir karşılığa değiştiler de insanları O’nun yolundan alıkoydular.
Bunların yapmakta oldukları şeyler gerçekten ne kötüdür!
10. Bir mü’min
hakkında ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirler.
İşte onlar taşkınlık yapanların ta kendileridir.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
bu ayetlerin (Tevbe 8, 10)
Arapçasında geçen; “İLİ” kelimesi Arapça değildir (bkz. Tevbe 8, Not.1)
11. Fakat tövbe edip,
namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin din kardeşlerinizdir. Bilen
bir kavme âyetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız.
12. Eğer
antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün
elebaşlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir.
Umulur ki, vazgeçerler.
13. Yeminlerini bozan,
peygamberi yurdundan çıkarmaya kalkışan ve üstelik size tecavüzü ilk defa
kendileri başlatan bir kavimle savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor
musunuz? Oysa Allah, -eğer siz gerçek mü’minler iseniz- kendisinden korkmanıza
daha lâyıktır.
14,15. Onlarla savaşın ki,
Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı
size yardım etsin, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların
kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah,
hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
16. Yoksa; Allah
içinizden, Allah’tan, Resûlünden ve mü’minlerden başkasını kendilerine sırdaş
edinmeksizin cihad edenleri ayırt etmeden bırakılacağınızı mı sandınız? Allah,
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
17. Allah’a ortak
koşanların, inkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah’ın
mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir.
Onlar ateşte ebedî kalacaklardır.
18. Allah’ın
mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan,
zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte
onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.
19. Siz hacılara su
dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın bakım ve onarımını, Allah’a ve âhiret gününe
iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz?
Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zâlim topluluğu doğru yola erdirmez.
Not.1 Numan bin Beşir anlatıyor: “Birkaç kişi
arasında şöyle bir tartışma çıktı: Kimisi hacılara su vermenin, kimisi Kâbe
işiyle ilgilenmenin, kimisi de Allah’a ve ahirete inanmanın... daha makul ve doğru olduğu görüşünü
savunuyordu; bu tartışmanın yapıldığı gün de cumaydı. Ömer bu
tartışmacılara müdahale etti ve ‘Bakın
cuma günüdür; üstelik vakit de yaklaşmıştır; şimdilik tartışmayı bırakın;
namazdan sonra durumu Muhammed’e izah edeceğim, o gerekli yanıtı verecektir’
dedi. Cuma namazından sonra Ömer olayı
Muhammed’e anlatınca, bu konuda
Tevbe 19 ayeti iniverdi.”
Burada da Ömer’in Muhammed’e
böylesine çok tali olan bir tartışmaya dair yaptığı müracaat, çok kısa bir
zamanda ayetle cevap bulmuş oluyor.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.66-67).
Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar
Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
Not.2 Müddessir
31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119,
En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9,
37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23,
Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+
Furkan 44, Enfal 32):
a) Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim
ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44
vd) diyeceğine; insanları daha
mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.
b) Daha net ifadeyle açıklamam
gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına
artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler
varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.
c) Muhammed zamanında da bu
efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok
değerli insanlar vardı; ancak Muhammed
onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların
varlığı konusunda Kuran’da
önemli ipuçları vardır.
d) Kısaca bir örnek vereyim: Enfal
32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü
muhalifler, “Ey Allah, eğer bu
Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar
yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in
kendisi) buna karşı “İçinizde
peygamberim (Muhammed) varken ben
nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu
sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık
kim buna ne kadar inanmışsa!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).
Not.3 Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:
a) Zümer 41: Yukarıdaki
ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır”
derken bu ayette “Kim doğru yola
girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar”
diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği
çok açık!
b) Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de
onlar gibi olursunuz” diyor. Bu
ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!
c) Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta
olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...
20. İman edip hicret
eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri,
Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.
21. Rableri onlara,
kendi katından bir rahmet, bir hoşnutluk ve kendilerine içinde tükenmez
nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir.
22. Onlar orada ebedî
kalacaklardır. Şüphesiz, Allah katında büyük bir mükâfat vardır.
23. Ey iman edenler!
Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost
edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta
kendileridir.
Not.1 Mücadele
22, Tevbe 23-24, 111, 123: Sümerlerde,
kanunlara karşı gelmek yasaktı. Sümer kanun yapımcıları, kanunlarının
önsözlerinde “Biz bu görevi falanca tanrı/tanrılardan
aldık” dedikten sonra kanunlarının yazımına geçiyorlardı; bitirince
de sonsözde özetle, “Kim her ne şekil
olursa olsun kanunlarımızı kabul etmezse tanrı/ tanrılar onun belasını
versinler” anlamında ifadeler yazarak bedduada bulunuyorlardı (Hammurabi kanunlarında olduğu gibi). Tevrat’ta ise, “Kardeşin,
oğlun, kızın, hanımın, dostun... Eğer seni iğfal edip sana başka bir din/inanç
öneriyorlarsa, onlara uyma. Ayrıca onlara acıma, mutlaka öldür. Önce sen, daha
sonra bütün kavim onu/onları taşlayacaksınız” hükmü vardır. bkz. Arif Tekin,
Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.110-111).
24. De ki: “Eğer
babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız
mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler
size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise,
artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola
erdirmez.”
Not.1 AKRABAYLA SAVAŞ EMRİ: Tevbe
23, 24, 123, Mücâdele 22:
a) Bedir savaşında Ömer kendi öz dayısı As Bin Hişam’ı öldürmüştü. Hz. Ali, Hz. Hamza
ve Ebu Ubeyde de amcazadeleri
olan Utbe, Şeybe ve Velid b. Utbe’yi öldürmüşlerdi.
Ebu Bekir ise kendi öz oğlu Abdurrahman’ı müşriklerle teke tek savaşsın diye
zorla muharebe meydanına sürüklemişti. Ebu Ubeyde bin Cerrah ise Allah rızası
için kendi babası Abdullah
b. Cerrah’ı Uhud Savaşı’nda öldürmüştü (Allah rızası için
katlettiği babasının adı Abdullah, yani Allah’ın kulu!). Mus’ab bin Umeyr de
Uhud günü kendi öz kardeşi
Ubeyd’i katletmişti.
b) Dikkat edilirse, hemen hemen bu katillerin tümü henüz hayatta iken
Muhammed’den cennet müjdesini alan insanlar.
c) Kur’an’a göre inanç farklılıkları
yüzünden tüm akrabalara karşı düşman
kesilmek dini bir vecibedir (onlara karşı çok şiddetli ve sert olun
deniyor). Eğer inançsızlıktan ötürü insanlar
akrabalarına düşman kesilmiyor, dostluğa
devam ediyorsa zalim ve fasık
olarak nitelendiriliyor (Tevbe
23, 24).
Daha beteri “Ey müminler! Akrabanız olan kâfirlerle
savaşın...” türünden ayetlerle sadece
inanç yüzünden savaş talimatını veriyor! (Tevbe 123).
d) İşte bu seçkin sahabeler çok ağır bir cinayet işlemişlerdi.
Bu cinayetleri işleyen insanlar ne kadar katı yürekli de olsalar, yine de
öldürdükleri akrabalarına mutlaka üzülmüşlerdir. Dolayısıyla, işlenen bu ağır
suçlar karşısında, ne yapıp edip bu insanlara -moral babından- ayet adı
altında bir şeyler gelmeliydi. Nitekim bu
olup bitenler esnasında bir moral ayeti oluşturuluyor. Özetle: “İman edenler her ne kadar yakın akrabaları
da olsalar Allah ve Resulüne düşman olanlarla dost olmazlar. Allah kendi
katından onları bir ruh ile desteklemiştir. Onları içlerinde ebedî kalacakları
cennetlere sokacaktır” (Mücâdele 22).
e) Belirtildiği gibi, işlenen bu
cinayetlerde Ömer yine başroldedir ve sonuçta Kur’an ayeti, her zamanki gibi
burada da onu destekler nitelikte inmiştir.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.137-139)
2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü,
(pdf-s.118)
İslami
Kaynaklar: Arif Tekin’in kitaplarında.
25. Andolsun, Allah
birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz
size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir yarar sağlamamış,
yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet (bozularak)
gerisingeriye dönüp kaçmıştınız.2
26. Sonra Allah,
Resûlü ile mü’minler üzerine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi. Bir
de sizin göremediğiniz ordular indirdi ve inkâr edenlere azap verdi. İşte bu,
inkârcıların cezasıdır.
Not.1 Tevbe
25-26: Bedir Savaşı
kazanıldıktan sonra inen bu gibi ayetlerde Allah
kendisi bizzat yemin ederek savaşta Müslümanlara yaptığı yardımları
anlatıyor. Ayrıca, Allah’ın bizzat savaşta inananlara yardım etme
konusunda, -üstelik bir cinayet işinde-
yemin etmesi, gerçekten düşündürücüdür!
Çünkü İslam inancına göre Allah yalan konuşmaz ki söylediği sözü yeminle
pekiştirsin! Allah’ın bazı ayetlerde yemin içip, bazılarında içmemesi, ister
istemez yeminsiz olan diğer ayetler hakkında güvensizliğe sebebiyet verir. Bu
açıdan Allah’ın, savaşta taraf tutmak
gibi çok kötü olan bir işte yemin içmesi ve bazı ayetlerini de yeminsiz
göndermesi gerçekten dikkat çekicidir.
İlginçtir ki, oluşan bu tip yardım ayetlerinin geçerliliği bir yıl
kadar sürmedi. (Ayetlerle) Allah’ın
yardımı öylesine abartılmıştı ki, sanki artık hiç savaş olmayacak, sanki
Müslümanlar hiç mağlup olmayacaktı. Tam tersine bir yıl sonra meydana gelen Uhud harbinde, dengeler altüst oldu ve
Müslümanlar çok ağır bir hezimete
uğradılar.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.92-95).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
27. Sonra Allah,
bunun ardından yine dilediği kimsenin tövbesini kabul eder. Allah, çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
28. Ey iman edenler!
Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından
sonra, Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah
dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
29. Kendilerine kitap
verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün
haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle,
küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.
Not.1 Nahl
90, Enfal 41, 69, Haşr 6-7, Ahzab 26-27, 50, 52, Maide 45, Tevbe 29:
a) Nahl 90: Bu ayette “Allah size adaleti, iyiliği, akrabaya
yardım etmeği emreder...” diyor.
Adaletten söz etmek iş değil, önemli olan sözü edilen adaletin modeli, nasıl bir adalet olması gerektiğidir.
b) Enfal 41, 69, Haşr 6-7, Ahzab
26-27, 50, 52, Maide 45, Tevbe 29:
Kuran’a göre kâfirlerin/ inanmayanların hanımları,
kızları -ki tarih boyunca hiçbir zaman kadınlar savaşa neden olmamışlar,
onlar masum insanlardı- Müslümanlar tarafından savaşta ele geçirilirlerse, cariye olarak kullanılabilir, herhangi
bir mal gibi satılabilir de.
Muhammed’in “Beni Kureyza” harbinde
uyguladığı gibi. Kur’an’ın Ahzab 26-27. ayetleri bundan söz ediyor.
Ayrıca Ahzab 50, 52.
ayetlerine göre bu savaş esiri kadınlarını Muhammed de kullanabilirdi. Nitekim
onun hanımlarından Cüveyriye, Safiye ve Reyhane birer savaş nimeti olarak ele geçirilmişti.
Kuran’a göre savaşlarda müşriklerden ele geçirilen kadın ve kızların
statüsü bu iken; esir düşen erkeklerle
erkek çocuklar ise, istenirse köle
olarak kullanılabilir, herhangi bir
mal gibi satılabilir.
Yine Kuran’a göre savaşlarda
karşı taraftan (inanmayanlardan) ele geçirilen mal, Müslümanlar
için ganimet adı altında dağıtılır/
helaldir.
Bunlar dışında gayri Müslimlerden haraç, fidye, cizye almak da var. Bu konuda Kuran’da
ayetler bir hayli fazla (Enfal 41, 69, Tevbe 29, Haşr 6-7 gibi).
İşte Kuran’a göre böyle yapmak adalettir.
c) Gerek Sümer kanun yapımcıları
nezdinde, gerekse Kur’an’ın Allah’ı
katında insanlara ağır cezalar
uygulamak adalettir. İsa’dan 2 bin yıl önce Asurlulara ait ortaya çıkan
tabletlerde, Asur hukukunda erkekle
kadının aynı haklara sahip oldukları yazılıdır; hem Sümerlerde, hem de Asurlularda
evlilik zaten ancak senetle olabiliyordu. Ama aynı
Asurluların kanununda şu da var: “Kim
başkasına ait bir bayanı öperse onun alt dudağı balta ile kesilir.”
Özetle; Adaletten söz etmek iş değil,
önemli olan sözü edilen adaletin modeli, nasıl
bir adalet olması gerektiğidir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.86-88).
Not.2 Cizye, Müslüman olmayanların (ki
bunlara zimmi denir) mağlubiyetleri halinde inançlarında özgür kalabilmeleri
için Müslümanlara ödemekle mükellef oldukları kafa-kelle vergisidir. Tabi ki bu, yıllık bir vergidir ve
her sene ödenmelidir. Bunun miktarı standart değildir; İslam yöneticileri
tarafından belirlenir. Bu ayete göre
Müslümanlar her an için gayrimüslimlere saldırabilirler. Bu ayete göre, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan insanlarla
savaşılır ve sonuçta eğer bunlar Müslümanlara teslim olurlarsa üstelik cizye adı altında vergi vermek zorunda
kalırlar.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.260).
Not.3 Bu
ayete göre, şayet bir topluluk, “Efendim
biz ateistiz, diyalektiğe inanıyoruz; bizim yönetim biçimimiz de sosyalizmdir;
biz, sizin önerdiğiniz helal-harama ve topyekûn formüle inanmamakla birlikte,
size herhangi bir zarar da vermeyiz” gibi bir düşünceye sahip ise, bunlara karşı harp ilan edilir, öldürülen gider, kalanlar da İslama girene
kadar çok ağır bir vergi ödemek zorunda kalırlar.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.261).
Not.4 İslam
tarihine baktığımızda, bazı anlarda, cizyeyi vermekle mükellef olan gayrimüslimler İslamiyeti kabul edip toplu
halde İslama girdiğinde, İslam
idarecilerinin buna şiddetle karşı çıktıklarını görüyoruz. Çünkü
bunların İslama girmesiyle Müslümanların
bütçesinde çok bariz bir biçimde azalma meydana geliyordu.
Örneğin; Halife Ömer
zamanında Irak ele geçirildiğinde, ilk yıllarda bunlardan toplanan vergi 124
milyon dirhem iken, daha sonra bu miktar, Emeviler zamanında 188 milyar dirheme
yükselmiştir. Fakat zaman içinde gayrimüslimlerin İslamiyeti kabul etmeleriyle
bu vergilerin müthiş bir biçimde düştüğünü görüyoruz. İşte tam bu sırada Emevi hükümdarları toplu halde İslama
girmeyi engellemeye çalışmakla birlikte başka çareler de aramaya başlamışlardır. Bu çarelerin
başında zengin olan ülkelere
-yukarıdaki ayeti gerekçe göstererek-
saldırmak geliyordu. Başta Irak
olmak üzere Müslümanların, fetihlerden temin ettikleri gelirle zengin
olmaları, onlar için başta Orta Asya olmak üzere birçok ülkeye saldırma
fırsatını verdi ve böylece bu
saldırılar teker teker gerçekleşti.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.261-262).
30. Yahudiler,
“Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın
oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan)
sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine
benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!
31. (Yahudiler)
Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu
Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle
emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları
her şeyden uzaktır.
32. Allah’ın nurunu
ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler hoşlanmasalar da Allah, nurunu
tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz.
Not.1 Hicr
9, Yunus 82, En’am 34,115, Kehf 27, Saf 8, Fetih 28, Tevbe 32, Bakara 75, Nisa
46, Maide 13, 41:
a) Hicr 9: Allah bu ayette “Kur’an’ı biz koruyacağız” diyor.
b) Yunus 82, En’am 34, 115, Kehf
27, Saf 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Allah bu ayetlerde de “Allah nurunu
tamamlayacaktır. Allah’ın ayetlerini
kimse değiştiremez” diyor.
c) Bakara 75, Nisa 46, Maide 13,
41: Allah bu ayetlerde de “Yahudiler
Tevrat’ı tahrif ettiler, Tevrat, Allah’tan gelen Tevrat değildir”” diyor.
Özetle; Tevrat ve İncil de Allah’ın sözleri/ayetleri olduğu halde
ve Allah kendisi “Allah’ın sözünü değiştirecek yoktur”
derken, yine aynı Allah “Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler”
diyor.
Ayetlerden açıkça görüldüğü
gibi Kur’an’ın Allah’ı kendisiyle
çelişmektedir.
d) Burada “Acaba tanrı neden gönderdiği kitaplar arasında
ikili davranıp bazılarına koruma
garantisi verdi de bazılarına vermedi?!” sorusuna verilecek yanıt yok!
Bu konuda Kur’an’da başka
ayetler de vardır. Bunlara bakılırsa ne
Tevrat’ın, ne de İncil’le Kur’an’ın değiştirilmesi söz konusu olmamalı; ama
hepsi de değiştirilmiştir, hiçbiri orijinini korumamıştır.
Bu şu demek değildir ki,
bunların aslı daha iyi veya tanrıdan gelmedir.
Bir kere hepsinin mimarları insanoğludur.
e) Denilebilir ki, Kur’an’da sözü
edilen garanti sadece Kur’an için geçerlidir; Tevrat ve İncil için geçerli
değildir; ben de derim ki, Allah niçin
farklı davranıyor? Hâlbuki (iddialara göre) onlar da kendi gönderdikleridir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.82-84).
33. O, Allah’a ortak
koşanlar hoşlanmasalar bile dinini, bütün dinlere üstün kılmak için,
peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir.
Not.1 Saf
9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Bu ayetlere göre Hz. Muhammed’e Kur’an geldikten
sonra bu din hem nitel, hem de nicel olarak dünya hâkimi olmalıydı; ama maalesef böyle olmamıştır. Nerede bir İslam ülkesi varsa hep üçüncü dünya ülkeleri statüsündedir.
Sayı olarak da Hıristiyanlık dünyada bir numaradır! bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz.
Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.217).
Not.2 Enfal
7-8, Saff 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33:
a) Bu ayetlerdeki “Ben Kur’an’ın hükmünü yeryüzüne/bütün
sistemlere hâkim kılacağım/ galip getireceğim” sözünün, bugünkü dünya realitesiyle çelişik olduğuna ne denir!
b) Veya şöyle diyelim: Tevrat
ve Kuran Allah’ının insanları, Mısır’daki suları kana çevirmekle,
çekirge, kurbağa, haşere... göndermekle, tatarcık, dolu, baston, elin
cepten çıkarmasıyla, yukarılardan taş yağdırmakla, depremle, bazen denizde
batırmakla, yıldırım çarptırmakla... ve Tur-i Sina’da Musa’nın kavmine yaptıklarıyla
cezalandırdığını bugün anlatsak kime
inandırabiliriz ki!
c) Şu rahatsızlığımı burada bir
daha yineliyorum: Çağımızda kutsal kitaplardakilerle uğraşıp bu konuda
kalem kullanmak cidden insanı rahatsız
ediyor; ama ne yazık ki buna daha epey zaman ayırmak zorundayız; bunu
anlatmama gerek yok; çünkü İslam dünyasının fotoğrafı hepimizin gözü
önündedir.
d) Bu bölümü, Robert Cooper’ın yaklaşık 150 yıl önce (tüm dinleri eleştirel
anlamda) kaleme aldığı kitabındaki önemli bir sözüyle bitirmek
istiyorum. “Akıl ve ilim kullanmadan kutsal kitapların masallarına
inananlar, aynı kitaplarında Ay’ın
küflü peynirden yapıldığı yazılı olsa ona da inanırlar” diyor (The
Inqurier’s Text-Book, Substance of Thirteen on the Bibel. s.209, Boston).
Ne yazık ki insanlar düşünmeden inanıyorlar.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.157-158).
34. Ey iman edenler!
Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla
yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip
gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.
35. O gün bunlar
cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları
bunlarla dağlanacak ve, “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız
şeylerdir. Haydi tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!” denilecek.
Not.1 Sebe’
39, Âl-i İmrân 180, Tevbe 34-35, 103: Bazı ayetler (Tevbe 103, Sebe’ 39), zekâtın farz olduğunu
belirtmekle birlikte, onun kişiye kazandırdığı manevi mükâfatlardan da söz
etmektedir. Yani, tehditsiz bir
şekilde olaya yaklaşılıyor ve insanlar yumuşak bir üslupla bu konuda
göreve çağırılıyor.
Başka ayetlerdeyse (Tevbe
34-35, Âl-i İmrân 180) olay çok
tehditkâr bir biçimde ele alınıyor.
İlginçtir ki, insanlar
birbirlerine yardım etsinler diye Allah onlara sadaka ve zekât gibi şeyler vermeyi öneriyor, onları cehennemle korkutuyor.
Öyle bir formül öneriyor ki, bununla fertler arasında eşitlik
sağlamak mümkün değil.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.243-244).
36. Şüphesiz Allah’ın
gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on
ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır.3 İşte bu, Allah’ın dosdoğru
kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin. Fakat Allah’a ortak
koşanlar sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn
savaşın. Bilin ki Allah, kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.
37. Haram ayları
ertelemek4, ancak inkârda daha da ileri gitmektir ki bununla inkâr
edenler saptırılır. Allah’ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip
böylece Allah’ın haram kıldığını helâl kılmak için haram ayı bir yıl helâl, bir
yıl haram sayıyorlar. Onların bu çirkin işleri, kendilerine süslenip güzel
gösterildi. Allah, inkârcı toplumu doğru yola iletmez.5
38. Ey iman edenler!
Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp
kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete
göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.
39. Eğer Allah,
yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve
yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar
veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
40. Eğer siz ona
(Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki
kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım
etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü
Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur
indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş,
böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir.
Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
41. Gerek yaya
olarak, gerek binek üzerinde6 Allah yolunda sefere çıkın.
Mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin
için daha hayırlıdır.
42. Eğer yakın bir
dünya menfaati ve kolay bir yolculuk olsaydı, (sefere katılmayan münafıklar da)
mutlaka sana uyarlardı. Fakat meşakkatli yol, onlara uzak geldi. Gerçi onlar,
“Eğer gücümüz yetseydi, elbette sizinle beraber çıkardık” diye Allah’a yemin
edeceklerdir. Onlar kendilerini helâke sürüklüyorlar. Allah, biliyor ki onlar
kesinlikle yalancıdırlar.
43. Allah, seni
affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar
beklemeden niçin onlara izin verdin?
44. Allah’a ve âhiret
gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için
senden izin istemezler. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları çok iyi
bilendir.
45. Ancak Allah’a ve
ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp kendileri de o şüphelerinin
içinde bocalayan kimseler senden izin isterler.
46. Onlar eğer savaşa
çıkmak isteselerdi, elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah
onların harekete geçmelerini istemedi de onları geri bıraktı ve onlara,
“Oturun, oturan âcizlerle beraber” denildi.
47. Eğer onlar da
sizin içinizde (sefere) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları
olmayacak ve sizi fitneye düşürmek için aranızda koşuşturacaklardı. Aranızda
onları dinleyecek kişiler de vardı. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.
48. Andolsun, bunlar
daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve sana karşı türlü türlü işler
çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri hâlde, Allah’ın dini
galip geldi.
49. Onlardan “Bana
izin ver, beni fitneye (isyana) sevk etme” diyen de vardır. Bilesiniz ki onlar
(böyle diyerek) fitnenin ta içine düştüler. Şüphesiz ki cehennem, kâfirleri
elbette kuşatacaktır.
50. Sana bir iyilik
gelirse, bu onları üzer. Eğer başına bir musîbet gelirse, “Biz tedbirimizi
önceden almıştık” derler ve sevinerek dönüp giderler.
51. De ki: “Bizim
başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim
yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.”
52. De ki: “Bizim
için siz, (şehitlik veya zafer olmak üzere) ancak iki güzellikten birini
bekleyebilirsiniz. Biz de, Allah’ın kendi katından veya bizim ellerimizle size
ulaştıracağı bir azabı bekliyoruz. Haydi bekleyedurun. Şüphesiz biz de sizinle
birlikte beklemekteyiz.”
53. Yine de ki:
“İster gönüllü, ister gönülsüz olarak harcayın, sizden asla kabul
olunmayacaktır. Çünkü siz fasık bir topluluksunuz.”
54. Harcamalarının
kabul edilmesine, yalnızca, Allah’ı ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak
üşene üşene gelmeleri ve ancak gönülsüzce harcamaları engel olmuştur.
55. Onların malları
ve çocukları seni imrendirmesin. Allah, bununla ancak onlara dünya hayatında
azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor.
56. Kesinlikle sizden
olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Oysa onlar sizden değillerdir. Fakat
onlar korkudan ödleri patlayan bir topluluktur.
57. Eğer sığınacak
bir yer veya (gizlenecek) mağaralar yahut girilecek bir delik bulsalardı, hemen
koşarak oraya kaçarlardı.
58. İçlerinden
sadakalar konusunda sana dil uzatanlar da var. Kendilerine ondan bir pay
verilirse, hoşnut olurlar; eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse, hemen
kızarlar.
59. Eğer onlar Allah
ve Resûlünün kendilerine verdiğine razı olup, “Bize Allah yeter. Lütuf ve
ihsanıyla Allah ve Resûlü ileride bize yine verir. Biz yalnız Allah’a rağbet
eder (O’nun ihsanını ister)iz” deselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu.
60. Sadakalar
(zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan
memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak)
köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular
içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Not.1 Kur’an,
inananlardan aldığı vergiye zekât adını
koymuş. Zekât toplama memurlarına da “Amilun” denir Bu uygulamalar da İslamdan binlerce yıl öncesinden gelmektedir. Sümerlerde sistem öylesine kurumlaşmıştı ki, “Musaddinu” denilen
vergi toplama memurları vardı; onlarda vergi mükellefine “Nasi bilti” denirdi. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.33).
Not.2 KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13,
İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3,
Mâide 89, Tevbe 60:
İslam inancına göre Allah’a inanan bir insana kul
anlamına gelen “abd” denir.
Büyük
diye düşünülen Allah,
acaba niçin kabul ediyor ki onun
bir kısım kulları başka kullarını
kendine köle-abd olarak kullansınlar?
Kabul etmek şöyle dursun, üstelik Tanrı, bir kısım insanın diğer bir kısım insanı kendine köle yapması için
kendi ayetleriyle bu işi organize
edip bu konuda fetva veriyor.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.291-292).
Konu.1 KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13,
İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3,
Mâide 89, Tevbe 60:
(BU
KONU BELED SURESİ’NİN SONUNDA -20. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
61. Yine onlardan
peygamberi inciten ve “O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır” diyen kimseler
de vardır. De ki: “O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah’a inanır,
mü’minlere inanır (güvenir). İçinizden inanan kimseler için bir rahmettir.
Allah’ın Resûlünü incitenler için ise elem dolu bir azap vardır.”
Not.1 Fussilet
22, Tevbe 61: Abdullah bin Mesut anlatıyor: “Kâbe’nin yanındaydık.
Bir grup insan kendi aralarında şu konuda tartışıyordu: ‘Acaba Allah insanın içindekini de bilir mi?’ diye. Bu arada ben
Muhammed’in yanına vardım ve bu olayı kendisine anlattım. Bunun üzerine konuyla
ilgili Fussilet Suresi’nin 22 ve 23.
ayetleri indi.”
Aslında Kur’an’ın insanüstü bir kaynaktan gelmediğini söyleyenler,
Muhammed zamanında da yok değildi. Öyle ki, muhalifler o zaman, “Muhammed her şeye göz kulaktır; kim ne
derse onu dinler ve sonuçta ona göre ayetini uydurup ortaya çıkarır ve ‘Allah’tan
geldi’ der” diyorlardı.
Bu itirazları bertaraf
etmek için, Tevbe 61 ayeti iner
ki, anlamı şu: Örneğin; “o sizin için
bir hayır kulağıdır, Allah’a ve müminlere (onların sözlerine) inanır’
deniyor. Bu ayet, Muhammed’in çeşitli
yerlerden bilgi aldığı konusunda çok önemli bir kanıttır.
Kaynak: bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.149-150).
Not.1 VARAKA: Nun 2, 51, Tekvir 22, Furkan 5, Neml 68,
Nahl 103, Enfal 31, Tevbe 61:
Hıristiyan asıllı Varaka b. Nevfel, hem Hz. Muhammed’in
soyundandı, hem de Hz. Hatice’nin amcaoğluydu. Birçok dini biliyordu, bilge bir adamdı. İslami kaynaklarda “Hem
Arapça, hem de İbranice/Süryanice bildiği, Tevrat konusunda iyi bir uzman
olduğu ve kendisinin Hıristiyan olduğu, İncil’in Arapçaya çevirisini yaptığı” ifade ediliyor. Varaka ölünce Hz. Muhammed’e vahiy gelmiyor/kesiliyor.
Vahyin kesildiğine dair ayet de var. Duha suresi hemen
başta bunu açıklıyor. Öyle ki, Hz. Muhammed Varaka’nın ölümünden sonra
oluşan bu boşluk ve vahyin kesilmesi nedeniyle, defalarca dağa çıkıp intihar etmek istiyor; ancak her seferinde
Cebrail gelip onu yatıştırıyor, onu intihar etmekten vazgeçiriyor. Buhari’de ve
başka birçok kaynakta anlatılan bu bilgiler anlamlı. Şöyle ki, Varaka’nın ölümü
üzerine Muhammed’in çok üzülmesi, onun ölümüyle birlikte vahyin uzun süre
gelmemesi ve kendisinin sık sık dağa çıkıp intihara kalkışması, hatta zaman
zaman geceleri uyuyamaması, az önce de belirtildiği gibi vahye ara verilmesi
sonucu bazılarının ona, ‘Ey Muhammed, bakıyoruz
senin şeytanın bu günlerde artık sana bilgi iletmiyor/vahiy getirmiyor’ demesi aslında dikkate değer
açıklamalardır. Bir de zaten ona inanmayan o günün
insanları, ‘Muhammed’in söyledikleri,
hep eskilerin masallarıdır. Arkadaşlarından birilerine yazdırıyor...’ gibi
sözleri hep söylerlerdi. Çoğu, Hz. Muhammed’in anlattıklarını boş buluyorlardı.
Bütün bunlar yukarıdaki gibi ayetlerde de anlatılmaktadır.
Kaynak: Arif Tekin, Bilinmeyen
Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.35-36).
62. Sizi razı etmek
için, Allah’a yemin ederler. Eğer gerçekten mü’min iseler (bilsinler ki), Allah
ve Resûlü’nü razı etmeleri daha önceliklidir.
63. Allah’a ve
Resûlüne karşı gelen kimseye, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşinin olduğunu
bilmediler mi? İşte bu, büyük bir rezilliktir.
64. Münafıklar,
kalplerinde olan şeyleri, yüzlerine karşı açıkça haber verecek bir sûrenin
üzerlerine indirilmesinden çekinirler. De ki: “Siz alay ede durun! Allah,
çekindiğiniz o şeyi ortaya çıkaracaktır.”
65. Şâyet kendilerine
(niçin alay ettiklerini) sorsan, “Biz sadece lâfa dalmıştık ve aramızda
eğleniyorduk”, derler. De ki: “Allah’la, O’nun âyetleriyle ve peygamberiyle mi
eğleniyordunuz?”
66. Boşuna özür
dilemeyin! Çünkü siz, (sözde) iman ettikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz.
İçinizden (tövbe eden) bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri
sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz.
67. Münafık erkekler
ve münafık kadınlar birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir). Kötülüğü
emredip iyiliği yasaklarlar, ellerini de sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı
unuttular; Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar, fasıkların ta
kendileridir.
68. Allah, erkek
münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere, içinde ebedî kalmak üzere cehennem
ateşini va’detti. O, onlara yeter. Allah, onlara lânet etmiştir. Onlar için
sürekli bir azap vardır.
69. (Ey münafıklar!),
siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz: Onlar sizden daha güçlü, malları ve
çocukları daha fazlaydı. Onlar paylarına düşenden faydalanmışlardı. Sizden
öncekilerin, paylarına düşenden faydalandığı gibi siz de payınıza düşenden
öylece faydalandınız ve onların daldığı gibi, siz de (dünya zevkine) daldınız.
İşte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa gitmiştir. İşte onlar ziyana
uğrayanların ta kendileridir.
70. Onlara
kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin;
Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı?
Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da
onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar
kendilerine zulmediyorlardı.
71. Mü’min erkekler
ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten
alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat
ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç
sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Not.1 Al-i
İmrân 195, Ahzâb 35, Nisa 32, Tevbe 71: Muhammed Medine döneminin 3.
yılından itibaren 56 yaşında çok evliliğe başladı. Bu tarihe kadar inen surelerde
kadın Kur’an’da yoktur (Bakara
Suresi’nde kadınla ilgili iddet olsun, boşanma olsun, alışverişlerde
şahitlikler olsun bazı düzenlemeler hariç). Aile yapısı anaerkil olan Medine’de
hem birçok kadınla hem de savaş esiri cariyelerle hayatını birleştirince,
kadınlar hem seslerini duyurmaya, hem de kocalarına karşı gelmeye başladılar ve
bu hem Muhammed’in, hem de Ömer gibilerin ailesinde de etkisini gösterdi.
İşte bundan sonra kadınlarla
ilgili ayetlerin inmeye başladığını görüyoruz. Medineli kadınlar, Muhammed’e,
“Neden annemiz Havva, babamız Adem
olduğu halde biz kadınlar Kur’an’da hiç geçmiyoruz, neden biz kadınlar savaşa
katılmıyoruz, neden biz kadınlar verasette erkeğin yarısı kadar pay alıyoruz
(Nisâ 11, 176), nedir bu iki cins
arasındaki ayrıcalığın nedeni?” gibi sorular soruyorlar. Bu sorular
sorulduktan sonra, artık değişik zamanlarda kadınlarla ilgili yukarıdaki ayetler inmeye başlıyor. Gerçi
bu ayetlerle kadınlara önemli bir şey verilmiyordu, ama sembolik de olsa bu
mücadele sonucu Kur’an’da kendilerine yer verildi. Kur’an’da kadınla ilgili ehven (kadınların biraz lehine) olan
ayetler bunlardır. Dolayısıyla, Medineli kadınlar böylesi erkekler
yüzünden Kur’an’da ancak bu kadar yer alabilirlerdi. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.157-159).
72. Allah, mü’min
erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan
cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler va’detti. Allah’ın rızası ise,
bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.
Not.1 Sad
50, Fatır 33, Meryem 61, Taha 76, Mü'min (Gafir) 8, Kehf 31, Nahl 31, Rad 23,
Beyyine 8, Saff 12, Tevbe 72: Bu ayetlerde Cennet’ten “Adn/Aden” olarak söz ediliyor. Tevrat’ta Adem’le Havva’nın içine bırakıldıkları cennetin/ bahçenin ismi Adn olarak geçiyor (Tevrat, Tekvin
2/8). Hatta Tevrat’ta bu yerin dünyada doğu tarafında bir bölgede olduğu da
yazılı ki Sümer inançlarıyla tamamıyla
çakışıyor. Cennet/Adn/Aden hikâyeleri çok
tanrılı Sümerlerden gelmedir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.57).
73. Ey peygamber!
Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol. Onların
varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir orası!
Not.1 Bu
hikâye de Kuran’ın iki suresinde harfiyen anlatılmaktadır (Tahrim 9, Tevbe 73). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.138)
74. Bir şey
söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü
söylediler ve (sözde) müslüman olduktan sonra inkâr ettiler. Ayrıca
başaramadıkları şeye (peygamberi öldürmeye) de yeltendiler. Sırf, Allah ve
Resûlü kendi lütfu ile onları zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar.
Eğer tövbe ederlerse, kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse,
Allah onları dünyada ve ahirette elem dolu bir azaba çarptıracaktır. Artık
onlar için yeryüzünde ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
Not.1 Hz.
Muhammed’in kendilerine hayattayken cennet müjdesi verdiği en yakın arkadaşları
(en başta Halife Ebubekir, Halife Ömer, Halife Osman, Talha b. Ubeydullah, Sad b. Ebi Vakkas, Ebu Musa
el-Eş’arî dahil 15 kişi) Tebük Seferi dönüşü Hz. Muhammed’e başarısız bir suikast girişiminde bulunurlar.
Not.2 Tebük’te bir ara Hz. Muhammed’in devesi kaybolunca, Müslümanlardan biri, “Hani dünyada olup biten her şeyi, geçmişi,
geleceği... biliyorum diyen bir Muhammed, nasıl olur da yanı başında devesi
kaybolmuş da nerde olduğunu bilemiyor, bu nasıl peygamber?” şeklinde alay ediyor. Cülas bin Süveyd “Eğer Muhammed’in anlattıkları doğruysa, eğer peygamberse ben eşek
olayım.” diyerek onunla alay ederken, Muhammed bunlardan haberdar oluyor.
Not.3 Bir de şu cümlecik
var: “... zengin kıldığı için
intikam almaya kalktılar”. Peki, bu parçanın
olayla ne alâkası var? Hz. Muhammed Medine’ye gelip savaşlarda elde ettiği
ganimetleri yandaşlarına dağıtınca bunlar zengin olur. Bu arada
muhalefettekiler onların bu durumunu kıskanırlar. İşte ayette sözü edilen
zenginliğin kaynağı budur. Yani Allah’ın minnet ettiği zenginlik kaynağı, ganimetler, talan ve çapulculuk. Yoksa başka ne gibi
yollarla onları zengin etmiş ki!
Sonuç: İşte
Hz. Muhammed, Tebük’te hem kendine karşı komplo kuranlar/onu vurmak isteyenler,
hem de onunla alay edenler için, mucize
kabilinden yukarıdaki ayeti oluşturuyor.
Ayette
her şey açık ve nettir: Onlar yemin ediyorlar ki, biz söylemedik. Peki,
neymiş söylemedikleri şey? İşte az önce özetlediğim gibi, “Muhammed’de tanrısal boyut varsa eşek olayım” diyen kişi. Güya ona
baskı yapılınca ben bunu demedim demiş ve Tanrı için de onun sözü o kadar
önemli olmalı ki bu ayeti onun yalanı için göndermiş.
Ayette
geçen başarılmayan plan Tebük’teki
suikasttir. Zaten Diyanet de, “Muhammed’i öldürmek demek” şeklinde almıştır.
Kaynak: Arif
Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz.
Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.13-16); İslami
Kaynaklar: Arif Tekin’in kitabında.
75. İçlerinden, “Eğer
Allah bize lütuf ve kereminden verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve
mutlaka salihlerden oluruz” diye Allah’a söz verenler de vardır.
76. Fakat Allah,
lütuf ve kereminden onlara verince, onda cimrilik ettiler ve yüz çevirerek
dönüp gittiler.
77. Allah’a
verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için O da kalplerine,
kendisiyle karşılaşacakları güne kadar (sürecek) bir nifak soktu.
78. Allah’ın,
içlerinde gizlediklerini ve fısıltılarını bildiğini7 ve Allah’ın
gaybleri çok iyi bilen olduğunu bilmediler mi?
79. Sadakalar
hususunda gönüllü bağışta bulunan mü’minlerle, güçlerinin yettiğinden başkasını
bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya; işte Allah asıl onları
maskaraya çevirmiştir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
80. Onlar için ister
bağışlanma dile, ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiş kez bağışlanma
dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resûlünü
inkâr etmiş olmaları sebebiyledir. Allah, fasık topluluğu doğru yola iletmez.
Not.1 Fasık
topluluktan Tevbe 74 notlarında
anlatılan kişiler kastediliyor.
81. Allah’ın Resûlüne
karşı gelerek (sefere çıkmayıp) geri bırakılanlar, oturup kalmalarına
sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmek hoşlarına gitmedi
ve “Bu sıcakta sefere çıkmayın” dediler. De ki: “Cehennemin ateşi daha
sıcaktır.” Keşke anlasalardı.
82. Artık
kazandıklarının karşılığı olarak, az gülsünler, çok ağlasınlar.
83. Eğer (bundan
böyle) Allah seni onlardan bir zümrenin yanına döndürür de, onlar (sefere)
çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz benimle birlikte
ebediyyen çıkmayacak ve benimle birlikte hiçbir düşmanla asla
savaşmayacaksınız. Çünkü siz baştan yerinizde oturup kalmaya razı oldunuz.
Şimdi de geri kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte oturun.”
84. Onlardan ölen
hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve
Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.
Not.1 Ömer’in oğlu Abdullah: “Müslümanların
bir numaralı düşmanı Abdullah İbn-i
Selul ölmüştü. Babam Ömer, Muhammed onun cenazesine gitmesin diye uğraştı.
Ama Muhammed gitti. Fakat aynı gün
Tevbe 84 ayeti indi.”
Halebi, İnsan-ül Uyun adlı eserinde, bu konuda net konuşuyor ve “Muhammed’in, bu şahsın cenaze namazını
kılmaya gitmesinin sebebi, onun oğlunu ve çevresini İslamiyete kazandırmaktı”
diyor. Ancak bu arada, Ömer’i de kaybetmemek gerekiyordu. Bu nedenle bu ayet iniyor.
Muhammed’in davranışı bu ayetle
yanlış bulunuyor; Ömer’inki ise tam tersine doğru bulunuyor.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.61-62).
Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami
Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
2) Arif Tekin,
Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in
Ölümü, (pdf-s.130-132)
85. Onların malları
ve evlatları seni imrendirmesin. Allah, bunlarla ancak, dünyada kendilerine
azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor.
86. “Allah’a iman
edin ve Resûlü ile birlikte cihat edin” diye bir sûre indirildiğinde, onlardan
servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve “Bizi bırak da oturup
kalanlarla birlikte olalım” dediler.
87. Onlar geride
kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular ve kalpleri
mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.
88. Fakat peygamber
ve beraberindeki mü’minler, mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. Bütün
hayırlar işte bunlarındır. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
89. Allah onlara,
içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte
bu büyük başarıdır.
90. Bedevîlerden
mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah’a ve
Resûlüne yalan söyleyenler ise (mazeret bile belirtmeden) oturup kaldılar.
Onlardan kâfir olanlara elem dolu bir azap isabet edecektir.
91. Allah’a ve
Resûlüne karşı sadık ve samimi oldukları takdirde, güçsüzlere, hastalara ve
(seferde) harcayacakları bir şey bulamayanlara (sefere katılmadıkları için) bir
günah yoktur. İyilikte bulunan kimselerin (kınanması) için de bir sebep yoktur.
Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
92. Kendilerini
bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, “Sizi
bindirebileceğim bir şey bulamıyorum” dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey
bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere
de bir sorumluluk yoktur.
93. Sorumluluk ancak,
zengin oldukları hâlde senden izin isteyenleredir. Bunlar, geride kalan (kadın
ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular. Allah da kalplerini mühürledi.
Artık onlar bilmezler.
94. Onlara
döndüğünüzde, size mazeret beyan edeceklerdir. De ki: “Mazeret beyan etmeyin.
Size kesinlikle inanmayız. Çünkü Allah bize sizin durumunuzu bildirdi. Bundan
böyle davranışlarınızı Allah da Resûlü de görecek. Sonra hepiniz, gaybı da
görülen âlemi de bilene döndürüleceksiniz de yapmakta olduğunuz şeyleri size
haber verecek.”
95. Yanlarına
döndüğünüz zaman, kendilerini rahat bırakmanız için size Allah adıyla yemin
edeceklerdir. Artık onların peşini bırakın. Çünkü onlar pistir. Kazandıklarının
karşılığı olarak, varacakları yer de cehennemdir.
96. Kendilerinden
razı olasınız diye, size yemin edeceklerdir. Siz onlardan razı olsanız bile,
Allah o fasıklar topluluğundan asla razı olmaz.
97. Bedevîler inkâr
ve nifak bakımından daha ileri ve Allah’ın peygamberine indirdiği hükümlerin
sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
98. Bedevîlerden
öyleleri vardır ki, (Allah yolunda) harcayacakları şeyi bir zarar sayar ve
(bundan kurtulmak için) size belâlar gelmesini beklerler. Kötü belâlar kendi
başlarına olsun. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
99. Bedevîlerden
kimileri de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah
katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. Bilesiniz ki
bu, (Allah katında) onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır.
Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
100. İslâm’ı ilk önce
kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah
onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar
akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük
başarıdır.
101. Çevrenizdeki
bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta
direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa
azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.
102. Diğer bir kısmı
ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine
karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
103. Onların
mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka
(zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların
kalplerini yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
Not.1 Sebe’
39, Âl-i İmrân 180, Tevbe 34-35, 103: Bazı ayetler (Tevbe 103, Sebe’ 39), zekâtın farz olduğunu
belirtmekle birlikte, onun kişiye kazandırdığı manevi mükâfatlardan da söz
etmektedir. Yani, tehditsiz bir
şekilde olaya yaklaşılıyor ve insanlar yumuşak bir üslupla bu konuda
göreve çağırılıyor.
Başka ayetlerdeyse (Tevbe
34-35, Âl-i İmrân 180) olay çok
tehditkâr bir biçimde ele alınıyor.
İlginçtir ki, insanlar
birbirlerine yardım etsinler diye Allah onlara sadaka ve zekât gibi şeyler vermeyi öneriyor, onları cehennemle korkutuyor.
Öyle bir formül öneriyor ki, bununla fertler arasında eşitlik
sağlamak mümkün değil.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.243-244).
104. Onlar, kullarının
tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu; tövbeyi çok kabul
edenin, çok merhametli olanın Allah olduğunu bilmediler mi?
105. De ki: “Çalışın,
yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, mü’minler de göreceklerdir. Sonra
gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah’ın huzuruna döndürüleceksiniz. O da size
bütün yapmakta olduğunuz şeyleri haber verecektir.”
106. (Sefere
katılmayanlardan) diğer bir kısmı da, Allah’ın emrine bırakılmışlardır. Bunlara
ya azap eder ya da tövbelerini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
107. Bir de zararlı
faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, mü’minler arasına ayrılık sokmak
için ve öteden beri Allah ve Resûlüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir
mescit yapanlar vardır. Bunlar, “Bizim iyilikten başka hiçbir kasdımız yok”
diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şâhitlik eder ki bunlar mutlaka
yalancıdırlar.8
108. Onun içinde asla
namaz kılma. İlk günden temeli takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine
kurulan mescit (Kuba mescidi), içinde namaz kılmana elbette daha lâyıktır.
Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever.
109. Binasını takva
(Allah’a karşı gelmekten sakınmak) ve O’nun rızasını kazanmak temeli üzerine
kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yarın
kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse
mi? Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.
110. Kurmuş oldukları
binaları, (ölüp de) kalpleri paramparça olmadıkça yüreklerinde sürekli bir
kuşku olarak kalmaya devam edecektir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
111. Şüphesiz Allah,
mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında
satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler.
Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir
sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu
alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.
Not.1 Mücadele
22, Tevbe 23-24, 111, 123: Sümerlerde,
kanunlara karşı gelmek yasaktı. Sümer kanun yapımcıları, kanunlarının
önsözlerinde “Biz bu görevi falanca tanrı/tanrılardan
aldık” dedikten sonra kanunlarının yazımına geçiyorlardı; bitirince
de sonsözde özetle, “Kim her ne şekil
olursa olsun kanunlarımızı kabul etmezse tanrı/ tanrılar onun belasını
versinler” anlamında ifadeler yazarak bedduada bulunuyorlardı (Hammurabi kanunlarında olduğu gibi). Tevrat’ta ise, “Kardeşin,
oğlun, kızın, hanımın, dostun... Eğer seni iğfal edip sana başka bir din/inanç
öneriyorlarsa, onlara uyma. Ayrıca onlara acıma, mutlaka öldür. Önce sen, daha
sonra bütün kavim onu/onları taşlayacaksınız” hükmü vardır. bkz. Arif
Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.110-111).
112. Bunlar, tövbe
edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar9, rükû’ ve secde
edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları
hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.
113. Cehennem ehli
oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar-
Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de mü’minlere.
114. İbrahim’in, babası
için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi.10 Onun bir
Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz
İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Hud 75, Tevbe 114) Arapçasında geçen;
“EVVAH” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “Merhametli,
çok dua eden, inanan kişi” anlamına gelir. Kimileri, İbranicedir “dua”
anlamına gelir demiştir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.283).
115. Doğru yola
ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirmedikçe, Allah
bir toplumu saptıracak değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
116. Şüphesiz göklerin
ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’ındır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için
Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
117. Andolsun Allah;
Peygamber ile içlerinden bir kısmının kalpleri eğrilmeğe yüz tuttuktan sonra,
sıkıntılı bir zamanda ona uyan muhacirlerle ensarın tövbelerini kabul etmiştir.
Evet, onların tövbelerini kabul etmiştir. Şüphesiz O, onlara çok şefkatli ve
çok merhametlidir.
118. Savaştan geri
kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti.11 Yeryüzü bütün
genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça
sıkmış, böylece Allah’(ın azabın)dan yine O’na sığınmaktan başka çare
olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine) dönsünler diye, onların
tövbelerini de kabul etti. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok
merhamet edendir.
119. Ey iman edenler!
Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.
120. Medine halkı ve
onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah’ın Resûlünden geri kalmak, kendi
canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların, Allah yolunda
çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere
adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay
yoktur ki karşılığında kendilerine iyi bir amel(in sevabı) yazılmış olmasın.
Şüphesiz Allah, iyilik yapanların mükâfatını elbette zayi etmez.
121. Allah yolunda
küçük, büyük bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi katetmezler ki (bunlar),
Allah’ın, yaptıklarının daha güzeliyle kendilerini mükâfatlandırması için
hesaplarına yazılmış olmasın.
122. (Ne var ki)
mü’minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her
kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve
döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.12
123. Ey iman edenler!
Kâfirlerden (öncelikle) yakınınızda olanlarla savaşın ve sizde bir sertlik
bulsunlar. Bilin ki, Allah kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.
Not.1 Mücadele
22, Tevbe 23-24, 111, 123: Sümerlerde,
kanunlara karşı gelmek yasaktı. Sümer kanun yapımcıları, kanunlarının
önsözlerinde “Biz bu görevi falanca tanrı/tanrılardan
aldık” dedikten sonra kanunlarının yazımına geçiyorlardı; bitirince
de sonsözde özetle, “Kim her ne şekil
olursa olsun kanunlarımızı kabul etmezse tanrı/ tanrılar onun belasını
versinler” anlamında ifadeler yazarak bedduada bulunuyorlardı (Hammurabi kanunlarında olduğu gibi). Tevrat’ta ise, “Kardeşin,
oğlun, kızın, hanımın, dostun... Eğer seni iğfal edip sana başka bir din/inanç
öneriyorlarsa, onlara uyma. Ayrıca onlara acıma, mutlaka öldür. Önce sen, daha
sonra bütün kavim onu/onları taşlayacaksınız” hükmü vardır. bkz. Arif
Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.110-111).
Not.2 AKRABAYLA SAVAŞ EMRİ: Tevbe
23, 24, 123, Mücâdele 22:
a) Bedir savaşında Ömer kendi öz dayısı As Bin Hişam’ı öldürmüştü. Hz. Ali, Hz. Hamza
ve Ebu Ubeyde de amcazadeleri
olan Utbe, Şeybe ve Velid b. Utbe’yi öldürmüşlerdi.
Ebu Bekir ise kendi öz oğlu Abdurrahman’ı müşriklerle teke tek savaşsın diye
zorla muharebe meydanına sürüklemişti. Ebu Ubeyde bin Cerrah ise Allah rızası
için kendi babası Abdullah
b. Cerrah’ı Uhud Savaşı’nda öldürmüştü (Allah rızası için
katlettiği babasının adı Abdullah, yani Allah’ın kulu!). Mus’ab bin Umeyr de
Uhud günü kendi öz kardeşi
Ubeyd’i katletmişti.
b) Dikkat edilirse, hemen hemen bu katillerin tümü henüz hayatta iken
Muhammed’den cennet müjdesini alan insanlar.
c) Kur’an’a göre inanç farklılıkları
yüzünden tüm akrabalara karşı düşman
kesilmek dini bir vecibedir (onlara karşı çok şiddetli ve sert olun
deniyor). Eğer inançsızlıktan ötürü insanlar
akrabalarına düşman kesilmiyor, dostluğa
devam ediyorsa zalim ve fasık
olarak nitelendiriliyor (Tevbe
23, 24).
Daha beteri “Ey müminler! Akrabanız olan kâfirlerle
savaşın...” türünden ayetlerle sadece
inanç yüzünden savaş talimatını veriyor! (Tevbe 123).
d) İşte bu seçkin sahabeler çok ağır bir cinayet işlemişlerdi.
Bu cinayetleri işleyen insanlar ne kadar katı yürekli de olsalar, yine de
öldürdükleri akrabalarına mutlaka üzülmüşlerdir. Dolayısıyla, işlenen bu ağır
suçlar karşısında, ne yapıp edip bu insanlara -moral babından- ayet adı
altında bir şeyler gelmeliydi. Nitekim bu
olup bitenler esnasında bir moral ayeti oluşturuluyor. Özetle: “İman edenler her ne kadar yakın akrabaları
da olsalar Allah ve Resulüne düşman olanlarla dost olmazlar. Allah kendi
katından onları bir ruh ile desteklemiştir. Onları içlerinde ebedî kalacakları
cennetlere sokacaktır” (Mücâdele 22).
e) Belirtildiği gibi, işlenen bu
cinayetlerde Ömer yine başroldedir ve sonuçta Kur’an ayeti, her zamanki gibi
burada da onu destekler nitelikte inmiştir.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.137-139)
2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü,
(pdf-s.118)
İslami
Kaynaklar: Arif Tekin’in kitaplarında.
124. Herhangi bir sûre
indirildiğinde, içlerinden, (alaylı bir şekilde) “Bu hanginizin imanını
artırdı?” diyenler olur. İman etmiş olanlara gelince, inen sûre onların imanını
artırmıştır. Onlar bunu birbirlerine müjdelerler.
125. Kalplerinde
hastalık olanların ise, pisliklerine pislik katmış (küfürlerini artırmış),
böylece kâfir olarak ölüp gitmişlerdir.
126. Görmüyorlar mı ki,
onlar her yıl bir veya iki kere belâya çarptırılıp imtihan ediliyorlar. Sonra
ne tövbe ederler, ne de ibret alırlar.
127. Bir sûre indirildi
mi, “Sizi bir kimse görüyor mu?” diye birbirlerine göz ederler, sonra da
sıvışıp giderler. Anlamayan bir toplum olmalarından dolayı, Allah
onların kalplerini çevirmiştir.
Not.1 Müddessir
31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119,
En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9,
37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23,
Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+
Furkan 44, Enfal 32):
a) Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim
ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44
vd) diyeceğine; insanları daha
mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.
b) Daha net ifadeyle açıklamam
gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına
artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler
varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.
c) Muhammed zamanında da bu
efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok
değerli insanlar vardı; ancak Muhammed
onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların
varlığı konusunda Kuran’da
önemli ipuçları vardır.
d) Kısaca bir örnek vereyim: Enfal
32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü
muhalifler, “Ey Allah, eğer bu
Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar
yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in
kendisi) buna karşı “İçinizde
peygamberim (Muhammed) varken ben
nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu
sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık
kim buna ne kadar inanmışsa!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).
Not.2 Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:
a) Zümer 41: Yukarıdaki
ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır”
derken bu ayette “Kim doğru yola
girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar”
diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği
çok açık!
b) Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de
onlar gibi olursunuz” diyor. Bu
ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!
c) Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta
olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...
128. Andolsun, size
kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona
çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve
merhametlidir.[128 ve 129. âyetler Mekke dönemine aittir.]
129. Eğer yüz
çevirirlerse de ki: “Bana Allah yeter. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben ancak
O’na tevekkül ettim. O, yüce Arş’ın sahibidir.”
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Hacc-ı Ekber günü,
İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre, hac günlerinden arefe günü ya da bayramın
birinci günüdür. Ancak arefe günü olması ihtimali daha kuvvetlidir.
2. Huneyn, Mekke’den
Tâif’e giden yollardan biri üzerinde, Mekke’ye yaklaşık on mil uzaklıkta yer
alan bir vadinin adıdır. Bu âyetle bir sonraki ayette, Mekke’nin fethinden
sonra (H.8) müslümanlarla müşrik Havâzin kabilesi arasında, bu vadide
gerçekleşen savaşa işaret edilmektedir. Bu savaşta müslümanların sayısı
düşmanınkinden çoktu. Müslümanlar, sayıca üstünlüklerine güvenerek savaş öncesi
fazlaca emin ve rahat hareket ediyorlardı. Bu sebeple, Havâzinlilerin kurduğu
pusuya düştüler. İslâm ordusunun büyük bir kısmı düzensiz bir şekilde geri
çekilmeye başladı. Ancak, Hz. Peygamber’in ve sebatkâr bir grup müslümanın
gayretleriyle dağılan ordunun toparlanması sağlandı ve tekrar hücum edilerek
zafer kazanıldı.
3. Haram aylar,
Cahiliye devri uygulamasına göre, hürmet edilmesi gereken, savaş ve kan
dökülmesi yasak olan kamerî aylar demektir. Bu aylardan Zilkâde on birinci,
Zilhicce on ikinci, Muharrem birinci ve Receb yedinci aydır.
4. Kur’an’da “en-Nesî”
diye ifade edilen bu uygulama kısaca; Cahiliye devrinde, kan dökülmesi yasak
olan dört aydan arka arkaya gelen Zilkâde, Zilhicce ve Muharrem aylarından
birinin yerini yasak kapsamına girmeyen bir başka ay ile değiştirerek, yasak
devre içinde savaşıp kan dökebilecekleri bir ara dönem oluşturmaları
uygulamasıdır. Yasak aylar uygulaması İslâm’da kaldırılmıştır.
5. Doğru yol Kur’an’da
apaçık gösterilmiştir. Âyette, tercihlerini sapıklıktan, inkârdan yana
kullananların, bu tercihlerine rağmen doğru yola iletilmeyeceği, bir kural
olarak ifade edilmektedir. Benzer diğer âyetleri de böyle anlamak gerekir.
6. Âyetin bu kısmına
tefsir bilginlerince, “Gençler ve yaşlılar olarak”, “Siz kolay da gelse, zor da
gelse” gibi çeşitli anlamlar da verilmiştir.
7. Âyetin bu kısmı,
“Allah’ın, içlerinde gizledikleri ve gizlice yaptıkları görüşmeleri..” şeklinde
de tercüme edilebilir.
8. İslâm tarihinde
“Dırâr Mescidi” diye bilinen bir mescid, bazı münafıklarca, Kuba mescidi
civarında; bu mescidi gözden düşürmek için inşa edilmişti. Münafıklar, bu işe
hıristiyan bir rahip olan Ebû Âmir’in teşvikiyle girişmişlerdi. Ebû Âmir, Hz.
Peygamber ile uzun müddet savaştıktan sonra Suriye’ye kaçmıştı. Münafıklar, Ebû
Âmir’in bir ordu ile gelip müslümanlarla savaşmasını bekliyorlardı. Yaptıkları
bu mescidin, müslümanları bölmesini ve böylece ona yardım etmiş olmayı
umuyorlardı.
9. “Oruç tutanlar”
şeklinde tercüme edilen “es-Sâihûn” kelimesi, “(Allah yolunda) seyahat edenler”
şeklinde de tercüme edilebilir.
10. Hz.İbrahim’in
babasına verdiği söz ile ilgili olarak bakınız: Meryem sûresi, âyet, 47; Şu’arâ
sûresi, âyet, 69-86; Mümtehine sûresi, âyet, 4.
11. Âyette sözü edilen
üç kişi Medineli müslümanlardan Ka’b b. Malik, Hilâl b. Ümeyye ve Murâra b.
Rabi’dir. Bunlar Tebük seferine katılmayıp geride kalmışlardı. Hz. Peygamber,
Tebük’ten dönünce bunlarla konuşmamış, ashap da onlardan yüz çevirmişti.
Bunların tövbelerinin kabul edildiği hükmü, öncekilerden elli gün sonra
gerçekleşmişti.
12. Tebük seferinden
sonra Hz. Peygamber, küçük bir birlik çıkarmıştı. Seferden geri kalanlar
hakkında inen âyetlerin de etkisi ile bu defa herkes bu birliğe katılmış, din
konusunda köklü bilgi sahibi olmak üzere meşgul olacak kimse kalmamıştı. Bu
âyette, ilmin cihad kadar önemli olduğuna, biri olmadan öbürünün olmayacağına
dikkat çekilmektedir.
NASR | YARDIM
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |