ANA SAYFA AÇIKLAMALAR SURELER AYETLER İÇİNDEKİLER MEKKE DÖNEMİ NOTLAR HİCRET NOTLAR MEDİNE DÖNEMİ NOTLAR HZ. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ HZ. MUHAMMED’DEN SONRA SON NOTLAR




            74- İNANANLAR | MÜ'MİNÛN (Kitap Sırası-23)


SURE AÇIKLAMASI (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Mekke döneminde inmiştir. 118 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “el-Mü’minûn” kelimesinden almıştır. “el-Mü’minûn”, mü’minler demektir. Müşriklere son uyarı niteliğindeki bu sûrede, mü’minlerin zafere ulaşacakları, kötülerin cezaya çarptırılacağı konu edilmektedir.

            Şefkatle merhamet eden Allah’ın adıyla.

1.         Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.

2.         Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.

3.         Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.

4.         Onlar ki, zekâtı öderler.

5.         Onlar ki, ırzlarını korurlar.

6.         Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar.

Not.1         KUR’AN’DA KÖLE VE CARİYE: Mü’minûn 6, Meâric 30-31, Ahzâb 55, Nur 31:

                   Bu ayetlerin içerdiği anlamı somut bir örnekle netleştirelim: Enes anlatıyor:

                   “Muhammed bir gün kendi kızı Fadime’ye bir köle verdi. Fadime’nin üzerindeki fistan kısaydı ve onunla bütün vücu­du kapanmıyordu. Bunun üzerine Muhammed’e, ‘Benim fis­tanım tüm bedenimi örtmüyor; bu durumda bu köle yanımda kalınca benim bedenimi görmekle ben günaha girmiş olmaz mıyım?’ diye soruyor. Muhammed ise, ‘Kızım, bir şey ol­maz. Zira ben senin babanım, bu da senin kölendir. O ba­kımdan, senin vücudun ona görünse de bir sakıncası yoktur’ diyor.”

                   Bu hadisten şu sonuç ortaya çıkıyor:

a)               Zaman içinde Muhammed saltanatını kurunca, öyle bir aşamaya gelinmiş ki, devlet malı sayılan köleleri kendi öz çocu­ğu olan Fadime’ye bile kullandırmıştır. Bunun adı -bugünkü ta­birle- devletin bütçesinden yakınlarına çıkar sağlamaktır. Zaten bu konuda ganimet ve fey kısmında yeterince bilgi verilmişti.

b)               Bu ayetten net olarak anlaşılıyor ki, Kur’an, köleyi insan saymamıştır ki kadın kendini ona karşı örtsün.

                   Söz Muhammed’in Fadime’ye köle verdiğinden açılmışken, bir konuya açıklık getirelim: Fadime bir gün Muhammed’den bir köle istemiş; o da“Arkadaşlarım aç iken ben sana köle vere­mem” demiş. Peki ama Fadime ondan ekmek değil de köle istemişti; bu durumda bu ola­yın açlıkla ne ilgisi vardır diye sorulmaz mı?

                   Bunun anlamı şudur: Muhammed, ya o köleyi satıp aç olan o arkadaşlarının masrafında harcayacaktı; ya da onu arkadaşlarının hizmetinde çalıştı­racaktı. Bunun üçüncü bir ihtimali yoktur.

                   Yani burada yine köle için hayra alamet bir şey yoktur. Kur’an’a göre kölenin insan sayılmadığı bu ayetlerle de açık şekilde gözler önüne serilmiştir.

                   Sonuç olarak, ister Muhammed’in hanımları, ister normal vatandaşların hanımları için olsun “kendilerini köle ve cariyelerinden örtmeyebilirler” denilmekle, kölenin insan sayılmadığı gayet açık bir dille tescil ediliyor.                                              bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.284-285).

7.         Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır.

8.         Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.

9.         Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler.

10.       İşte bunlar varis olanların ta kendileridir.

11.       Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerde (Kehf 107, Mü’minun 11) geçen;

                   FİRDEVSkelimesi Arapça değildir. Süryanice’dir, “üzüm bağı” anlamına gelir. Kur’an’da “cennetin bir çeşidi” olarak geçi­yor. “Üzüm” anlamına gelen Nebatice “Ferdasa” kelimesinden geldiğini ve Rumca bir kelime olup “bağ” anlamına geldiğini söyleyenler de vardır. Yabancı bir kelime olduğu için, Kur’an’ı tercüme edenler genelde, “Firdevs cennetleri” deyip geçmişler (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.277).

12.       Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.

Not.1         Yaratılış + Çamurdan Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Sâd 75, Fatır 11, İsra 61, Hicr 26, 28, 33, En’âm 2, Saffat 11, Enbiyâ 30, Mü’minûn 12, Secde 7, Rum 20, Hacc 5, Rahman 14, Âli İmrân 59, Maide 110. Bu ayetlerde özetle Allah insanı çamurdan yarattık” diyor.

                   Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Kaf 38, A’raf 54, Furkan 59, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Naziat 27-33, Bakara 29, Hadid 4.

                   Bu ayetlerde özetle Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri 6 günde yarattı” diyor.

a)               Tevrat’tan alınan “Yaratılış Efsanesi”, “Tanrıların insanı çamurdan yaratması”, “Tanrı(lar)ın gökleri ve yeri 6 günde yaratıp 7. gün dinlendiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).

b)               Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz), bazen üçüncü şahıs (örn. yarattı) olarak konuşturulması” teması da çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.16).

c)               Sumer ve Tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. Kur’an’da çok yüzeysel. Fakat Enbiyâ 30’da anlatıldığı gibi ana fikir, “gök ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması aynı.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.35).

d)               Tevrat’ta “Şabat günü olarak tanımlanan 7. gün (Cumartesi; Satürn gezegeninden gelme Saturday) Babillilerin her ayın 7. günü (Şapatu) yaptıkları kutlamalardan geçmiştir. İslamiyette bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.25 ve s.35-36’da dipnot 28).

e)               Fussilet 10’da şu çelişki var: İlkin dünyayı 2 günde yarattığını söylüyor, buna ek olarak dört (4) gün de dünyadaki bereketleri, dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor;

                   ki -gökler hariç, sadece yer ve insanlar için- toplam olarak 6 gün oluyor.

                   2 gün de göklere verirsek kâinatın yaratılışı toplam 8 gün eder!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.49).

f)                Kabul edelim ki tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış; yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin iki katı kadar zaman ayırması, ona biçilen büyüklükle ters orantılıdır.   bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.49-50).

g)               Fussilet 9-12 ve Bakara 29’da “kâinat yaratılırken önce yer, daha sonra gök yaratılmıştır” diyor.

                   Ancak Naziat 27-33’te tam tersine, öncekilerle çelişen bir açıklama var. Orada “önce gökleri, daha sonra yeri yarattığını” söylüyor.

                   Kuran’ı açıklamaya çalışanlar (müfessirler) “Allah, hammadde olarak önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı” biçiminde yorum getiriyorlar. Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır. Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri yarattığını görüyoruz. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi içinde net çelişkileri mevcuttur.                                            bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.50).

h)               Enbiya 30’da Kur’an’ın Allah’ı “göklerle yerin başlangıçta bitişik olduğunu, sonra onları ayırdığını” anlatır.                                                                                                              bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.51).

i)                 Naziat 27’de Kur’an’ın Allah’ının kendisi gökleri yaratmanın zor olduğunu söylüyor.

j)                 Yasin 82’de “Allah bir şeye, ‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” diyor. O halde Kur’an Allah’ı insanı, gökleri, yeri ve arasındakileri yaratmak için neden bu kadar uğraşıyor?        bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.36-59).

13.       Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        (ilk kez) bu ayetin Arapçasında geçen;

                   AHLEDE/HULUDkelimesi Arapça değildir.

                   İbranice’dir ve “karargâh kurmak, bağlanmak” demektir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.271).

14.       Sonra bu az suyu “alaka”1 hâline getirdik. Alakayı da “mudga”2 yaptık. Bu “mudga”yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!

Not.1         Bu ayet ilk önce, “... Sonunda onu bambaşka bir yaratık (insan) olarak teşekkül ettirdik” şeklinde iner. Muhammed bu ayeti anlatırken Ömer hayretini dile getirip “Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yüce­dir” der. Bir süre sonra Muhammed Ömer’e, “Az önce Cebrail geldi ve bu ayetin sonunda şu cümleciğin de var olduğunu söyledi...” der ve Ömer’in az önce ifade ettiği cümlenin tıpatıp aynısını okur. Cebrail bir daha inmiş, eksik getirdi­ği ayeti bu şekilde tamamlamış oluyordu. Evet, burada haklı olarak şunu sormak lazım: Acaba Allah neden bu çok kısa olan ayeti önce eksik gönderdi de, Ömer’in iyi (!) bir ifade kullanması sonucu bir daha Cebrail’i yollayıp tekrar düzenleme ihtiyacını duydu? Bu olaya bakıldığında ilk etapta, Ömer'in söylediği bir sözün, ayet olarak şekillenmesi dikkat çekiyor. Oysa bu son cümle İslamiyetin dayandığı temel paradigmaya, yani Allah’ın bir olduğu prensibine ters düşüyor ve Kur’an’da var olan (Allah’tan başka yaratıcı olmadığını ifade eden (Fatır 3, Saffat 96, Zümer 62 gibi) daha önce inmiş diğer ayetlerle de çelişiyor. Ömer’in bu son cümlesiyle, başka yaratıcıların varlığı da kabul edile­rek, Allah hakkında, “Yapıp yaratanların en güzeli” deniyor ve yaratma konusunda Allah’a ortaklar kabul ediliyor.

                   İşte İslam düşünürleri arasında tartışmalara yol açan bu olay, bu ayette Ömer’in temennisi üzerine daha sonra inen bölümdür.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.79-81).

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

15.       Sonra (ey insanlar) siz bunun ardından muhakkak öleceksiniz.

16.       Sonra yine muhakkak siz, kıyamet gününde (tekrar) diriltileceksiniz.

17.       Andolsun, biz sizin üzerinizde yedi yol yarattık.3 Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz.

Not.1         İsra 44, Fussilet 12, Müminun 17, 86, Mülk 3, Nebe 12, Bakara 29, Talak 12: Bu ayetlerde yerkürenin “7 kat” olduğu yazıyor. Gerek İslam’da ve gerekse Tevrat’la Sümer mitolojisinde ortak olarak kullanılan 7 (yedi) rakamı dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ aşmak, 7 cehennem kapısı, 7 ağaç... gibi terimler sıkça kullanılıyordu. Bu inanç da çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.55-56).

18.       Biz, gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.

19.       Onunla sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bu bağ ve bahçelerde sizin için pek çok meyveler vardır ve siz onlardan yiyorsunuz.

Not.1         Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34, Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67, Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.

                   Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141, Nahl 11, Nur 35

a)               Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki ayetler).

b)               Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi verdiği” İncil’de anlatılmaktadır (Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).

c)               Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta (Tekvin, 3/7), hem  İncil’de (Markos, 13/28), hem de Kuran’da (Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.

d)               İşte Muhammed, incir-zeytin ve Tur dağıyla ilgili eski mitolojik inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse onlara Kuran’da kadro açmıştır. Hatta bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre (Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.

e)               Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı, söylediklerine inandırıcılık kazandırmak amacıyla kullanmıştır. Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.

f)                İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir. Dolayısıyla, benim bu doğruları söylemekle en fazla Müslümanlara faydalı olacağım da bilinmeli.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.149-150)

20.       Yine o su ile Sîna dağında biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki hem yağ, hem de yiyenlere katık verir.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara 63, 93, Nisa 154) geçen;

                   TURkelimesi Arapça değildir.

                   Süryanice’dir, “dağ” anlamına gelir. Ayrıca Ne­batice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor.

ayrıca;      bu ayetlerin (Tin 2, Mü’minun 20) Arapçasında geçen;

                   SİNİNkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “Sina dağı” bu kökenden gelmedir. Kur’an’da iki yerde geçer, birinde “Sinin” yerine “Seynae” yazılmıştır, bu bir yazım hatasıdır, anlam aynıdır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.276, 285).

21.       Hayvanlarda sizin için elbette bir ibret vardır. Onların içlerindeki sütten size içiririz. Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır ve onlardan yersiniz de.

22.       Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.

23.       Andolsun biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Allah’a karşı gelmekten hâlâ sakınmaz mısınız?” dedi.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (A’raf 185, Yasin 83, En’am 75, Müminun 23) Arapçasında geçen;

                   MELEKUTkelimesi Arapça değildir.

                   Nebatice’dir, “melik-padişah” anlamına gelir. Kur’an’da da “hükümranlık” anlamında kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.291).

24.       Bunun üzerine kendi kavminden inkâr eden ileri gelenler şöyle dediler: “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bir melek gönderirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”

25.       “Bu, ancak cinnet getirmiş bir adamdır. Öyle ise bir müddet onu gözetleyiniz.”

26.       (Nûh), “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.

27.       Bunun üzerine Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye vahyettik. “Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup taştığında Nûh’a) dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır.”4

28.       Sen ve beraberindeki kimseler, gemiye bindiğiniz zaman: “Bizi zalim kavmin elinden kurtaran Allah’a hamd olsun” de.

29.       Yine de ki: “Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen, konuk edenlerin en hayırlısısın.”

Not.1         A’râf 59, Yâsîn 41-43, Şuarâ 117-120, Yunus 73, Hûd 36-44, Zâriyât 46, Mü’minûn 26-29, Ankebût 14-15: Nuh’un, kavmi ile olan inanç problemleri üzerine kurulu “Tufan” hikâyesi Tevrat’tan alınmadır. Ancak bu hikâyenin aslı da çok tanrılı Sumerlere dayanmaktadır (Gılgamış Destanı’nın son kısmını oluşturan bu hikâye, ölümsüzlüğü arayan Gılgamış’a, tufandan kurtulup Tanrılar tarafından ölümsüzlük verilen Utnapiştim tarafından anlatılmıştı. Kur’an da Nuh’un bu hikâyesini sıkça kullanıp, inanmayanlara “Tufan” mesajı vermeye çalışıyor).

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.49-53).

30.       Şüphesiz bu olayda ibretler vardır. Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan ederiz.

31.       Sonra onların (Nûh kavminin) ardından başka bir nesil yarattık.

32.       Onlara, kendilerinden, “Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur, hâlâ O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” diye öğüt veren bir peygamber gönderdik.

33.       O peygamberin kavminden, Allah’ı inkâr eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor.”

34.       “Andolsun, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz mutlaka ziyana uğrarsınız.”

35.       “O, öldüğünüz, toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka (diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?”

36.       “Hâlbuki bu size vaad olunan şey, ne kadar da uzak!”

37.       “Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.”

38.       “Bu, Allah’a karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız.”

39.       O peygamber, “Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.

40.       Allah, “Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!” dedi.

41.       Derken onları o korkunç ses, kaçınılmaz olarak kıskıvrak yakalayıverdi de kendilerini çör çöp yığını hâline getirdik. Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!

42.       Sonra bunların arkalarından başka nesiller yarattık.

43.       Hiçbir ümmet, kendi ecelinin önüne geçemez, onu geciktiremez de.

44.       Sonra arka arkaya peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete kendi peygamberi geldikçe, onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardından helâk ettik ve onları birer ibretli hikâye yaptık. Artık inanmayan bir kavim, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!

45-46.  Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular.

47.       Bu yüzden, “Kavimleri bize kul köle iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız” dediler.

48.       Böylece ikisini de yalanladılar, bu yüzden de helâk edilenlerden oldular.

49.       Andolsun, hidayete ersinler diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.

50.       Meryem oğlu İsa’yı ve annesini büyük bir mucize kıldık ve her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik.

51.       Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.

52.       Şüphesiz bu (İslâm), tek bir din olarak sizin dininizdir. Ben de Rabbinizim. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının.

53.       (İnsanlar ise, din) işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her grup kendinde bulunan ile sevinmektedir.

54.       Ey Muhammed! Sen onları bir zamana kadar, gaflet ve şaşkınlıklarıyla baş başa bırak!

55-56.  Kendilerine bol bol verdiğimiz mal ve evlatla onların iyiliğine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar farkına varmıyorlar!

57.       Rablerinin azametinden korkup titreyenler,

58.       Rablerinin âyetlerine inananlar,

59.       Rablerine ortak koşmayanlar,

60.       Rabblerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri ürpererek verenler,

61.       İşte bunlar hayır işlerine koşuşurlar ve o uğurda öne geçerler.

62.       Biz hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir kitab vardır. Onlar zulme, haksızlığa uğratılmazlar.

63.       Ancak kâfirlerin kalbleri bu Kur’an’a karşı bir gaflet içindedir. Onların bundan başka yapageldikleri birtakım (kötü) işleri de vardır.

64.       Nihayet refah ve bolluk içinde olanlarını azapla kıskıvrak yakaladığımız zaman, bakmışsın ki feryat edip duruyorlar.

65.       Boşuna feryat edip durmayın bugün. Zira bizden yardım görmeyeceksiniz.

66-67.  Çünkü âyetlerim size okunurdu da siz buna karşı büyüklük taslayarak arkanızı döner, geceleyin toplanıp hezeyanlar savururdunuz.

68.       Onlar bu sözü (Kur’an’ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, önceki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?

69.       Ya da onlar henüz kendi peygamberlerini tanımadılar da o yüzden mi onu inkâr ediyorlar?

70.       Yoksa “O cinnet getirmiş” mi diyorlar? Hayır o, onlara hakkı getirdi. Hâlbuki onların pek çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar.

71.       Eğer hak onların arzularına uysaydı, gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şereflerini (Kur’an’ı) getirdik. Onlar ise bu şereflerinden yüz çeviriyorlar.

72.       Ey Muhammed! Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun (da inanmıyorlar)? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

73.       Şüphesiz sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.

74.       Fakat ahirete inanmayanlar, ısrarla bu yoldan çıkmaktadırlar.

75.       Biz onlara merhamet edip başlarına gelen zararı giderseydik, yine de azgınlıkları içinde bocalayıp kalırlardı.

76.       Andolsun, biz onları azap ile kıskıvrak yakaladık da yine Rablerine boyun eğmediler ve O’na yalvarıp yakarmadılar.

77.       Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımızda bir de bakarsın onun içinde ümitsizliğe düşüvereceklerdir.

78.       Hâlbuki O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!

79.       O, sizi yeryüzünde yaratıp türetendir. Sadece O’nun huzurunda toplanacaksınız.

80.       O, diriltendir, öldürendir. Gece ile gündüzün birbirini takib etmesi de O’na aittir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?

81.       Hayır onlar, öncekilerin söyledikleri sözler gibi sözler ettiler.

82.       Dediler ki: “Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı tekrar diriltileceğiz?”

83.       Andolsun, biz de bizden önce atalarımız da bununla tehdit edildik. Bu, öncekilerin uydurduğu masallardan başka bir şey değildir.

84.       De ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin: Yer ve yerde bulunanlar kime aittir?”

85.       “Allah’ındır” diyecekler. “Öyle ise siz hiç düşünüp öğüt almaz mısınız?” de.

86.       De ki: “Yedi kat göklerin Rabbi, büyük Arş’ın Rabbi kimdir?”

Not.1         İsra 44, Fussilet 12, Müminun 17, 86, Mülk 3, Nebe 12, Bakara 29, Talak 12: Bu ayetlerde yerkürenin “7 kat” olduğu yazıyor. Gerek İslam’da ve gerekse Tevrat’la Sümer mitolojisinde ortak olarak kullanılan 7 (yedi) rakamı dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ aşmak, 7 cehennem kapısı, 7 ağaç... gibi terimler sıkça kullanılıyordu. Bu inanç da çok tanrılı Sumer Uygarlığından kaynaklanmaktadır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.55-56).

87.       “Allah’ındır” diyecekler. “Öyle ise O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” de.

88.       De ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin: Her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi koruyan, kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?”

89.       “Allah’ındır” diyecekler. “Öyle ise nasıl aldanıyorsunuz?” de.

Not.1         ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI DEĞİŞİKLİKLER: Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7:

                   Gaddarlığıyla tarihe geçen Haccac b. Yusuf (halk tabiriyle Haccac-ı Zalim) Kur’an’ın on bir-on iki yerinde (yukarıdaki ayetlerde) değişiklik yapmıştır.

                   Haccac b. Yusuf’un oynama yaptığı, değiştirdiği iddia edilen ayetleri aşağıya alıyorum:

                   Kitab-üI Mesahif, İbn-i Ebu Davud Sicistani, 1/280, no: 142 ve devamı. Bakara 259'da geçen ‘Iem yelesemeh’ kelimesinde aslında son harf olan (h) yoktur. Maide 48’de geçen 'Şir'aten' kelimesi, aslında 'Şeriaten' imiş; ama Haccac değiştirmiş. Yine Yunus 22’de geçen 'Yüseyyirukum' aslında 'Yünşiruküm' biçimindeymiş. Yusuf 45’te geçen 'Ünebbiukum' kalıbı, aslında 'Afiktim' şeklindeymiş. Mü'minun 85, 86 ve 89’da 'Lillafı' geçiyor. Bunlar da aslında 'Allah' şeklinde yazılıymış. Şuara 116’da Nuh hakkında geçen 'Meretimin' aslında 'Muhrecin' imiş. Yine Şuara 167’de Lut hakkında kullanılan 'Muhrecin' kelimesi, aslında 'Meretimin' şeklindeymiş. Zuhruf 32’de geçen, 'Maişet' kelimesi de aslında 'Meayiş' biçimindeymiş. Muhammed 15’te geçen ‘Âsin' kelimesi, aslında 'Yasin' şeklindeymiş. Hadid 7’de 'Enfiku' kelimesi de aslında 'İttekav' biçimindeymiş. Tekvir 24’de geçen 'Denin' kelimesi de aslında 'Zenin' şeklindeymiş.

                   Tüm bunları Haccac b. Yusuf değiştirmiştir. Bir iş ki bu adam da ona bulaşmışsa düşün­mek lazım.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.217-218).

Not.2         ZALİM HACCAC HAKKINDA KISA BİR BİLGİ: Kendisi (h. 41-95) yılları arasında yaşamış. Aslen Sakif kabile­sinden olup Emevilerin en zalim valilerindendir. En çok Emevi sultanı Mervan b. Hakem döneminde yıldızı parlamış. Tabi ki o da Emevilerin sadık bir adamıydı. O sıralar halifelik davasında bulunan Zübeyr b. Avam’ın oğlu Abdullah, Mekke’ye yerleşiyor (ki bu adam aynı zamanda Kur’an’ı kitap haline getiren dört ki­şilik komisyonun bir üyesiydi). Abdullah’a muhalif olan Haccac Mekke’yi ablukaya alıyor, sonunda Abdullah katledilince Haccac onun vücudunu parçalara ayırıp Emevi lideri Mervan b. Hakem’e gönderiyor.

                   Tarihi kaynaklar, Haccac’ın yüzbinlerce insanı katlettiğini, onbinlercesini hapsettiğini, hatta tutuklular arasındaki otuz bin kişinin sadece kadın olduğunu yazıyorlar.

                   Meşhur Ömer b. Abdülaziz onun hakkında Dünyadaki her toplum kendi kötü adamıyla ortaya çıksa, biz de Haccac’la çıksak, kesinlikle kötü­lükte şampiyon oluruz diyor.

                   Yine aynı Ömer Velit Şam’da halife, Haccac Irak’ta vali, onun kardeşi Yemen valisi, Osman b. Hayyan Hicaz bölgesinden sorumlu ve Kurre de Mısır’da idare­ci olursa, demek ki dünya zulümle dolmuştur” diyor.

                   Haccac hicri 74. yılında Medine’ye gidince çoğu sahabilere hakaret ediyor. Bunlar arasında meşhur olanları da var. Mesela Enes b. Malik, Sehl b. Sa’d ve Cabir b. Abdullah gibi.

                   Süleyman b. Abdülmelik görevi devralınca, Haccac’ın zindanlara attığı insanlardan, yalnız bir günde 81 bin kişiyi tahliye ediyor.

                   En korkutucu bilgileri, Tarih-i Hamis yazarı ve Mesudi yazmışlardır. Katlettiği insanların sayısı hakkında çok yüksek ra­kamlardan, mesela 170 bin ölü ve tutuklu sayısından söz edili­yor. Tabi ki o zaman insan nüfusu bugünkü kadar fazla değildi. Dolayısıyla o zaman için bu sayı çok yüksek bir rakam.

                   Süyuti gibi biri Kur’an’ın orijinal olmadığına ilişkin bu kadar bilgi sunmuşsa, artık gerisini düşünmek lazım.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.218-219).

90.       Hayır, biz onlara gerçeği getirdik, fakat onlar kesinlikle yalancıdırlar.

91-92.  Allah, hiçbir çocuk edinmemiştir. O’nunla birlikte başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle olsaydı, her ilâh kendi yarattığını alır götürür ve mutlaka birbirlerine üstün gelmeye çalışırlardı. Gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah, onların yakıştırdığı nitelemelerden uzaktır. Onların koştukları ortaklardan çok yücedir.

93-94.  De ki: “Ey Rabbim! Onlara yöneltilen tehditleri bana mutlaka göstereceksen, beni o zalim milletin içinde bulundurma.”

95.       Bizim onlara yönelttiğimiz tehditleri sana göstermeye elbette gücümüz yeter.

96.       Kötülüğü, en güzel olan şeyle uzaklaştır. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri daha iyi biliriz.

97.       De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım.”

98.       “Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.”

99-100.      Nihayet onlardan birine ölüm gelince, “Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım” der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.

101.     Sûr’a üfürüldüğü zaman, (işte) o gün ne aralarında soy-sop yakınlığı kalacak, ne de birbirlerini arayıp soracaklardır.

102.     Artık kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

103.     Kimlerin de tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana uğratanların ta kendileridir. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır.

104.     Ateş yüzlerini yalar ve onlar orada sırıtır kalırlar.

105.     Allah, “Âyetlerim size okunuyordu da siz onları yalanlıyordunuz, değil mi?” der.

106.     Onlar da şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Biz azgınlığımıza yenik düştük ve sapık bir toplum olduk.”

107.     “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer (tekrar günaha) dönersek şüphesiz kendimize zulmetmiş oluruz.”

108.     Allah, ”Aşağılık içinde kalın orada, artık benimle konuşmayın!” der.

109.     Kullarımdan, “Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın” diyen bir grup var idi.

110.     Siz ise onlarla alay ediyordunuz. O kadar ki onlar size beni anmayı unutturdu. Onlara hep gülüyordunuz.

111.     Sabretmiş olmaları sebebiyle, bugün ben onları mükâfatlandırdım. Şüphesiz onlar başarıya erenlerin ta kendileridir.

112.     Allah, (inkârcılara) “Yeryüzünde kaç sene kaldınız?” diye sorar.

113.     Onlar, “Bir gün, ya da bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap tutanlara sor” derler.

114.     Allah, şöyle der: “Çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu (daha önce) bilmiş olsaydınız.”

115.     “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”

116.     Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. O’ndan başka hiç ilâh yoktur. O, şerefli ve yüce Arş’ın Rabbidir.

117.     Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile birlikte başka bir ilâha taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler.

118.     De ki: “Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!”





DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)

1.     “Alaka”; erkeğin spermiyle döllenmiş yumurtadan bir hafta zarfında oluşan hücre topluluğunun rahim cidarına asılıp gömülmüş şekli demektir.

2.     “Mudga”; ceninin, üzerinde diş izlerini andıran şekiller taşıyan henüz uzuvları oluşmamış şekli demektir. Ceninin ana rahminde geçirdiği evreler için ayrıca bakınız: Hac sûresi, âyet, 5.

3.     “Yedi yol” ifadesi ile güneş sisteminde yer alan, dünya dışındaki yedi gezegenin yörüngelerine işaret ediliyor olabilir. Bu ifade, “gökteki yedi yıldız sistemi”, “yedi gök tabakası” diye de açıklanmıştır.

4.     Aynı olayla ilgili olarak bakınız: Hûd sûresi, âyet, 40.



Sonraki sure
SECDE | SECDE




KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ

1.      Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni

2.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2)

3.      Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler

4.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü

5.      Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni





SURELER (NÜZUL SIRASI)

Free Web Hosting