74- İNANANLAR | MÜ'MİNÛN (Kitap
Sırası-23)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Mü’minler,
gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.
2. Onlar ki,
namazlarında derin saygı içindedirler.
3. Onlar ki,
faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.
4. Onlar ki, zekâtı
öderler.
5. Onlar ki,
ırzlarını korurlar.
6. Ancak eşleri ve
ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden
dolayı kınanmazlar.
Not.1 KUR’AN’DA KÖLE VE CARİYE: Mü’minûn
6, Meâric 30-31, Ahzâb 55, Nur 31:
Bu ayetlerin içerdiği anlamı somut bir örnekle netleştirelim: Enes anlatıyor:
“Muhammed bir gün kendi kızı Fadime’ye bir köle verdi.
Fadime’nin üzerindeki fistan kısaydı ve onunla bütün vücudu kapanmıyordu.
Bunun üzerine Muhammed’e, ‘Benim fistanım
tüm bedenimi örtmüyor; bu durumda bu köle yanımda kalınca benim bedenimi
görmekle ben günaha girmiş olmaz mıyım?’ diye soruyor. Muhammed ise, ‘Kızım, bir şey olmaz. Zira ben senin
babanım, bu da senin kölendir. O bakımdan, senin vücudun ona görünse
de bir sakıncası yoktur’ diyor.”
Bu hadisten şu sonuç ortaya
çıkıyor:
a) Zaman
içinde Muhammed saltanatını kurunca, öyle bir aşamaya gelinmiş ki, devlet malı sayılan köleleri kendi öz
çocuğu olan Fadime’ye bile kullandırmıştır. Bunun adı -bugünkü tabirle-
devletin bütçesinden yakınlarına çıkar sağlamaktır. Zaten bu konuda ganimet ve
fey kısmında yeterince bilgi verilmişti.
b) Bu ayetten net olarak anlaşılıyor
ki, Kur’an, köleyi insan saymamıştır ki kadın
kendini ona karşı örtsün.
Söz Muhammed’in Fadime’ye
köle verdiğinden açılmışken, bir konuya açıklık getirelim: Fadime bir gün Muhammed’den bir köle
istemiş; o da“Arkadaşlarım aç
iken ben sana köle veremem” demiş. Peki ama Fadime ondan ekmek değil de köle istemişti; bu
durumda bu olayın açlıkla ne ilgisi vardır diye sorulmaz mı?
Bunun anlamı şudur: Muhammed, ya o köleyi satıp aç olan o
arkadaşlarının masrafında harcayacaktı; ya da onu arkadaşlarının hizmetinde
çalıştıracaktı. Bunun üçüncü bir ihtimali yoktur.
Yani burada yine köle için
hayra alamet bir şey yoktur. Kur’an’a
göre kölenin insan sayılmadığı bu
ayetlerle de açık şekilde gözler önüne serilmiştir.
Sonuç olarak, ister
Muhammed’in hanımları, ister normal vatandaşların hanımları için olsun “kendilerini köle ve cariyelerinden
örtmeyebilirler” denilmekle, kölenin
insan sayılmadığı gayet açık bir dille tescil ediliyor.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.284-285).
7. Kim bunun
ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır.
8. Yine onlar ki,
emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.
9. Onlar ki,
namazlarını kılmağa devam ederler.
10. İşte bunlar varis
olanların ta kendileridir.
11. Onlar Firdevs
cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Kehf 107, Mü’minun 11) geçen;
“FİRDEVS” kelimesi
Arapça değildir. Süryanice’dir,
“üzüm bağı” anlamına gelir.
Kur’an’da “cennetin bir çeşidi”
olarak geçiyor. “Üzüm” anlamına
gelen Nebatice “Ferdasa”
kelimesinden geldiğini ve Rumca bir kelime olup “bağ” anlamına geldiğini
söyleyenler de vardır. Yabancı bir kelime olduğu için, Kur’an’ı
tercüme edenler genelde, “Firdevs
cennetleri” deyip geçmişler (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte
dünya” ile ilgili kelimeler başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.277).
12. Andolsun, biz
insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.
Not.1 Yaratılış + Çamurdan Yaratılış Efsanesi ile ilgili ayetler: Sâd 75, Fatır 11, İsra 61, Hicr
26, 28, 33, En’âm 2, Saffat 11, Enbiyâ 30, Mü’minûn 12, Secde 7, Rum 20, Hacc
5, Rahman 14, Âli İmrân 59, Maide 110. Bu ayetlerde özetle Allah “insanı çamurdan
yarattık” diyor.
Yaratılış Efsanesi ile ilgili
ayetler: Kaf
38, A’raf 54, Furkan 59, Yunus 3, Hud 7, Fussilet 9-12, Secde 4, Naziat 27-33,
Bakara 29, Hadid 4.
Bu
ayetlerde özetle “Allah gökleri ve yeri ve ikisinin
arasındakileri 6 günde yarattı” diyor.
a) Tevrat’tan
alınan “Yaratılış Efsanesi”, “Tanrıların insanı çamurdan yaratması”, “Tanrı(lar)ın
gökleri ve yeri 6 günde yaratıp 7. gün dinlendiği” teması çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.35-40).
b) “Tanrı’nın bazen birinci çoğul şahıs (biz),
bazen üçüncü şahıs (örn. yarattı) olarak konuşturulması”
teması da çok tanrılı Sumer
Uygarlığından kaynaklanmaktadır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.16).
c) Sumer ve Tevrat hikâyesi birbirine çok yakın. Kur’an’da çok yüzeysel. Fakat Enbiyâ
30’da anlatıldığı gibi ana fikir, “gök
ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması” aynı.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.35).
d) Tevrat’ta
“Şabat günü olarak tanımlanan 7. gün (Cumartesi; Satürn
gezegeninden gelme Saturday) Babillilerin
her ayın 7. günü (Şapatu) yaptıkları kutlamalardan geçmiştir. İslamiyette bu gün Cuma’ya dönüştürülerek daha hafifletilmiş kuralla alınmıştır.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, age, (pdf-s.25 ve s.35-36’da dipnot 28).
e) Fussilet 10’da şu çelişki var: İlkin dünyayı 2 günde
yarattığını söylüyor, buna ek olarak dört (4) gün de dünyadaki bereketleri,
dağları ve rızıkları yarattığını, zamanını bunlara ayırdığını belirtiyor;
ki -gökler hariç, sadece yer ve insanlar için- toplam olarak 6 gün oluyor.
2 gün de göklere verirsek kâinatın yaratılışı toplam 8 gün eder!
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.49).
f) Kabul edelim ki tanrı dünyaya toplam olarak dört gün ayırmış;
yine çelişkiler bitmez. Çünkü bilindiği gibi dünya güneşin küçücük bir uydusudur. O nedenle, Allah’ın bu küçücük uyduya tüm evrenin
iki katı kadar zaman ayırması, ona
biçilen büyüklükle ters orantılıdır.
bkz. Arif Tekin, age,
(pdf-s.49-50).
g) Fussilet 9-12 ve Bakara 29’da
“kâinat yaratılırken önce yer, daha
sonra gök yaratılmıştır” diyor.
Ancak Naziat 27-33’te tam tersine, öncekilerle
çelişen bir açıklama var. Orada
“önce gökleri, daha sonra yeri
yarattığını” söylüyor.
Kuran’ı açıklamaya çalışanlar
(müfessirler) “Allah, hammadde olarak
önce yeri, daha sonra gökleri yaratmış; ancak son şekillerini verme
aşamasında ilkin gökten, daha sonra yerden başladığı” biçiminde yorum
getiriyorlar. Bellidir ki bu yorumu da Tevrat’tan aktarmışlardır.
Çünkü Tevrat’ın da hemen ilk cümlesinde tanrının evvela yerle gökleri (hammadde
olarak) yarattığını, tekamülleri aşamasındaysa ilkin gökleri, daha sonra yeri
yarattığını görüyoruz. İşin bilimsellikten uzaklığı bir yana; bir kere kendi
içinde net çelişkileri mevcuttur. bkz.
Arif Tekin, age, (pdf-s.50).
h) Enbiya 30’da Kur’an’ın Allah’ı “göklerle yerin başlangıçta bitişik olduğunu, sonra onları ayırdığını”
anlatır.
bkz.
Arif Tekin, age, (pdf-s.51).
i) Naziat 27’de Kur’an’ın Allah’ının kendisi gökleri yaratmanın zor olduğunu söylüyor.
j) Yasin 82’de “Allah bir şeye,
‘Ol’ dedi mi hemen oluverir” diyor. O halde Kur’an Allah’ı insanı, gökleri, yeri ve arasındakileri yaratmak için neden bu kadar uğraşıyor? bkz. Arif Tekin, age, (pdf-s.36-59).
13. Sonra onu az bir
su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; (ilk
kez) bu ayetin Arapçasında geçen;
“AHLEDE/HULUD” kelimesi
Arapça değildir.
İbranice’dir ve “karargâh kurmak, bağlanmak” demektir (Arapça karşılığı bulunmasına
rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü
kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.271).
14. Sonra bu az suyu
“alaka”1 hâline getirdik. Alakayı da “mudga”2 yaptık. Bu
“mudga”yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu
bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan
Allah’ın şânı ne yücedir!
Not.1 Bu
ayet ilk önce, “... Sonunda onu bambaşka bir yaratık (insan) olarak teşekkül
ettirdik” şeklinde iner. Muhammed bu ayeti anlatırken Ömer hayretini dile getirip “Yapıp
yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir” der. Bir süre sonra
Muhammed Ömer’e, “Az önce Cebrail geldi
ve bu ayetin sonunda şu cümleciğin de var olduğunu söyledi...” der ve
Ömer’in az önce ifade ettiği cümlenin tıpatıp aynısını okur. Cebrail bir daha inmiş, eksik getirdiği
ayeti bu şekilde tamamlamış oluyordu. Evet, burada haklı olarak şunu
sormak lazım: Acaba Allah neden bu çok kısa olan ayeti önce eksik gönderdi
de, Ömer’in iyi (!) bir ifade kullanması sonucu bir daha Cebrail’i yollayıp
tekrar düzenleme ihtiyacını duydu? Bu olaya bakıldığında ilk
etapta, Ömer'in söylediği bir sözün,
ayet olarak şekillenmesi dikkat çekiyor. Oysa bu son cümle İslamiyetin
dayandığı temel paradigmaya, yani Allah’ın
bir olduğu prensibine ters düşüyor ve Kur’an’da var olan (Allah’tan
başka yaratıcı olmadığını ifade eden (Fatır 3, Saffat 96, Zümer 62 gibi) daha
önce inmiş diğer ayetlerle de
çelişiyor. Ömer’in bu son cümlesiyle, başka yaratıcıların varlığı da kabul edilerek, Allah hakkında, “Yapıp yaratanların en güzeli”
deniyor ve yaratma konusunda Allah’a
ortaklar kabul ediliyor.
İşte İslam düşünürleri
arasında tartışmalara yol açan bu olay, bu ayette Ömer’in temennisi üzerine daha sonra inen bölümdür.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.79-81).
Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami
Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
15. Sonra (ey
insanlar) siz bunun ardından muhakkak öleceksiniz.
16. Sonra yine
muhakkak siz, kıyamet gününde (tekrar) diriltileceksiniz.
17. Andolsun, biz
sizin üzerinizde yedi yol yarattık.3 Biz yarattıklarımızdan habersiz
değiliz.
Not.1 İsra 44, Fussilet 12, Müminun 17, 86,
Mülk 3, Nebe 12, Bakara 29, Talak 12: Bu ayetlerde yerkürenin “7
kat” olduğu yazıyor. Gerek İslam’da ve gerekse Tevrat’la Sümer
mitolojisinde ortak olarak kullanılan 7
(yedi) rakamı dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ
aşmak, 7 cehennem kapısı, 7 ağaç... gibi terimler sıkça kullanılıyordu. Bu
inanç da çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır. bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.55-56).
18. Biz, gökten belli
bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu
tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.
19. Onunla sizin için
hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bu bağ ve bahçelerde sizin
için pek çok meyveler vardır ve siz onlardan yiyorsunuz.
Not.1 Tur dağı ayetleri: Abese 29, Kaf 10, Kamer 20, Yasin 34,
Meryem 23, 25, Taha 71, Şuara 148, İsra 91, En’am 99, 141, Kehf 32, Nahl 11-67,
Mü’minun 19, Tur 1, Hakka 7, Rad 4, Rahman 11, 68, Bakara 266.
Zeytin ismi geçen ayetler: Abese 29, Tin 1, En’am 99-141,
Nahl 11, Nur 35
a) Hz. Musa’nın zaman zaman Tur dağına/Tur-i Sina’ya çıkıp Allah’la
konuşması, Kuran’da sıkça kullanılan konular arasındadır (yukarıdaki
ayetler).
b) Yine Hz. İsa’nın sıkça “Yeruşalime’ye yakın zeytinlik dağına çıkıp oradaki mabette halka, arkadaşlarına bilgi
verdiği” İncil’de anlatılmaktadır
(Matta 21/1, Markos incili, 13/3-28, 11/27, 14/26).
c) Bu arada incir ağacının da hikâyesi hem Tevrat’ta
(Tekvin, 3/7), hem İncil’de
(Markos, 13/28), hem de Kuran’da
(Araf, 22.ayet) anlatılmaktadır.
d) İşte Muhammed, incir-zeytin ve
Tur dağıyla ilgili eski mitolojik
inançları kendi Kuran’ında işlemiştir/ tabir caizse onlara Kuran’da
kadro açmıştır. Hatta bir sureye “İncir” (Tin) birine de “Tur” ismi takmıştır. Sadece isim
takmakla kalmamış; aynı zamanda tanrı
bunlara daha da önem vererek bunların başına yemin de etmiştir kendi
Kuran’ında. İncir suresinin hemen ilk başında “And olsun incire, zeytine, Tur’i Sina’ya ve bu güvenli şehre
(Kâbe’ye)” diye yemin ediyor.
e) Muhammed incir olsun, zeytin olsun, tur dağı olsun bunları topluma karşı bir etki aracı,
söylediklerine inandırıcılık kazandırmak
amacıyla kullanmıştır. Bunun başka izah tarzı zaten olamaz.
f) İnsanlar yanımda muhteremdir; ancak bir sistem yanlışsa onu
söylemek, eleştirmek bir insanlık görevidir. Ben hiç kimsenin
ezilmesini istemiyorum. Bu arada en çok
ezilenin de, dinlerden medet bekleyen kişiler oldukları bir gerçektir.
Dolayısıyla, benim bu doğruları
söylemekle en fazla Müslümanlara
faydalı olacağım da bilinmeli.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.149-150)
20. Yine o su ile
Sîna dağında biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki hem yağ, hem de
yiyenlere katık verir.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara
63, 93, Nisa 154) geçen;
“TUR” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “dağ”
anlamına gelir. Ayrıca Nebatice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler
de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor.
ayrıca; bu
ayetlerin (Tin 2, Mü’minun 20) Arapçasında geçen;
“SİNİN” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “Sina dağı”
bu kökenden gelmedir. Kur’an’da iki yerde geçer, birinde “Sinin” yerine “Seynae”
yazılmıştır, bu bir yazım hatasıdır, anlam aynıdır (Arapça karşılığı
bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.276, 285).
21. Hayvanlarda sizin
için elbette bir ibret vardır. Onların içlerindeki sütten size içiririz.
Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır ve onlardan yersiniz de.
22. Onların üzerinde
ve gemilerde taşınırsınız.
23. Andolsun biz,
Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk
edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Allah’a karşı gelmekten hâlâ
sakınmaz mısınız?” dedi.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (A’raf 185, Yasin 83, En’am 75, Müminun 23) Arapçasında geçen;
“MELEKUT”
kelimesi Arapça değildir.
Nebatice’dir, “melik-padişah”
anlamına gelir. Kur’an’da da “hükümranlık”
anlamında kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.291).
24. Bunun üzerine
kendi kavminden inkâr eden ileri gelenler şöyle dediler: “Bu ancak sizin gibi
bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bir melek
gönderirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”
25. “Bu, ancak cinnet
getirmiş bir adamdır. Öyle ise bir müddet onu gözetleyiniz.”
26. (Nûh), “Rabbim!
Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.
27. Bunun üzerine
Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye
vahyettik. “Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup
taştığında Nûh’a) dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir
de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye
al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda
boğulacaklardır.”4
28. Sen ve
beraberindeki kimseler, gemiye bindiğiniz zaman: “Bizi zalim kavmin elinden
kurtaran Allah’a hamd olsun” de.
29. Yine de ki: “Ey
Rabbim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen, konuk edenlerin en hayırlısısın.”
Not.1 A’râf 59, Yâsîn 41-43, Şuarâ 117-120, Yunus 73, Hûd 36-44,
Zâriyât 46, Mü’minûn 26-29, Ankebût 14-15: Nuh’un, kavmi ile olan inanç
problemleri üzerine kurulu “Tufan”
hikâyesi Tevrat’tan alınmadır. Ancak bu hikâyenin aslı da çok tanrılı Sumerlere
dayanmaktadır (Gılgamış Destanı’nın son kısmını oluşturan bu hikâye,
ölümsüzlüğü arayan Gılgamış’a,
tufandan kurtulup Tanrılar tarafından ölümsüzlük verilen Utnapiştim tarafından anlatılmıştı. Kur’an da Nuh’un bu hikâyesini
sıkça kullanıp, inanmayanlara “Tufan”
mesajı vermeye çalışıyor).
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.49-53).
30. Şüphesiz bu
olayda ibretler vardır. Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan ederiz.
31. Sonra onların
(Nûh kavminin) ardından başka bir nesil yarattık.
32. Onlara,
kendilerinden, “Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur,
hâlâ O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” diye öğüt veren bir peygamber
gönderdik.
33. O peygamberin
kavminden, Allah’ı inkâr eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında
kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O da ancak
sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden
içiyor.”
34. “Andolsun,
kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz mutlaka ziyana uğrarsınız.”
35. “O, öldüğünüz,
toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka (diriltilip)
çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?”
36. “Hâlbuki bu size
vaad olunan şey, ne kadar da uzak!”
37. “Hayat, bu dünya
hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.”
38. “Bu, Allah’a
karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız.”
39. O peygamber, “Ey
Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.
40. Allah, “Yakın
zamanda mutlaka pişman olacaklardır!” dedi.
41. Derken onları o
korkunç ses, kaçınılmaz olarak kıskıvrak yakalayıverdi de kendilerini çör çöp
yığını hâline getirdik. Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!
42. Sonra bunların
arkalarından başka nesiller yarattık.
43. Hiçbir ümmet,
kendi ecelinin önüne geçemez, onu geciktiremez de.
44. Sonra arka arkaya
peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete kendi peygamberi geldikçe, onu
yalanladılar. Biz de onları birbiri ardından helâk ettik ve onları birer
ibretli hikâye yaptık. Artık inanmayan bir kavim, Allah’ın rahmetinden uzak
olsun!
45-46. Sonra Mûsâ ve
kardeşi Hârûn’u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri
gelenlerine peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve
kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular.
47. Bu yüzden,
“Kavimleri bize kul köle iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız” dediler.
48. Böylece ikisini
de yalanladılar, bu yüzden de helâk edilenlerden oldular.
49. Andolsun,
hidayete ersinler diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.
50. Meryem oğlu
İsa’yı ve annesini büyük bir mucize kıldık ve her ikisini de oturmaya
elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik.
51. Ey peygamberler!
Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız
şeyleri tamamen bilirim.
52. Şüphesiz bu
(İslâm), tek bir din olarak sizin dininizdir. Ben de Rabbinizim. Öyle ise bana
karşı gelmekten sakının.
53. (İnsanlar ise,
din) işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her grup kendinde bulunan
ile sevinmektedir.
54. Ey Muhammed! Sen
onları bir zamana kadar, gaflet ve şaşkınlıklarıyla baş başa bırak!
55-56. Kendilerine bol bol
verdiğimiz mal ve evlatla onların iyiliğine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır,
onlar farkına varmıyorlar!
57. Rablerinin
azametinden korkup titreyenler,
58. Rablerinin
âyetlerine inananlar,
59. Rablerine ortak
koşmayanlar,
60. Rabblerine
dönecekleri için verdiklerini kalpleri ürpererek verenler,
61. İşte bunlar hayır
işlerine koşuşurlar ve o uğurda öne geçerler.
62. Biz hiçbir
kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir
kitab vardır. Onlar zulme, haksızlığa uğratılmazlar.
63. Ancak kâfirlerin
kalbleri bu Kur’an’a karşı bir gaflet içindedir. Onların bundan başka
yapageldikleri birtakım (kötü) işleri de vardır.
64. Nihayet refah ve
bolluk içinde olanlarını azapla kıskıvrak yakaladığımız zaman, bakmışsın ki
feryat edip duruyorlar.
65. Boşuna feryat
edip durmayın bugün. Zira bizden yardım görmeyeceksiniz.
66-67. Çünkü âyetlerim
size okunurdu da siz buna karşı büyüklük taslayarak arkanızı döner, geceleyin
toplanıp hezeyanlar savururdunuz.
68. Onlar bu sözü
(Kur’an’ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, önceki atalarına gelmeyen
bir şey mi geldi?
69. Ya da onlar henüz
kendi peygamberlerini tanımadılar da o yüzden mi onu inkâr ediyorlar?
70. Yoksa “O cinnet
getirmiş” mi diyorlar? Hayır o, onlara hakkı getirdi. Hâlbuki onların pek çoğu
haktan hoşlanmamaktadırlar.
71. Eğer hak onların
arzularına uysaydı, gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur
giderdi. Hayır, biz onlara şereflerini (Kur’an’ı) getirdik. Onlar ise bu
şereflerinden yüz çeviriyorlar.
72. Ey Muhammed!
Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun (da inanmıyorlar)? Rabbinin vergisi
daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
73. Şüphesiz sen
onları doğru bir yola çağırıyorsun.
74. Fakat ahirete
inanmayanlar, ısrarla bu yoldan çıkmaktadırlar.
75. Biz onlara
merhamet edip başlarına gelen zararı giderseydik, yine de azgınlıkları içinde
bocalayıp kalırlardı.
76. Andolsun, biz
onları azap ile kıskıvrak yakaladık da yine Rablerine boyun eğmediler ve O’na
yalvarıp yakarmadılar.
77. Sonunda onlara
şiddetli bir azap kapısı açtığımızda bir de bakarsın onun içinde ümitsizliğe
düşüvereceklerdir.
78. Hâlbuki O, sizin
için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!
79. O, sizi
yeryüzünde yaratıp türetendir. Sadece O’nun huzurunda toplanacaksınız.
80. O, diriltendir,
öldürendir. Gece ile gündüzün birbirini takib etmesi de O’na aittir. Hâlâ
aklınızı kullanmıyor musunuz?
81. Hayır onlar,
öncekilerin söyledikleri sözler gibi sözler ettiler.
82. Dediler ki:
“Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı
tekrar diriltileceğiz?”
83. Andolsun, biz de
bizden önce atalarımız da bununla tehdit edildik. Bu, öncekilerin uydurduğu
masallardan başka bir şey değildir.
84. De ki: “Eğer
biliyorsanız söyleyin: Yer ve yerde bulunanlar kime aittir?”
85. “Allah’ındır”
diyecekler. “Öyle ise siz hiç düşünüp öğüt almaz mısınız?” de.
86. De ki: “Yedi kat
göklerin Rabbi, büyük Arş’ın Rabbi kimdir?”
Not.1 İsra 44, Fussilet 12, Müminun 17, 86,
Mülk 3, Nebe 12, Bakara 29, Talak 12: Bu ayetlerde yerkürenin “7
kat” olduğu yazıyor. Gerek İslam’da ve gerekse Tevrat’la Sümer mitolojisinde
ortak olarak kullanılan 7 (yedi) rakamı
dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ aşmak, 7
cehennem kapısı, 7 ağaç... gibi terimler sıkça kullanılıyordu. Bu inanç da çok tanrılı Sumer Uygarlığından
kaynaklanmaktadır. bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.55-56).
87. “Allah’ındır”
diyecekler. “Öyle ise O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” de.
88. De ki: “Eğer
biliyorsanız söyleyin: Her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi koruyan,
kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?”
89. “Allah’ındır”
diyecekler. “Öyle ise nasıl aldanıyorsunuz?” de.
Not.1 ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf
32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7:
Gaddarlığıyla tarihe geçen Haccac b. Yusuf (halk tabiriyle Haccac-ı Zalim) Kur’an’ın on bir-on iki
yerinde (yukarıdaki ayetlerde) değişiklik yapmıştır.
Haccac b. Yusuf’un oynama yaptığı, değiştirdiği iddia edilen
ayetleri aşağıya alıyorum:
Kitab-üI Mesahif, İbn-i Ebu Davud Sicistani,
1/280, no: 142 ve devamı. Bakara 259'da geçen ‘Iem yelesemeh’ kelimesinde aslında son harf olan (h) yoktur. Maide 48’de geçen 'Şir'aten' kelimesi, aslında 'Şeriaten'
imiş; ama Haccac değiştirmiş. Yine Yunus
22’de geçen 'Yüseyyirukum'
aslında 'Yünşiruküm' biçimindeymiş. Yusuf 45’te geçen 'Ünebbiukum' kalıbı, aslında 'Afiktim'
şeklindeymiş. Mü'minun 85, 86 ve 89’da
'Lillafı' geçiyor. Bunlar da aslında
'Allah' şeklinde yazılıymış. Şuara 116’da
Nuh hakkında geçen 'Meretimin'
aslında 'Muhrecin' imiş. Yine Şuara 167’de Lut hakkında kullanılan 'Muhrecin' kelimesi, aslında 'Meretimin' şeklindeymiş. Zuhruf 32’de geçen, 'Maişet' kelimesi de aslında 'Meayiş' biçimindeymiş. Muhammed 15’te geçen ‘Âsin' kelimesi, aslında 'Yasin' şeklindeymiş. Hadid 7’de 'Enfiku' kelimesi de aslında 'İttekav'
biçimindeymiş. Tekvir 24’de geçen 'Denin' kelimesi de aslında 'Zenin' şeklindeymiş.
Tüm bunları Haccac b. Yusuf değiştirmiştir. Bir iş ki bu adam da ona bulaşmışsa
düşünmek lazım.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.217-218).
Not.2 ZALİM HACCAC HAKKINDA KISA BİR BİLGİ:
Kendisi (h. 41-95) yılları arasında yaşamış. Aslen Sakif kabilesinden olup Emevilerin en zalim valilerindendir.
En çok Emevi sultanı Mervan b. Hakem döneminde yıldızı parlamış. Tabi ki o da
Emevilerin sadık bir adamıydı. O sıralar halifelik davasında bulunan Zübeyr b.
Avam’ın oğlu Abdullah, Mekke’ye yerleşiyor (ki bu adam aynı zamanda Kur’an’ı
kitap haline getiren dört kişilik komisyonun bir üyesiydi). Abdullah’a muhalif
olan Haccac Mekke’yi ablukaya alıyor, sonunda Abdullah katledilince Haccac onun
vücudunu parçalara ayırıp Emevi lideri Mervan b. Hakem’e gönderiyor.
Tarihi
kaynaklar, Haccac’ın yüzbinlerce insanı katlettiğini, onbinlercesini
hapsettiğini, hatta tutuklular arasındaki otuz bin kişinin sadece kadın
olduğunu yazıyorlar.
Meşhur Ömer b. Abdülaziz onun hakkında “Dünyadaki her toplum kendi kötü adamıyla ortaya çıksa, biz de Haccac’la
çıksak, kesinlikle kötülükte şampiyon oluruz” diyor.
Yine
aynı Ömer “Velit Şam’da halife, Haccac Irak’ta vali,
onun kardeşi Yemen valisi, Osman b. Hayyan Hicaz bölgesinden sorumlu ve Kurre
de Mısır’da idareci olursa, demek ki dünya zulümle dolmuştur” diyor.
Haccac hicri 74. yılında Medine’ye
gidince çoğu sahabilere hakaret ediyor. Bunlar arasında meşhur olanları
da var. Mesela Enes b. Malik, Sehl b. Sa’d ve Cabir b. Abdullah gibi.
Süleyman
b. Abdülmelik görevi devralınca, Haccac’ın zindanlara
attığı insanlardan, yalnız bir
günde 81 bin kişiyi tahliye ediyor.
En korkutucu bilgileri, Tarih-i Hamis yazarı ve Mesudi yazmışlardır.
Katlettiği insanların sayısı hakkında çok yüksek rakamlardan, mesela 170 bin ölü ve tutuklu sayısından söz
ediliyor. Tabi ki o zaman insan nüfusu bugünkü kadar fazla değildi.
Dolayısıyla o zaman için bu sayı çok
yüksek bir rakam.
Süyuti
gibi biri Kur’an’ın orijinal olmadığına ilişkin bu kadar bilgi sunmuşsa, artık gerisini düşünmek lazım.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.218-219).
90. Hayır, biz onlara
gerçeği getirdik, fakat onlar kesinlikle yalancıdırlar.
91-92. Allah, hiçbir çocuk
edinmemiştir. O’nunla birlikte başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle olsaydı, her ilâh
kendi yarattığını alır götürür ve mutlaka birbirlerine üstün gelmeye
çalışırlardı. Gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah, onların yakıştırdığı
nitelemelerden uzaktır. Onların koştukları ortaklardan çok yücedir.
93-94. De ki: “Ey Rabbim!
Onlara yöneltilen tehditleri bana mutlaka göstereceksen, beni o zalim milletin
içinde bulundurma.”
95. Bizim onlara
yönelttiğimiz tehditleri sana göstermeye elbette gücümüz yeter.
96. Kötülüğü, en
güzel olan şeyle uzaklaştır. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri daha
iyi biliriz.
97. De ki: “Ey
Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım.”
98. “Ey Rabbim!
Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.”
99-100. Nihayet
onlardan birine ölüm gelince, “Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk
ettiğim dünyada salih bir amel yapayım” der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği
(boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar
(devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.
101. Sûr’a üfürüldüğü
zaman, (işte) o gün ne aralarında soy-sop yakınlığı kalacak, ne de birbirlerini
arayıp soracaklardır.
102. Artık kimin
tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
103. Kimlerin de
tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana uğratanların ta
kendileridir. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır.
104. Ateş yüzlerini
yalar ve onlar orada sırıtır kalırlar.
105. Allah, “Âyetlerim
size okunuyordu da siz onları yalanlıyordunuz, değil mi?” der.
106. Onlar da şöyle
derler: “Ey Rabbimiz! Biz azgınlığımıza yenik düştük ve sapık bir toplum
olduk.”
107. “Ey Rabbimiz! Bizi
buradan çıkar. Eğer (tekrar günaha) dönersek şüphesiz kendimize zulmetmiş
oluruz.”
108. Allah, ”Aşağılık
içinde kalın orada, artık benimle konuşmayın!” der.
109. Kullarımdan, “Ey
Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin
en hayırlısısın” diyen bir grup var idi.
110. Siz ise onlarla
alay ediyordunuz. O kadar ki onlar size beni anmayı unutturdu. Onlara hep
gülüyordunuz.
111. Sabretmiş olmaları
sebebiyle, bugün ben onları mükâfatlandırdım. Şüphesiz onlar başarıya erenlerin
ta kendileridir.
112. Allah,
(inkârcılara) “Yeryüzünde kaç sene kaldınız?” diye sorar.
113. Onlar, “Bir gün,
ya da bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap tutanlara sor” derler.
114. Allah, şöyle der:
“Çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu (daha önce) bilmiş olsaydınız.”
115. “Sizi boşuna
yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”
116. Gerçek hükümdar
olan Allah, yücedir. O’ndan başka hiç ilâh yoktur. O, şerefli ve yüce Arş’ın
Rabbidir.
117. Kim, hakkında
hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile birlikte başka bir ilâha taparsa, onun
hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler.
118. De ki: “Rabbim!
Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!”
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. “Alaka”; erkeğin
spermiyle döllenmiş yumurtadan bir hafta zarfında oluşan hücre topluluğunun
rahim cidarına asılıp gömülmüş şekli demektir.
2. “Mudga”; ceninin,
üzerinde diş izlerini andıran şekiller taşıyan henüz uzuvları oluşmamış şekli
demektir. Ceninin ana rahminde geçirdiği evreler için ayrıca bakınız: Hac
sûresi, âyet, 5.
3. “Yedi yol” ifadesi
ile güneş sisteminde yer alan, dünya dışındaki yedi gezegenin yörüngelerine
işaret ediliyor olabilir. Bu ifade, “gökteki yedi yıldız sistemi”, “yedi gök
tabakası” diye de açıklanmıştır.
4. Aynı olayla ilgili
olarak bakınız: Hûd sûresi, âyet, 40.
SECDE | SECDE
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |