ANA SAYFA AÇIKLAMALAR SURELER AYETLER İÇİNDEKİLER MEKKE DÖNEMİ NOTLAR HİCRET NOTLAR MEDİNE DÖNEMİ NOTLAR HZ. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ HZ. MUHAMMED’DEN SONRA SON NOTLAR




            98- KADINLAR | NİSÂ (Kitap Sırası-4)


SURE AÇIKLAMASI (Diyanet İşleri Başkanlığı)
Medine döneminde inmiştir. 176 âyettir. Sûre, özellikle kadın haklarından, onların hukûkî ve sosyal konumlarından bahsettiği için bu adı almıştır. “Nisâ” kadınlar demektir.

            Şefkatle merhamet eden Allah’ın adıyla.

1.         Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da1 eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.

Not.1         A'raf 189, Enam 98, Zümer 6, Nisa 1: Sümer mitolojisine göre Enki, Dilmun denilen cennetteki bitkilerden yiyince hastalanır. Onun ağrıyan yerlerinden biri de kaburga kemikleridir. Buna benzer bir olay hem Tevrat’ta, hem de İslam’da Muhammed’in hadislerinde vardır. Kur’an’da kaburga kelimesi geçmiyor; ancak kadının erkekten yaratıldığı biçimindeki mutlak ifade (sizi tek nefisten yarattı) yukarıdaki ayetlerde kullanılıyor. Muhammed’se bu konuyu kendi hadislerinde Tevrat’la tam paralel bir biçimde açıklıyor ve “Kadının, erkeğin eğe kemiğinden yaratıldığını” net bir ifadeyle belirtiyor (Tecrid-i Sarih Diyanet tercemesi, hadis no: 1816). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.53-54).

2.         Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetin Arapçasında geçen;

                   HÛBENkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “günah” anlamına gelir. Bu ayette asıl anlamıyla “büyük günah” olarak kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.284).

3.         Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın.2 Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.

Not.1         Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Muhammed’in hanımlarından Ayşe anlatıyor: “Bir adamın yanında yetim bir kız vardı. O kızı kendine nikâhladı. Bu kızın hem şah­sına ait malı vardı, hem de o adamın başka malında ortaktı. O adam kendisiyle evlenirken, nasıl olsa artık benim hanımımdır deyip hem ona mehir (evlenme anında erkek tarafından geline verilen mal, eşya, para vb.) ücretini vermiyordu, hem de onun tüm malına el koyuyordu. Zaten onun bu kızla evlenmesinin nedeni de malına el koymaktı. İşte bu nedenle, az önceki ayet indi ki, bu tür yetim kızlara haksızlık yapılmasın.”

Yorum:      Halbuki eğer adamın yaptığı iş Allah katında haksızlık ise, Allah erkeklere bu kadar kadın alabilme fetvası vereceğine, “Sa­kın böyle bir haksızlık yapmayındeyip hadiseyi bu şekilde çö­züme bağlamalıydı. Ama böyle yapmadı; tam tersine erkeğe geniş bir fetva verdi.

                   Burada Tanrı’nın, erkeğe -bu tür yetim kızların haksız yere ele geçirilebilmesi için- cariyeleri kullanma ko­nusunda geniş bir yetki vermesi, gerçekten savaş esiri kadınlar (cariyeler) için en büyük talihsizliktir.

                   Kaldı ki az önceki ayetle erkeğe kadın alma konusunda sınırsız bir şekilde yetki vermiştir.

                   Kadın sayısıyla ilgili yukarıdaki ayette geçen “ikişer, üçer ve dörder” kavramlarından maksat, çokluktur; yoksa eğer gaye üst sınırın belirlenmesi olsaydı, bu durumda “Mazeret anında siz erkekler ancak dörde kadar kadın alabilirsiniz, alabileceğiniz kadın sayısının üst sınırı budur” şek­linde net bir ifade kullanılmalıydı. Kaldı ki, bir erkeğin birçok kadınla evlenip evlenmemesi sadece bu ayetle sınırlı değildir.

                   Bu konuda Nisa 23 ve 24 ile 129. ayeti bir arada değerlendi­rildiğinde sınırlamanın olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar.

                   Yukarıdaki ayetin en dikkat çekici yanı, Tanrı’nın, bir yetim kıza yaptığı haksızlıktır: Bir erkeğe savaş esiri olan bir kadını cariye olarak kullanabilme fetvası.

                   Başka bir deyimle, bir taraftan “yetim kızın malı­nı yemeyin” deyip onu kurtarmaya çalışıyor; öbür taraftan da savaş esiri kadınları erkeklere peşkeş çekiyor!

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.273-275).

4.         Kadınlara mehirlerini (bir görev olarak) gönül hoşluğuyla verin. Eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin.

5.         Allah’ın, sizin için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin. O mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.3

6.         Yetimleri deneyin. Evlenme çağına (buluğa) erdiklerinde, eğer reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise, aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.

7.         Ana, baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır. Ana, baba ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Allah, bırakılanın azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.

8.         Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara (gönüllerini alacak) güzel sözler söyleyin.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (Nisa 8, Hadid 28) Arapçasında geçen;

                   KİFLEYNkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe veya Nebatice’dir, “iki kat” anlamına gelir. İki yerde geçer, birinde bunun tekili olan “Kifl” terimi kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.287).

9.         Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.

10.       Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.

11.       Allah, size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır.4 Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Not.1         Nisa 11, 176: Kuran’da kız çocuğa verasetten ayrılan payın erkek çocuğunkinin 1/2’si nispetinde olması hükmü de eskilere dayanır. Hatta Muhammed henüz peygamber olmadan bir kısım Arap kabileleri bunu uygulardı. İslamî kaynaklarda belirtildiğine göre bunu ilk ortaya çıkaran “Zül’mecasid’el Yeşküri’dir”.  Sümerlerde, baba kızına çeyiz vermek zorundaydı; aksi halde öldüğünde erkek çocuğun payı kadar olmazsa da malından belli bir hisse kızına verilirdi. Hatta bugün hala bazı bölgelerde geçerli olan başlık parası Sümerlerden kalma ve Hammurabi’nin kanunlarında birkaç yerde de işlenmiştir. (Hammurabi K. md. 178-185) Muhammed’den önce bazı Arap kabileleri de kız çocuğa verasetten erkek payının 1/2’si nispetinde hisse verirlerdi. Muhammed bunu da kendi Kuran’ında resmi hale getirdi. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.30-31).

Not.2         Nisa 11, 20, 176: Kuran’a göre evlenen bir kadına evlilik esnasında kocası tarafından verilmesi gereken mehir ücreti ne kadar olursa olsun boşandığı an kocası ona vermeli (Nisa 20).

                   Kadınlar için benzer haklar Sümer kanunlarında da vardı. Hatta Sümerlerde boşanan bir kadının küçük çocukları olsaydı, kocasının tüm malının 1/2’si ona verilir, kadın bununla çocuklara bakardı. Kadının, verasetten erkeğin yarısı kadar pay alma hadisesi Kuran’ın meşhur bir hükmüdür. Sümerlerde ise baba kendi kızına çeyiz ve düğün masrafları vermek zorundaydı (H. Kanunları, md. 137, 166,182–184; Nisa 11, 176). Ölen bir babanın evlenmeyen bir kızı olsaydı, erkek payının 1/3’ü kadar ona mal verilirdi. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.128-129)

12.       Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. (Bu paylaştırma, ölen karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (Yine bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine varis olunan bir erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa, ona altıda bir düşer.5 Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar. (Bu paylaştırma varislere) zarar vermeksizin6 yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borcun ödenmesinden sonra yapılır. (Bütün bunlar) Allah’ın emridir. Allah, hakkıyla bilendir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)

Not.1         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara 180, Nisa 12:

                   “Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal/servet bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek bir borçtur.” (Bakara 180)

                   İlk yıllarda varislerin ölüden alacağı pay konusun­da kesin bilgi yokken bu ayet geliyor.

                   Ancak daha sonra herke­sin payı belirlenince, artık bu vasiyet ayetine gerek kalmıyor.

                   Hatta Hz. Muhammed de, varis için vasiyet etmek yoktur diyor.

                   Çünkü sonradan oluşan ayetlerde çoğunun hakkı belli. (Nisa 12)

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.247).

Not.2         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara 234, 240, Nisa 12:

                   Yine açık örneklerden biri de Bakara suresinde dul kalan kadınların statüsüyle ilgilidir. İslamiyet’ten önce bir gelenekti, kadın dul kaldığında bir yıla kadar kocasının evinde kalır, malından geçinirdi. Kur’an’da bu doğrultuda bir ayet var: Bakara 234.

                   Gelgelelim buna ters düşen farklı ayetler de var; “Kocası ölen kadınlar dört ay on gün beklerler, ondan sonra ne yaparlarsa özgürler” ayeti gibi (Bakara 240).

                   Bir üçüncü durum da şöyle: “Eşi ölen kadın, eğer ölenin evladı yoksa onun malının dörtte birini alır. Şayet ev­lat varsa o zaman sekizde birini alır.” (Nisa 12)

                   Peki, günümüz dünyasında diyelim Müslüman bir memlekette bir kadın dul kaldı. Bu durumda kocasının çocuğunun olup olmadığını da göz önüne alarak ona dörtte bir/sekizde bir verilip serbest mi bırakılsın, dört ay on gün beklesin ondan sonra istediğini yapsın veya eşi vasiyet etsin, onun evinde bir yıla kadar kalsın mı? Bu konuda İslam literatüründe her kafadan bir ses çıkıyor. Ayetler farklı olunca yorumlar da çoğalıyor.

                   Bununla il­gili bir bilgiyi de Buhari’den dinleyelim: Halife Osman za­manında Kur’an ayetleri kitap haline getirilirken, komisyon üye­si Abdullah b. Zübeyr Osman’a öneriyor “bu bir yıl bekleme aye­ti, dört ay on gün ayetiyle mensuh olmuştur/geçerliliği yoktur. Dolayısıyla biz bunu artık Kur’an’a yazmayalım” diyor. Osmansen buna karışma! Biz hepsini yazarız” diyor.

                   Benzer örnekler Kur’an’da çoktur ve nasih-mensuh yöntemiyle işin içinden çıkılmaya çalışılmıştır.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.249-250).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

13.       İşte bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte bu büyük başarıdır.

14.       Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.

15.       Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dışarı çıkarmayın).7

Not.1         Nisa 15: Bu ayette “Allah onlara bir yol açana kadar kendilerini evlerde alıkoyun” diyor. Anlaşılan, demek ki Allah’ın da bu konudaki yolu, formülü bu ayeti gönderdiği ana kadar henüz belli/net değilmiş; hâlbuki İslam felsefesinde Allah hakkında böyle bir ifade kullanılamaz; ne var ki Kur’an’ın kendisi bunu söylüyor!           bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.116).

Ayrıca bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.198-200)

Not.2         Zina iftirası ile ilgili ayetler: Nisa 15, Nur 4-9, 13.

                   Sümer kanunlarında bu konuya epey yer verilmiştir. Ur-Nammu kanunlarında (md.11) şu bilgiler var: Bir kadın zina iftirasına maruz kaldığında nehre atılırdı. Su üstüne çıktığında -ki bu durumda masum sayılırdı- iftiracı olan kişi, kadın tarafına tazminat ödemek zorundaydı. Asur kanunlarında zina iftirasında bulunan kişi iddiasını kanıtlamadığı takdirde hem 50 değnekle cezalandırılırdı. Hammurabi kanunlarında (md. 131,132) koca kendi hanımına iftira edip iddiasını kanıtlamasaydı, kadın yemin ettikten sonra evlilikleri devam ederdi. Bu kural Kur’an’da da geçerlidir. Şayet hanımın eşi olsaydı yöntem ayrı, yabancı biri olsaydı daha farklıydı. Bu, Kur’an’ın da hükmüdür:

                   Kur’an’da, Nur 4: Bu ayete göre zina iftirasında bulunup iddiasını dört şahitle ispat edemeyen müfteri kişiye verilen ceza seksen değnektir. Ancak burada erkeklerden söz edilmemiştir (kadının zinası kastedilmiştir). Yani birileri bir erkeğe zina iftirasında bulunup da iddiasını ispat edemezlerse, onlara uygulanacak ceza konusunda Kur’an’da herhangi bir yaptırım maddesi/ayeti yoktur. Özetle kadına zina iftirasının cezası 80 değnektir, ama erkeğe zina iftirasının cezası bilinmiyor/yok.

                   Eğer iftiracı kişi kadının kendi kocasıysa ve de şahitler getiremiyorsa o zaman formül farklıdır (Nur 6-9). Fakat kadın öne sürüleni itiraf ederse bu durumda ona ne yapılacak sorusuna, Kur’an’da yanıt yok. Burada iş yine hadis ve mezheplere düşer.

                   İlginçtir ki, Kur’an’da verilen örnekte, eğer koca kendi eşine zina isnadında bulunursa iş az önceki özel formülle biter (Nur 6-9); acaba kadın kendi kocasına zina isnadında bulunsa onun bu sözü kale alınır mı, alınmaz mı sorusuna yine Kur’an’da yanıt yok. Doğrusu Kur’an burada da kadını insan saymamıştır.                    bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.116-118).

Not.3         Zina iftirası konusunda iftiracı kişi hanımın eşi ise uygulanan yöntem başka; yabancı biriyse başkadır. Bu konuda da Kuran’la Sümer kanunlarında uygulama aynıdır. Kuran’a göre eğer iftiracı kadının eşi ise bu iş yeminle biter; yabancı biriyse ve de dört şahitle ispat edemezse o zaman 80 (seksen) değnek ceza tatbik edilir. Sümer kanunlarında da iftira eden kadının eşi ise bu problem yeminle halledilir, yabancı ise nehre atılırdı. (H.Kanunları, md. 131–132).

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.129)

Not.4         Dolayı­sıyla, şu ortaya çıkıyor: İslamiyet ile Yahudilikteki recim cezalarının kaynağı -iddia edildiği gibi- Tanrı değil; Urugakina’nın meşhur “Sosyal Reform” kanunlarıdır.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.196)

Not.5:        Hadislerde Muhammed’in Zina Cezaları: Maiz bin Malik Eslemi adında bir şahıs Muhammed’e gelip zina yaptığını söylüyor. Muhammed, belki delidir düşüncesiyle, onun hakkında bir araştırma yapıyor. Sonuçta adam deli çıkma­yınca -sadece onun ifadesine dayanarak- o adamı recimle idam ediyor: Muhammed’in emriyle bir çukur kazılıyor, adam oraya konup taşlanmak suretiyle öldürülüyor.

                   Maiz bin Malik taşlanırken dayanamıyor ve kaçıyor. Bunun üzerine Muhammed’in adamları onun arkasına düşüp kendisini takip ediyorlar ve sonunda onu yakalayıp infaz ediyorlar.

                   Bu olay Muhammed’e anlatılınca o, “Madem öyleyse keşke onu öldürmeseydiniz” deyip güya ona acıdığını dile getiriyor.

                   Burada haklı olarak şu soruyu sormak gerek: Eğer bu şekil bir infaz Allah’ın emriyse Muhammed nasıl olur da, “Keşke onu bıraksaydınız” diyebiliyor? Yok eğer Allah’ın emri değil de Muhammed’in şahsi uygulamasıysa, o zaman bu insanın günahı kimedir?

Kaynak:    Diğer örnekler ve İslami Kaynaklar için bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.210-211)

16.       Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın. Eğer onlar tövbe edip ıslah olurlarsa, onları incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir.

Not.1         Zina ile ilgili ayetler: Furkan 68, İsra 32, Nisa 15-16, Nur 2-3, 4-9, 13, Mümtehine 12.

                   Sumer mitolojisinde Hammurabi kanunlarında (md.129,130) bir erkek, henüz baba evinde olan bir kızla zor kullanarak zina yaptığında öldürülür, kadınsa serbest bırakılırdı. Evli olan bir bayan başkasıyla yatarken yakalansaydı, hem kendisi, hem de onunla cinsi ilişkiye giren erkek bağlanıp suya atılırlardı.

                   Esnunna kanunlarında (md. 26) “Başkasının nişanlısıyla yatan bir insanın cezası idamdı”. Orta Asur kanunlarında bazı durumlarda zinanın cezası ölümdü. Bir kadını öpmenin cezası bile ağırdı: Öpen kişinin alt dudağı balta ile kesilirdi (Orta Asur kanunları, md. 9/A,15/A, 55/A md. 56/A).

                   Tevrat’ta zina suçunun cezası ölümdür. Evlenen bir kız bakire çıkmazsa, halk toplanır, babasının evi önünde onu taşlayarak/recimle öldürür. Sormak lâzım; acaba Tevrat ve Kur’an’ın tanrısı erkeklerin bekâretini nasıl, hangi yöntemle kontrol altına alır? 

                   İncil’de: Zinadan dolayı insan öldürülür diye somut bir açıklama yok; sadece zinanın kötülüğü dile getirilmiştir

                   Kur’an’da: Doğrusu zina konusunda Muhammed’in yaptıklarıyla Kur’an’daki bilgiler birbirlerini pek tamamlamıyor. Kur’an’da birkaç yerde zinanın kötülüğünden, insanların ona yaklaşmamasından söz ediliyor; ancak taşlanarak öldürme gibi ağır cezadan söz edilmiyor. Artık Kur’an yazıldığı zaman recimle insan öldürme meselesi bilerek mi kayda geçmemiş, unutulmuş mu veya bunun başka nedenleri mi var bu pek bilinmiyor; kesin bilinen bir şey var ki, Muhammed zinadan dolayı birçok insanı recimle (taşlama yöntemiyle) infaz etmiştir. Zina cezasıyla ilgili Kur’an’da var olan ceza yöntemi Nur 2’de şöyle açıklanır: “Zina yapan kadın ve erkeğe yüzer değnek vurun.”

                   Şunu da belirteyim ki, kamçıyla ceza verme yöntemi Sümerlerde de yaygındı; doğrusu, Kur’an’ın bu uygulaması da geçmişe dayanır. Hammurabi “Bir insan kendinden büyük olan birine tokat atarsa, toplum içinde ona öküz kuyruğundan 60 kamçı vurulur” diye kanununa yazmıştı (md. 202). Az önce belirtildiği gibi Kur’an nasıl bu ceza toplum içinde uygulansın demişse, aynısını Sümerler de uyguluyordu. Kur’an’da değnek cezası dışında herhangi bir cezadan söz edilmiyor.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.112-116)

Not.2         Zorla yapılan bir zina olayının cezası hem Tevrat’ta, hem de Sümer kanunlarında belirtilmiştir; fakat Kuran’da buna değinilmemiştir.

Not.3         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Nisa 15, 16, Nur 2:

                   Kur’an’daki ayetlere göre bazen ortada sorun var; ancak o an için çözümü yok; sorun orta yerde bırakılır.

                   Mesela fuhuş yapanlarla ilgili şöyle deniliyor: Şayet dört şahitle ispat edilse ki fuhuş olayı gerçekleşmiş diye, o zaman Al­lah, o fuhuş yapanların ruhunu alıncaya kadar, ya da bir çözüm yolunu gösterinceye kadar onları evlerde hapsedin. (Nisa 15) Çok ilginç bir ayet.

                   Hemen aynı ayetten sonra bu kez, içinizden fuhuş ya­pan her iki tarafa eziyet çektirin/ bir bakıma ceza verin (tabi ki nasıl ceza sorusuna yanıt yok; muğlak bir ifade) deniliyor.

                   Şayet tövbe ederlerse o zaman ceza vermekten vazgeçin, deniliyor. (Nisa 16)

                   Bir başka ayette de, zina yapan her iki tarafa 100’er değnek ceza uy­gulayın, deniliyor. (Nur 2)

                   Tabi ki bu muammada iş İslam yorumcu­larına düşer:

                   Burada kimisi yüz değnek cezasını evli olmayanla­ra tahsis etmiş, kimisi Nisa 15’te geçen ev hapsi ayetini lezbiyenlere ayırmış, kimisi de Nisa 16’da geçen ‘her iki­sine eziyet çektirin ta ki tövbe edene kadar’ ayetinden eşcinseller kastedilmiştir yorumunu yapmış.

                   Ancak burada da ceza belirsizdir: “İkisine ezi­yet edin” deniliyor. Nasıl bir eziyet sorusuna yanıt yok. İkincisi, bu durumda cinsler arasında aynı suçta eşitsizlik söz konusudur.

                   Demek ki suç işleyen kadınlarsa ölünceye kadar ev hapsi, ya da tanrı yol bulana kadar bekletilmeli. Ama konu erkekler olunca onlara eziyet edin deniliyor.

                   Bu eziyet basit bir ceza şeklinde de olabilir (manevi bir eziyet olabilir), darp da olabilir. Yani belir­siz.

                   Burada zina cezalarını işlemi­yorum; amacım, “suçluları evlerde hapsedin, ben onlara çözüm bulana kadarayetinin ilginçliğine dikkat çekmektir.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.237-238).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

17.       Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

18.       Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.

19.       Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir. Açık bir hayâsızlık yapmış olmaları dışında, kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.8

Not.1         İkrime’den soruyorlar, “Bir erkeğin yanında bulunan cariye o erkekten çocuk doğurursa du­rumu ne olur?” O, “Özgür kadın statüsüne tabi olur” karşılığını verir. “Peki, kanıt nedir?” diye sorulunca o, “Kanıt Nisa suresi 19. ayetidir” diyor. Adam devam ediyor: “Peki bu ayetin cariyelerle ne alakası var?” Şöyle yanıt veriyor: “Ayette geçen ‘Sizden idareciler’ kavramından çıkarıyo­rum” diyor ve iddiasını şöyle açıklıyor: “Mademki Ömer de Müslüman bir idarecidir ve kendi halifeliği döneminde çocuk doğuran cariye artık özgürdür demiş, o halde bu da ayete girer.”

                   Burada demek istediğim şu: Bu konuda kanıt yok. İş kalmış bu tip yorumlara.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.139-140).

 

Not.2         (Not.1’den devamla) İnsan bu olaylara bakınca, aktardıkları hadislerinden hüküm çıkarılan, onlardan şeriat prensipleri ortaya atılan çoğu hadis ravilerinin kim olduklarını çıkarmaya çalışıyor: Çoğunun babaları kimdir bilinmiyor. Bunu hakaret anlamında demiyorum. Çünkü durum ortada! Bir kere cariye değişik kişilere satılıyor, farklı insanlarla sevişiyorlardı. Hele Ömer ve Zeyd b. Sabit örneğinde de görüldüğü gibi cariyelerinden çocuk doğuyor, onlar kabul etmiyorlardı.

                   Peki, daha sonra çoğu fetva makamında oturan ve dört mezhep liderlerinin kendilerinden yararlandıkları bu köle asıllı çocukların babaları kimdi?

                   İslami kaynaklarda “Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer. Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr b. As öldükten sonra artık fetva makamı köle asıllı Müslümanlara geçer”şeklinde bir bilgi var.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.141).

20.       Eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, öbürüne (mehir olarak) yüklerle mal vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günaha girerek mi verdiğinizi geri alacaksınız?9

Not.1         Nisa 11, 20, 176: Kuran’a göre evlenen bir kadına evlilik esnasında kocası tarafından verilmesi gereken mehir ücreti ne kadar olursa olsun boşandığı an kocası ona vermeli (Nisa 20).

                   Kadınlar için benzer haklar Sümer kanunlarında da vardı. Hatta Sümerlerde boşanan bir kadının küçük çocukları olsaydı, kocasının tüm malının 1/2’si ona verilir, kadın bununla çocuklara bakardı. Kadının, verasetten erkeğin yarısı kadar pay alma hadisesi Kuran’ın meşhur bir hükmüdür. Sümerlerde ise baba kendi kızına çeyiz ve düğün masrafları vermek zorundaydı (H. Kanunları, md. 137, 166,182–184; Nisa 11, 176). Ölen bir babanın evlenmeyen bir kızı olsaydı, erkek payının 1/3’ü kadar ona mal verilirdi. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.128-129)

Not.2         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (Al-i İmran 14 çoğul -iki sefer-, Al-i İmran 75 tekil, Nisa 20 çoğul) Arapçasında geçen;

                   KINTARkelimesi Arapça değildir. Süryanice’dir, tartıda belli bir “ağırlık birimi”dir, “bir öküz cildi dolusu altın ya da gümüş miktarı”na denirmiş. Rumlarda “12 bin Ukkıyye”ye kıntar” denirmiş.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.277).

21.       Hem, siz eşlerinizle birleşmiş ve onlar da sizden sağlam bir söz almış iken, onu nasıl (geri) alırsınız?

22.       Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu, ne kötü bir yoldur.

23.       Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka.10 Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Not.1         İslamiyetten önceki geleneklerde, kişinin kendi annesi, kardeşi, teyzesi, hâlâsı, üvey annesi ve eşi henüz hayatta iken baldızı ile evlenmesi yasaktı. Tevrat’a göre buna uymayan kişi idamla cezalandırılırdı. Bunlar Kur’an’da aynen kabul edildi (yukarıdaki ayet).

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.29).

Not.2         Hatice, Muhammed’le evlenince, Hatice’nin kız kardeşi Hale’den olan kızları Hatice’nin evinde oldukları için Muhammed bir bakıma bu kızlara üvey baba olmuştu. Araplarda o zamanlar üvey baba önemliydi. Nitekim Muhammed de bunu Kur’an’ına ekleyerek meşru hale getirdi, Tanrı buyruğu saydı. Kaynak: Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.178-179); İslami Kaynaklar: Arif Tekin’in kitabında.

Not.3         Nisa 23: İşin ilginç tarafı, Tevrat’a bakıyoruz Musa’dan önceki peygamberlere iki kız kardeşle birlikte evlenmeleri helalmiş; ama Musa zamanında bu yasaklanıyor ve çok çirkin bir iş olarak nitelendiriliyor. Daha sonra bakıyoruz Muhammed de kendi Kur’an’ında (çoğu konularda olduğu gibi) bu konuda Musa şeriatını tercih edip “bir bayan hayatta iken, kocasının onun kız kardeşiyle (baldızıyla) evlenmesi haramdır” (Nisa 23) diye Kur’an’da işliyor.

                   Hâlbuki daha önce Yakup peygamber bir hafta arayla iki kız kardeşle evlenmişti ve meşhur Yusuf peygamber de bunlardan birinden dünyaya gelmişti. Bu olayda iki kız kardeşle aynı zamanda evlenmekten ziyade, çok nahoş bir evliliğin söz konusu olduğunu görüyoruz.

Özetle:      Yakup peygamber Leban’ın küçük kızını istiyor, onu almak için de 7 yıl Leban’a çalışıyor. Ancak düğün gecesinde Yakup’a hile yapılıp küçük kız yerine büyük kızı gelin yapıyorlar. Yakup farkına varınca buna itiraz ediyor. Bu sefer kızın babası kendisine, “Bunu da veriyorum; ancak bana 7 yıl daha çalışacaksın” diyor. Yakup onun şartını kabul edince, hemen onu da alıyor ve ikisiyle birlikte yaşıyor.

                   İlginçtir ki Kur’an’ın, efsanelerini anlattığı önemli peygamberlerin (Musa, Yusuf gibievlilikleri hep başlık vermekle gerçekleşebilmiştir.

                   Yani tanrının bir zamanlar aynı anda iki kız kardeşle evliliği helal kılmasını, Musa’dan bu yana da yasaklamasını gayet normal bir hadise olarak görüyorlar. Zaten Kur’an da bunu kabul ediyor. Nisa 23’te nikâhları haram olanları sayarken, iki kız kardeşle birlikte evlenmenin yasak olduğunu belirtiyor; ancak daha önce olanlar bunun dışındadır diyor. Eskiden bunun caiz olduğunu kendisi de teyit ediyor.

                   Bu eski aktarmalar bir yana, Kur’an’da kısmen, İslam tarihinde detaylıca açıklanan Muhammed’in kendi evlatlığı Zeyd’in hanımı Zeynep’i çıplak görmesi sonucu ona âşık olması ve nihayet Zeyd’den alıp nikâhına alması, yukarıda örneklerini verdiğim eski geleneğin bir devamıdır, bir bakıma da bunların tescilidir.            bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.119-120).

Not.4         KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

a)               Kur’an’a göre (Nisa 23) bir insan (hadislerde süt çağındaki çocuk demek) şayet akraba olmayan başka bir kadının sütünü içerse artık onun evladı sayılır.

                   Ancak mevcut Kur’an’da kaç sefer içince bu geçerlidir sorusuna yanıt yok.

b)               Bu konuda Ayşe şunu anlatıyor: Kur’an’da bununla ilgili ilk gelen ayet on sefer koşulunu içeriyordu; daha sonra o ayet kalktı, (mensuh oldu), onun yerine, Herhangi bir çocuk başka bir kadının sütünü beş sefer içerse artık onun evladı sayılır” ayeti geldi. Öyle ki, Hz. Muhammed vefat ettikten sonra da biz bunu Kur’an’dan bir ayet olarak okuyorduk.

c)               Burada şunu sormak lazım: Neden tanrı hem bu konuda, hem de az önceki recim konusunda ilkin ayetler gönderiyor ve daha sonra onları ortadan kaldırıyor? Kaldı ki hükümleri de geçerli.

d)               Hz. Muhammed, evlatlığı Zeyd’in eşi Zey­nep’i alıp Zeyd’in evlatlığının geçersiz olduğuna ilişkin ayetler Kur’an’a eklenince; Ebu Hüzeyfe’nin eşi Sehle, Hz. Muhammed’e gelip Salim’in evlatlıkla ilgili durumunun ayete göre değiştiğini, artık onların akrabası sayılmadığını ve evleri de tek oda olduğu için Salim’in artık o evde kalmasının dinen uygun olmadığını soruyor.

                   Muhammed o kadına, Sen git onu sü­tünden içir, o bununla senin evinden sayılır ve bu durumda evi­nizde kalabilir diyor. Gerçekten ilginç bir açıklama.

                   Sehle “Bu kocaman adama nasıl süt içireceğim?” diyerek hayretini dile getirir.

                   O sırada Hz. Muhammed gülü­yor ve Büyük olduğunu biliyorum diyor.

                   Kaldı ki, Ebu Hüzeyfe kardeşinin kızı Fatma’yı bu üvey evladına nikâhlıyor. Yani adam büyük! Kendisi aslen İranlı, o zaman köle olarak onların eline geçmişti. Hatta adam Muhammed’den de önce Mekke’den Medine’ye göç et­mişti. Hz. Muhammed, “Kur’an’ı dört kişiden öğrenin’ diyor ve isimlerini sayıyor. Bunlardan biri, adı geçen Salim! Bu şahıs, Bedir, Uhud, Hendek gibi tüm önemli savaşlara katılır ve Yemame harbinde vurulur. Yani adam yaşlı; hatta Hz. Ömer’den önce vefat ediyor. Ömer onun için, “Aslında Salim hayatta olsaydı, benim için danışma heyetine gerek kalmazdı” diyor.

e)               Hz. Ayşe anlatıyor: “Kur’an’da hem zina yapan kişinin taşla­narak öldürülmesiyle ilgili, hem de sütanneliğiyle ilgili ayetlerin yazılı olduğu malzeme, evimizde yatağın altındaydı. Biz Hz. Muhammed’in cenazesiyle meşgul iken meğerki o sırada ‘Dacın’ denilen ehli bir hayvan eve girip onu imha etmiş. Daha sonra Kur’an yazılırken artık o ayetler yazılmadı.”

                   Bir taraftan ayetleri bir keçi imha ediyor! Bir taraftan da bakalım anılan bu ehli hayvanla ilgili hadis hakkında İslami kesim ne gibi değerlendirmelerde bulunmuş?

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.191-195, 222-223).

Sonuç:       İşte nüshalar arasındaki fark böylece hem fazla, hem de herkes “benimki doğrudur” deyince, halife Osman olaya el koyuyor ve yeni bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları imha ediyor.                (pdf-s.132).

                   İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal değildir; zaman­la değişime uğramıştır.                                                                           (pdf-s.200).

ayrıca;      KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)

ayrıca;      ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.

ayrıca;      Konuyla ilgili bu bilgiler Süyuti Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den derlenen 40 benzer not için...

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).

24.       (Savaş esiri olarak) sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar (da size) haram kılındı. (Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır. Bunların dışında kalanlar ise, iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla (mehirlerini verip) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan (nikâhlanıp) faydalanmanıza karşılık sabit bir hak olarak kendilerine mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra, onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günah yoktur. Şüphesiz ki Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Not.1         Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Ebu Sait el- Hudri şöyle diyor:  “Peygamber, Huneyn Savaşı’nda bazı insanları Evtas tarafına yolladı. Bunlar oranın halkını mağlup edip hanımlarını ele geçirdiler. Bu kadınlar, Muhammed tarafından Müslümanlara dağıtılınca, bazı sahabiler, ‘Biz nasıl müşriklerin ha­nımlarıyla yatacağız, bu iş nasıl helâl olabilir?’ şeklinde iti­raz etmeye başladılar. Bu tartışmalar üzerine yukarıdaki ayet bu süreçte inmeye başladı.”

                   Görüldüğü gibi bu ayet Müslümanlara savaş esiri ka­dınları kullanma konusunda geniş yetki veriyor. Çok açıktır ki, Muhammed, etrafındaki insanlardan gelen iti­razları bertaraf etmek için böyle bir ayete başvurmuş ve sonunda kendilerini bu işe alıştırmayı başarmıştır; yoksa çok adil diye tavsif edilen-nitelenen bir Tanrı’nın, böylesine bir zulme onay vermesi nasıl açıklanır ki!

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.275-276).

Not.2         Miladi 630’da Mekke’nin fethinden sonra aynı yıl Havazin/ Hüneyn baskınında ele geçirilip Hz. Muhammed tarafından Müslümanlara dağıtılan develer ve mallardan sonra sıra ele geçirilen savaş esiri kız ve kadınlara ge­liyor. Hz. Muhammed onları önce kurmaylarından, cennet müjdesini verdiği kişilerden başlayarak yandaşlarına dağıtıyor. Herkes cariyesiyle cinsel ilişki yaşıyor.

(Bu konuyu -İslami- kitaplarda işlendiği için yazıyorum.

Yoksa benim görüşüm falan değil. Bunları yazarken zaten tüylerim diken oluyor.)

                   İşte kadınların (ki çoğu evliydi, çoluk-çocukları vardı) bu durumuna bazı Müslümanlar olumlu bakmıyorlar. Ya vicdanları kabul etmiyordu veya evli ve eşleri de müşrik olduğundandı. Bunlar nasıl bize helal olur gibi düşünceler yüzünden olumsuz bir hava oluşunca Hz. Muhammed bunu duyuyor. Bunun üzerine yukarıdaki ayet indiriliyor.Savaş esiri olarak aldığınız cariyeler hariç, evli kadınlar da size haramdır” diyor.

                   Her şeyden önce savaş esirlerine bu muameleyi reva görmek bir insanlık suçu.

                   Bu ayetin bu olay sırasında ve bu tartışmalar üzerine indiğine ilişkin tefsirlerde ilgili ayet açıkla­masında ve hadis kaynaklarında geniş bilgiler var.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.146-152).

Not.3         KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   Süyuti, tefsirinde Nisa suresi 24. ayetle ilgili birçok kişiden aktararak şu an ayette yazılı olmayan bir eksiklikten söz ediyor.

                   Olay şu: Kur’an’da deniliyor ki, yararlanmak istediğiniz kadınlara ücretlerini verin. Tabi ki Sünni kesim burada nikâhlanan kadına verilen mehirden söz ediyor, yorum yapıyor; ancak bu doğru değildir; çarpıtmadır. Daha önce bu konu üzerinde durmuştum. Burada fazla detaylandırmayacağım. Yalnız bir-iki önemli noktaya değinme gereğini duyuyorum:

                   Eğer ayetten maksat nikâh ve mehir olsaydı, o zaman neden “Mut’aterimi kullanılsın ki? Çünkü Mut’a, İslam tarihinde meşhur olan bir te­rimdir ve paralı cinsellik için kullanılır.

                   O yüzden gaye nikâh ol­saydı bu söz kullanılmamalıydı diyorum.

                   Bir de ayette ücret ke­limesi geçiyor. Ücret denince bir satış meselesi akla gelir. Yine maksat nikâh akdi esnasında kadına verilen mal-mülk her ne ise, İslam’da buna mehir denir. Olay bu olsaydı ücret yerine mehir kullanılmalıydı. Yani Sünni kesimce yapılan savunma cümle denkleminden çok uzaktır.

                   Şu an var olan ayet şöyledir: “Yarar­lanmak istediğiniz kadınlara ücretlerini verin.” Ancak İbn-i Abbas ve Übey b. Ka’b bunu şöyle okumuşlardır: “Belli bir süreli­ğine anlaştığınız kadınlara (paralı cinselliği kastediyor) ücretle­rini verin.”

                   Bu konuda Taberi ve diğer uzun tefsirlere de bakıla­bilir. Ben şahsen burada bilerek yapılan bir kesintiyi görüyorum.         Neyse konu bu değil. Bununla ilgili daha önce en başta Buhari’den hadisler verdim. Ki o zaman sahabiler ücret karşılığı yabancı kadınlarla cinsellik yaşamışlardır.

                   İşte bu örneğimizde de ayete yazılmayan bir önemli eksiklik söz konusudur.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.229-230).

Sonuç:       İşte nüshalar arasındaki fark böylece hem fazla, hem de herkes “benimki doğrudur” deyince, halife Osman olaya el koyuyor ve yeni bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları imha ediyor.                (pdf-s.132).

                   İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal değildir; zaman­la değişime uğramıştır.                                                                           (pdf-s.200).

ayrıca;      KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)

ayrıca;      ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.

ayrıca;      Konuyla ilgili bu bilgiler Süyuti Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den derlenen 40 benzer not için...

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).

25.       Sizden kimin, hür mü’min kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mü’min genç kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın. Allah, sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları hâlinde, sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, mehirlerini de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, onlara hür kadınların cezasının yarısı uygulanır. Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Not.1         Hayvanla cinsi ilişkiye girmenin cezası Tevrat’ta belirlendiği halde bu konuda Kur’an’da herhangi bir açıklık yoktur. Yine zina yapan bir cariyeye uygulanan cezanın, hür bir bayana uygulanan ceza kadar olmaması, hem Sümer kanunlarında, hem de Tevrat’la Kur’an’da ortak olarak işlenmiştir (Tevrat, Levililer 19/20–24; Esnunna kanunları, md. 31, Ur-nammu kanunları, md. 5.).

                   Cariye, zinadan dolayı idam edilmez; kendisine başka yöntemler uygulanır.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.128)

Not.2         CARİYENİN KUR’AN’DAKİ YERİ: Kur’an, az önceki ayetlerle (Nisa 3, 24) yetinmeyip, Müslümanlara cariyeleri kullanma konusunda geniş imkânlar tanımaya devam et­miştir.

                   Örneğin, yine bu ayette, “Şayet bir in­sanın, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmiyorsa, o zaman elleriniz altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın” deniyor.

                   Kur’an’da Müslümanlara cariyeler konusunda tam yetki verilince, bazen öyle oluyordu ki, ortada henüz savaş söz konusu değilken, Müslüman gençler, karşı tara­fın kız ve kadınlarını gözden geçiriyorlardı.

                   Mesela bir adam Muhammed’e, “Eğer siz Taif şehrini alırsanız haberiniz olsun fa­lanca kadın çok güzeldir” deyip o kadının güzelliğini daha önceden haber vermişti. (Buhari, Libas, 62. bap.)

                   Sadece bu olay işin vahameti konusunda çok bariz bir ipucudur.

                   Nitekim insanlar zaman içinde Kur’an’da ayetler görünce değiştiler ve öyle bir noktaya gelindi ki, artık bir an evvel cariyeleri kapmak için dört gözle savaş bekler duruma geldiler.

                   İşte bizim için önemli olan, bu çok vahim ve dehşet verici ayetlerin Kur’an’da yer al­masıdır.

                   Mümin bir kişi için cariyeyi kullanma konusunda Kur’an’da bu kadar yetki varken, ister istemez insanlar bir an ev­vel savaşa girip bir karı-cariye ele geçirmeyi canı gönülden is­terler.

Not.3         Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Müslümanların yanında hem köle hem de cariye bulunması ister istemez bazen hoş olmayan olaylara da neden oluyordu. Örneğin; köleler, (erkek esirler) efendilerinin cariyelerine kötü niyetle baktığı veya onlarla cinsi münasebette bulunduğu vaki oluyordu. Bu durumda efendinin ceza olarak o erkek esiri iğdiş ettiği veya kestiği İslâmî kaynaklarda geçiyor.

                   Burada önemli olan, Kur’an’ın köle ve cariyenin kullanılmasına izin vermesidir. İzin verdikten sonra artık ne kadar iyi davransa da bunun hiçbir öne­mi kalmaz ve hiçbir mazeret de Kur’an’ı bu konudaki eleştiriler­den kurtaramaz.

                   Hatta bazı kaynaklarda, “İbn-i Ömer’in (meşhur hadis ravisi), çoğu kez orucunu cariyelerle münasebette bulunmak suretiyle açtığı” rivayet edilmektedir.

                   Muhammed, savaşta olsun, yolculukta olsun ille de berabe­rinde en az bir hanımını götürüyordu. Örneğin; Beni Mustalık Savaşı’na giderken Ayşe’yi, Hudeybiye antlaşmasında da Ümmü Seleme’yi yanında götürdüğü bilinen bir hadisedir.

                   Hayber Savaşı’nda Safiye’yi ele geçirdiğinde eve varmadan hemen o çölde ve Ebu Eyyub el-Ensari’nin kılıç gölgesi altında onunla cinsi münasebette bulunması, keza Meymune ile evlenirken hemen yarı yolda -çoğu kaynağa göre henüz Umre ihramından çıkma­dan- onunla gerdeğe girmesi, bunun kanıtıdır.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.276-278).

Not.4         Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Nisa 25, Nûr 2: Bu ayete göre zina yapan cariyeye uygulanan cezada taşlayarak öldürme yoktur; Nûr 2. ayete göre yüz celde-değneğin yarısı uygulanır (elli değnek).

                   Acaba savaşın sebebi olmayan bir kadını, cariye olarak Müslümanların istifadesine sunan (Nisa 3, 24), tek bir adet görmesi durumunda artık erkekler onu kullanabilir diyen ve meta olmaktan çıkmasın diye onunla cinsi ilişkide bulunulduğu zaman spermin, rahmin dışına akıtılmasına izin veren ve demin de anlatıldığı gibi, o cariyenin -mal gibi satılmak suretiyle- elden ele dolaşmasına izin veren bir anlayış (Bakara 228, 234) na­sıl olur da -aynı statüdeki bir cariye- zina yaptığı zaman, bu sefer ona uygulanan cezanın, hür bir kadına uygulanan cezadan daha az olmasını önerir?

                   Acaba onu sevdiğinden dolayı mı, yoksa başka bir nedenle mi?

                   Cariyeler mal gibi değerlendirildiği için kolay kolay onların elden gitmesine izin verilmiyordu.

                   Şayet zinaları halinde, “On­lar da recim usulü infaz edilir” denseydi, o zaman Müslümanlar için bir gelir kaybı söz konusu olurdu.

                   İşte bu nedenle ceza in­dirimine gidilmiştir; yoksa cariyeler sevildiğinden değil.

                   Hatta Muhammed bir sözünde (zina yapan cariyeler hakkında Ebu Hureyre’den rivayetle) şöyle diyor: “Şayet bir cariye zina eder de onun zinası şahitler veya ken­disinin hamile kalmasıyla ispat edilirse, o zaman onun efen­disi kendisini celde ile kamçılasın ve onu ayıplamasın. Eğer bir daha tekrar ederse, yine onu kamçılasın ve ayıplamasın. Üçüncü sefer yine tekrar ederse, bir daha onu kamçılasın; fa­kat ayıplamasın. Dördüncü kez de tekrarlarsa, o zaman onu bir kıl fiyatına da olsa satsın.” (Tecrid-i Sarih, Diyanet tercemesi, No: 998-6/469.)

Kaynak:    bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.280-281).

Not.5         Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Muhammed ayrıca savaş esiri kadınları hor görmüş ve onlar­la olan evliliği, ideal bir evlilik olarak değerlendirmemiştir.

                   Yukarıdaki ayete göre bu evliliğin pek ideal bir evlilik olmadığı; tersine mecburiyetten dolayı kendisine başvurulan bir evlilik olduğu beyan ediliyor.

                   Muhammed ve arkadaşları bu cariyelerin eşlerini savaşta öl­dürüyorlar ve Müslüman gençlere deSakın ha! Mecbur kalmadıkça bu cariyelerle evlenmeyin, bu evlilik pek ideal bir evlilik değildirdeniyor. Peki bu durumda, bu mağdur kız ve kadınlar kimlerle evlensinler veya eşsiz mi kalsınlar?

                   İşte Kur’an’ın savaş esiri kadınlarla ilgili anlayışı!          bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.281-282).

26.       Allah, size (hükümlerini) açıklamak, size, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Not.1         Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Böylesine bilgiler (Nisa 3, 24-25) verildikten sonra Allah’ın çok merha­metli olduğunun belirtilmesi herhalde Müslümanlara moral ver­mekten başka bir amaç taşımamaktadır. Yoksa böylesine müjde­li bir ayetin bu açıklamalardan sonra söylenmesinin başka anla­mı ne olabilir ki!                                                                                       bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.281-282).

27.       Allah, sizin tövbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar.

28.       Allah, sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.

29.       Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.

Not.1         Rûm Suresi 39, Bakara 275-276, 278-279, Âl-i İmrân 130, Nisa 29, 161:

                   Faizin haram olduğuna ilişkin Kur’an’da yer alan önemli cümleler hemen hemen bunlardır.

30.       Kim haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız. Bu, Allah’a pek kolaydır.

31.       Eğer size yasaklanan (günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.

32.       Allah’ın, kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri (haset ederek) arzu edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan, O’nun lütfunu isteyin. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

Not.1         Al-i İmrân 195, Ahzâb 35, Nisa 32, Tevbe 71: Muhammed Medine döneminin 3. yılından itibaren 56 yaşı­nda çok evliliğe başladı. Bu tarihe kadar inen su­relerde kadın Kur’an’da yoktur (Bakara Suresi’nde kadınla ilgili iddet olsun, boşanma olsun, alışverişlerde şahitlikler olsun bazı düzenlemeler hariç). Aile yapısı anaerkil olan Medine’de hem birçok kadınla hem de savaş esiri cariyelerle hayatı­nı birleştirince, kadınlar hem seslerini duyurmaya, hem de kocalarına karşı gelmeye başladılar ve bu hem Muhammed’in, hem de Ömer gibilerin ailesinde de etkisini gösterdi.

                   İşte bundan sonra kadınlarla ilgili ayetlerin inmeye başladığını görüyoruz. Medine­li kadınlar, Muhammed’e, “Neden annemiz Havva, babamız Adem olduğu halde biz kadınlar Kur’an’da hiç geçmiyoruz, ne­den biz kadınlar savaşa katılmıyoruz, neden biz kadınlar veraset­te erkeğin yarısı kadar pay alıyoruz (Nisâ 11, 176), nedir bu iki cins arasındaki ayrıcalığın nedeni?” gi­bi sorular soruyorlar. Bu sorular sorulduktan sonra, artık değişik zamanlarda kadınlarla ilgili yukarıdaki ayetler inmeye başlıyor. Gerçi bu ayetlerle kadınlara önemli bir şey verilmiyordu, ama sembolik de olsa bu mücadele sonucu Kur’an’da kendilerine yer verildi. Kur’an’da kadınla ilgili ehven (kadınların biraz lehine) olan ayetler bunlardır. Dolayısıyla, Medineli kadınlar böylesi erkekler yüzünden Kur’an’da ancak bu kadar yer alabilirlerdi.                                     bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.157-159).

33.       (Erkek ve kadından) her biri için ana-babanın ve akrabanın bıraktıklarından (pay alan) varisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı (ahitleştiğiniz) kimselere de kendi hisselerini verin.11 Şüphesiz Allah her şeye şahittir.

34.       Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar.12 Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı13 korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün.14 Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.

Not.1         Bir ara Medineli kadınlar Muhammed’e başvurarak, kocala­rının kendilerine haksızlık yaptıklarını, hatta kendilerini döv­düklerini söylüyorlar. Buna karşı Muhammed, hanımını döven erkeğe kısas uygulanması gerektiğini söylüyor ve bu konuda kadınların lehine bir karar veriyor. O arada Halife Ömer Muhammed’in böyle bir fetva verdiği haberini alınca, Muhammed’e varıp kendisine, “Kadınlar erkeklere karşı azdılar (Ömer, -sanki- Muhammed’e ‘sen ne yapmak istiyorsun’ demek sure­tiyle buna engel olmak istiyor)” şeklinde itirazda bulunuyor. Ömer’in bu itirazı üzerine, Muhammed hemen ifade değiştirip erkeklerin hanımlarını dövebileceklerini söylüyor. Bu sözü du­yan kadınlardan 70 tanesi, Muhammed’in evine doğru yürüme­ye başlıyor. Bu kez zor durumda kalan Muhammed, kesin yasak anlamında değil de öneri anlamında erkeklere hitaben, “Hayırlı olan erkekler, hanımlarını dövmezler” şeklinde vaziyeti kurtar­maya çalışıyor. Bu olay, birçok kaynakta geçmektedir.

                   Ömer’in itirazı sonucu Muhammed, kadınlarla ilgili verdiği bu olumsuz kararla yetinmiyor; daha da ileri giderek, erkeklerden yana tavır alıyor ve kadınlar aleyhine çok sert yaptırımlar öne sü­rüyor. Öyle ki, “Erkek hanımını dövmekten sorumlu değildir” şeklinde hem çok ağır bir fetva vermeye başlıyor, hem de daha önce kadınlarla ilgili verdiği o insani kararından da vazgeçerek, tam tersine bir yaklaşım sergilemeye başlıyor. Ayrıca Muham­med, ömrünün son yılında, o meşhur “Veda Hutbesinde” (Örneğin, Tecrid-i Sarih Terc. 10/398) erkeklere hitaben, “Gerektiğinde siz erkekler hanımlarınızı dövebilirsiniz; ancak döverken, sakın onların vücudunda yara açacak bir tarzda vurmayın!” diyor.

                   Kadınlara baskı uygulamaktan yana tavır alan Ömer, “Biz da­ha önce Mekke’de iken, hanımlarımıza amir idik (ataerkil); ne za­man ki Medine’ye geldik, tam tersine bir durumla karşılaştık (anaerkil). Zaman içinde bizim hanımlarımız da bozuldular ve öyle bir an geldi ki, onlar bizi dinlemez hale geldiler. Hatta bir gün hanımım cesaret edip bana karşı geldi. Onun bu tutumu çok zoruma gitti. Bunu fark eden eşim, üzüntümü gidermek için. ‘Peygamberin hanımları sabahtan akşama kadar onunla kavga ederler’ dedi” diyerek çok önemli bir itirafta bulunuyor.

                   Nihayet, bütün bu gelişmeler olurken, kadınların dövülmesiyle ilgili -gerçekten kadınlar için bir talihsizlik olan- Nisâ 34 ayeti iniyor.

                   Yani Ömer’in kadınlar aleyhindeki kulisleri ayet­le cevap buluyor ve bu şekilde iş noktalanmış oluyor.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.81-82). İslami Kaynaklar: Arif Tekin’in kitabında.

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

                   2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.116).

Not.2         Nisâ 34, 128: Bu iki ayetin terimleri-lafızları aynı, karıkocanın birbirlerine karşı takındıkla­rı tavır aynı (Arapça bilenler her iki ayete de bakabilirler). Buna rağmen, kadın kocasına karşı başkaldırırsa o dövülür; erkek hanımına karşı gelirse ona uygulanmak istenen yaptırım, kendisinin hanımıyla sulh (barış) yapmasıdır. Yani iki cins arasındaki uygulamalar farklıdır.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.83-85).

35.       Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır.

36.       Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.

37.       Bunlar cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.

38.       Bunlar, mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de inanmayan kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır.

39.       Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah’ın verdiği rızıktan (gösterişsiz olarak) harcasalardı, kendilerine ne zarar gelirdi? Allah, onları en iyi bilendir.

40.       Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.

41.       Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâli nice olacak!.

42.       O kıyamet günü, Allah’ı inkâr edip Peygamber’e isyan edenler, yer yarılıp içine girmiş olmayı isterler ve Allah’tan hiçbir söz gizleyemezler.

43.       Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız, veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

Not.1         Bu ayetten de görüldüğü üzere Teyemmüm (toprakla temizlenme usulü) bile daha önce uygulanmaktaydı.                                                                bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.27-28).

Not.2         Bakara 219, Nisa 43, Mâide 90-91:

a)               Ömer bir gün Muhammed’in yanında, “Ya Rab, müminlere içkinin yasağı konusunda faydalı açıklamalarda bulun, ayetler gönder” diye duada bulunuyor. Onun bu isteği üzerine, kesin yasak içer­meyen Bakara 219 ayeti iniyor. Muhammed inen ayeti hemen Ömer’e okuyor. Fakat Ömer, bunu yeterli bulmuyor ve duasını tekrarlıyor.

b)               Zaman içinde bu kez de Nisa 43 ayeti iniyor, burada da kesin bir ya­sak yok. Muhammed yine inen ayeti Ömer’e okuyor. Fakat Ömer, bunu da yeterli bulmuyor ve Muhammed’in yanında duasını tekrarlıyor.

c)               Bu defa Mâide 90 ve 91 ayetleri iniyor. Muhammed bunu da Ömer’e aktarıyor, sonunda Ömer şu yanıtı veriyor: “Ar­tık vazgeçtik vazgeçtik.”

d)               Bu aşamadan sonra Kur’an’a içkiyle ilgili herhangi bir ayet inmiyor.

e)               Bakara 219’da “Senden içki ve kumarı sorarlar” diyor. Güvenilir İslami kaynaklarda, bu soruyu soranın Ömer olduğu yazılı.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.59-61). Diya­netin tercümesi olan Tecrid-i Sarih’inEşribe” bölümü 12/39’a bakılırsa, artık hiçbir kaynağa gerek kalmaz.

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

44.       Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.

45.       Allah, sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah, dost olarak yeter. Allah, yardımcı olarak da yeter.

46.       Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râ’inâ”15 derler. Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.16

Not.1         Hicr 9, Yunus 82, En’am 34,115, Kehf 27, Saf 8, Fetih 28, Tevbe 32, Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41:

a)               Hicr 9: Allah bu ayette “Kur’an’ı biz koruyacağız” diyor.

b)               Yunus 82, En’am 34, 115, Kehf 27, Saf 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Allah bu ayetlerde de “Allah nurunu tamamlayacaktır. Allah’ın ayetlerini kimse değiştiremez” diyor.

c)               Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41: Allah bu ayetlerde de “Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler, Tevrat, Allah’tan gelen Tevrat değildir”” diyor.

Özetle;      Tevrat ve İncil de Allah’ın sözleri/ayetleri olduğu halde ve Allah kendisi “Allah’ın sözünü değiştirecek yoktur” derken, yine aynı AllahYahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler” diyor.

                   Ayetlerden açıkça görüldüğü gibi Kur’an’ın Allah’ı kendisiyle çelişmektedir.

d)               Burada “Acaba tanrı neden gönderdiği kitaplar arasında ikili davranıp bazılarına koruma garantisi verdi de bazılarına vermedi?!” sorusuna verilecek yanıt yok!

                   Bu konuda Kur’an’da başka ayetler de vardır. Bunlara bakılırsa ne Tevrat’ın, ne de İncil’le Kur’an’ın değiştirilmesi söz konusu olmamalı; ama hepsi de değiştirilmiştir, hiçbiri orijinini korumamıştır.

                   Bu şu demek değildir ki, bunların aslı daha iyi veya tanrıdan gelmedir.

                   Bir kere hepsinin mimarları insanoğludur.

e)               Denilebilir ki, Kur’an’da sözü edilen garanti sadece Kur’an için geçerlidir; Tevrat ve İncil için geçerli değildir; ben de derim ki, Allah niçin farklı davranıyor? Hâlbuki (iddialara göre) onlar da kendi gönderdikleridir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.82-84).

47.       Ey kendilerine kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden, yahut cumartesi halkını17 lânetlediğimiz gibi onları lânetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat’ı) doğrulayıcı olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur’an’a) iman edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.

48.       Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.

49.       Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar zulmedilmez.

50.       Bak, Allah’a karşı nasıl yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter.

51.       Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar “cibt”e ve “tâğût”a18 inanıyorlar. İnkâr edenler için de, “Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır” diyorlar.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayette geçen;

                   CİBTkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “Cibt” “şeytan” anlamına gelir, “Sihirbaz” anlamına geldiğini söyleyenler de vardır. Kur’an’da Cibt kelimesi “şeytan ve putperestlik” anlamında kullanılmıştır

ayrıca;      bu ayetlerde (Zümer 17, Nahl 36, Bakara 256-257, Nisa 51, 60, 76) geçen;

                   TAĞUTkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “kâhin/ gelecekten haber veren kişi” anlamına gelir. Kur’an’da Tağut kelimesi şeytan ve putperestlik anlamında kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.284).

52.       Onlar, Allah’ın lânet ettiği kimselerdir. Allah, kime lânet ederse, artık ona asla bir yardımcı bulamazsın.

53.       Yoksa onların hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa, insanlara bir zerre bile vermezler.

54.       Yoksa, insanları; Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermişizdir. Onlara büyük bir hükümranlık da vermiştik.19

Not.1         Nisâ 54, Ra’d 38 Ahzâb 38: Bu ayetlerde sözü edilen peygamberlerden kasıt Davud ile Süleyman peygamberdir.                                                                         bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.178).

Not.2         Sâd 23, 24, Ra’d 38, Ahzâb 38, Nisâ 54 vb: Bir erkeğin, birçok kadınla evlenmesi, Yahudilikte de var olan yaygın bir adetti. Kur’an, bu geleneği de kabul etti.    bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.32).

55.       Böylece onlardan kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi. (O iman etmeyenlere) çılgın ateş olarak cehennem yeter.

56.       Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri biz ateşe atacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

57.       İman edip salih ameller işleyenleri ise, içinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları, koyu gölgeler altında bulunduracağız.

58.       Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

59.       Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin.20 Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.

60.       (Ey Muhammed!) Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.21

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerde (Zümer 17, Nahl 36, Bakara 256-257, Nisa 51, 60, 76) geçen;

                   Tağutkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “kâhin/ gelecekten haber veren kişi” anlamına gelir. Kur’an’da Tağut kelimesi şeytan ve putperestlik anlamında kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.284).

61.       Münafıklara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygambere gelin” dendiği zaman, onların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.

62.       Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği, sonra da “Biz iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik” diye Allah’a yemin ederek sana geldikleri zaman hâlleri nasıl olur?

63.       Onlar, Allah’ın kalplerindekini bildiği kimselerdir. Öyleyse onlara aldırma. Onlara öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında etkili ve güzel söz söyle.

64.       Biz her peygamberi sırf, Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.

65.       Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.

Not.1         Muhammed zamanında iki şahıs arasında bir ihtilaf söz ko­nusu oluyor. Bu şahıslar, kendi aralarında halledemedikleri bu anlaşmazlığın çözümü için Muhammed’e başvuruyorlar ve on­dan sorunun çözümü konusunda yardım istiyorlar. Sonunda Muhammed birini haklı, diğerini de haksız buluyor. Bunun üzerine, haksızlığına karar verilen kişi Muhammed’e, “Müsaaden varsa bu dava konusunda bir de Ömer’den görüş alalım, baka­lım o ne diyor” demek suretiyle bir istekte bulunuyor. Muham­med de onun bu isteğini anlayışla karşılıyor ve Ömer’e gitmele­rine izin veriyor. Dava tarafları, bu kez Ömer’e varıp hem dava­larının boyutlarını, hem de bu konuda Muhammed’den de fikir aldıklarını anlatınca, Ömer kendilerine, “Bekleyin eve gidip ge­leceğim ve sizinle ilgileneceğim” deyip eve giriyor ve bir süre sonra elinde çıplak bir kılıçla gelen Ömer, “Muhammed’e itiraz eden hanginizdir?” diye soruyor. Onlardan biri “Benim” diye yanıt verince, Ömer ona saldırıyor ve kafasını bir hamlede kesi­yor. Ömer devamla, “Muhammed’e karşı gelenin sonu böyle olur” diyor. Diğer adam, bu manzarayı görünce kaçıp tekrar Muhammed’e varıyor ve gelişmeleri olduğu gibi kendisine anlatıyor. Muhammed, duyduğu bu menfur olay karşısında Ömer’e karşı -onun gıyabında- sert tepki göstererek “Nasıl olur da Ömer bir mümini öldürür, olamaz!” diyor.

                   Aslında olan olmuştu ve politik açıdan bakıldığında, ne ya­pıp edip diğer konularda olduğu gibi burada da Ömer’in yardımına koşulmalıydı. Zira öleni geri getirmek zaten mümkün de­ğildi. Nitekim de gelişmeler Ömer’in lehine oldu: Bu olay üzeri­ne Nisa 65 ayeti iniverdi.

                   Bu ayet, kesin bir ifadeyle şu sonuçları ortaya koyuyordu: Birincisi, Ömer tarafından öldürülen adam, ikinci kez Kur’an ayetiyle çok ağır bir manevi ceza ile cezalandırılıyordu. Böylece öldürülen kişi, Allah katında inançsız biri olarak nitelendiri­liyor ve öldürülmesi gereken bir kişi olarak bildiriliyordu. İkin­cisi ise, Ömer bu eylemiyle aslında bir kişiyi öldürmekten ötürü kısas cezasıyla cezalandırılmalıydı. (İslam inancına göre, Mâide, 45 vb.)

                   Oysa Ömer, bu cinayetten sonra tertiplenen ayetle bu cezadan kurtarıldığı gibi, üstelik de Kur’an’da net bir biçim­de takdir topluyor, onun için özel olarak ayet iniyor. İşin ilginç tarafı, çoğu kaynağa göre Muhammed, bu olaydan ötürü Ömer’e, “el-Faruk/Adaletin kılıcı” sıfatını takıyor. Yani, halk arasında meşhur olan “Ömer-ül Faruk” nitelemesini -ki, doğru ile eğriyi, hak ile batılı birbirinden ayırt eden kişi anlamına geli­yor- bu cinayet olayı üzerine Ömer’e veriyor.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.74-75). Tecrid-i Sarih Diyanet tercemesinde de anlatılmaktadır.

                   Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).

                   2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.120-121)

                   3) Bu olayın özellikle Tecrid-i Sarih Diyanet tercemesinde de anlatıldığını bilmelisiniz.

66.       Eğer biz onlara, “Hayatlarınızı feda edin veya yurtlarınızdan çıkın” diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğütleri tutsalardı, elbette haklarında hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) daha çok pekiştirici olurdu.

67.       O zaman kendilerine elbette katımızdan büyük bir mükâfat verirdik.

68.       Onları elbette doğru yola iletirdik.

69.       Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.

70.       Bu lütuf Allah’tandır. Hakkıyla bilen olarak Allah yeter.

71.       Ey iman edenler! (Düşmana karşı) tedbirinizi alıp, küçük birlikler hâlinde, yahut topluca savaşa gidin.

72.       Şüphesiz, aranızda öyle kimseler var ki, (onların her biri savaşa gitme konusunda) hakikaten pek ağır davranır. Eğer başınıza bir musibet gelirse, “Allah, bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım” der.

73.       Eğer Allah’tan size bir lütuf (zafer) erişse, bu sefer de; sizinle kendisi arasında hiç tanışıklık yokmuş gibi şöyle der: “Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarıya (ganimete) ulaşsaydım.”

74.       O hâlde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.

75.       Size ne oluyor da, Allah yolunda ve, “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?

76.       İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût22 yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerde (Zümer 17, Nahl 36, Bakara 256-257, Nisa 51, 60, 76) geçen;

                   Tağutkelimesi Arapça değildir.

                   Habeşçe’dir, “kâhin/ gelecekten haber veren kişi” anlamına gelir. Kur’an’da Tağut kelimesi şeytan ve putperestlik anlamında kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.284).

77.       Daha önce kendilerine, “(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca, hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve “Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.”

78.       Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!

79.       Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.

80.       Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.

81.       Sana “baş üstüne” derler. Fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden birtakımı, geceleyin; (senin gündüz) söylediklerinin aksini kurarlar. Allah, onların geceleyin kurduklarını yazmaktadır. Sen onlara aldırma. Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.23

82.       Hâlâ Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.

Not.1         MUHAMMED, BİR TAKTİK OLARAK ALLAH’I ADINA KENDİNİ SORGULUYOR

                   İlgili ayetler: İsra 90-94, Yunus 94-95, Hud 35, Hakka 43-47, Enfal 32-33, Nisa 82, Maide 67.

                   Değinilen ayetler: Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41.

                   Muhammed güya Allah’ına;

1)               “Eğer Kur’an’ı Muhammed uydursaydı onun şahdamarını keserdik” dedirtiyor. (Hakka 43-47)

2)               “Eğer Kuran’dan şüphe edersen, o zaman kendinden önce kitap okuyanlardan (ehl-i kitaptan) sor” dedirtiyor. (Yunus 94-95)

a)               Bir kere Kur’an Allah’tan olsaydı bundan Muhammed niye şüphe duysun da Allah böyle bir şey desin ki?!! Tek başına bu ayet bile Kur’an’ın Allah’tan değil insanlar tarafından yazıldığının kanıtıdır!

b)               Bu ayet, bir taraftan  tescil ediyor ki, Muhammed zamanında Kuran’da olup bitenleri kendisinden daha iyi bilen insanlar varmış.

c)               Öbür taraftan beraberinde şu çelişkiyi de getiriyor: Allah’ın Muhammed’e, “Eğer Kuran’da şüphen varsa, o zaman kendinden önce kitap okuyanlardan (ehl-i kitaptan) sor” deyip ehliyetli bulduğu o jüri heyeti acaba kimler? Çünkü Kur’an’ın Allah’ı ne Yahudileri, ne de Hıristiyanları kabul etmiyor; ikisinin de Tevrat ve İncili bozduklarını/ tahrif ettiklerini söylüyor. (Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41)

                   Dolayısıyla burada anlaşılmaz bir durum söz konusudur.

3)               Yine Allah’ına “‘Kur’an’ı Muhammed uydurdu mu diyorlar? De ki, eğer uydurdumsa bunun günahı benim boynumdadır dedirtiyor. (Hud 35)

4)               Bir de abartılı biçimde: “Eğer bu Kur’an Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı o zaman içinde birçok tutarsızlıklar olurdudedirtiyor. (Nisa 82)

5)               “‘Bize gökten mucize göstermezsen biz sana asla inanmayız’ diyenlere de ki, ‘rabbin şanı yücedir; ben ancak elçi olan bir beşerim’” dedirtiyor. (İsra 90-94)

6)               Allah seni insanlardan korur” dedirtiyor. (Maide 67)

                   Ancak dediği çıkmıyor, Allah’ı kendisini korumuyor. Bu konuda sağlam kaynaklarda Muhammed’in ifadesi vardır ki, o bir Yahudi kadının su-i kastıyla öldürülmüştür. Yine sağlam kaynaklara göre Muhammed’i iki hanımı Ayşe ve Hafsa ile babaları (sonraki halifeler) Ebubekir ve Ömer öldürüyor.

7)               Ey Allah, eğer bu kitap sendense bize gökten acıklı bir azap ver diyen inanmayanlara Allah’ına isnaden “Aranızda Muhammed varken Allah size azap etmez” anlamında ayet gönderiyor. (Enfal 32-33)

a)               İşte Muhammed Kuran’dan bilgisi olmayan insanları bu tür taktiklerle etkilemeğe çalışıyor.

b)               Şu an dünyada milyarlarca insan çeşitli sıkıntılardan ötürü feryat edip bir kurtarıcı arıyor; ama kutsal kitaplara göre dar günün tanrısı yardıma gelmiyor.

                   Muhammed’e gelince anlatıldığı gibi en ufak bir rahatsızlığında Allah-Cebrail hemen hazır-nazırlar. Böylesine kişiye özel tanrıya Sümerlerde de rastlanırdı. Her kralın ayrı tanrısı vardı.

c)               Muhammed’in bu gibi ayetleri oluşturmasından tek gayesiBakın ben kafadan konuşmuyorum; Allah beni göreve davet ediyor, yapmamazlık edemem” fikrini insanlara kabul ettirmektir. Yoksa daha önce Mekke’de de Allah’ın peygamberiydi neden korkudan namazlarını gizli kılardı, neden Hz. Ali’yi kendi yerinde yatağına yatırıp geceleyin Medine’ye kaçıyordu!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.191-192).

Not.2         Aslında insanlar Kuran’ın içini açmamışlar, insan dini konularda gerçekten cahildirBurada Muhammed’in Kuran’a inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine, birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.

a)               İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13, 14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3, Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82: Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini getiremezler” diyor ve adeta meydan okunuyor.

b)               Meryem 97, Taha 113, Şuara 193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.

Sonuç:       Bu ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net bir biçimde anlaşılıyor.

Kıssa:         Balıkesirli ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’ diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna varıyorduk. Vaazı bitince herkes elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş, halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık kullanıyormuş. İşte böylesine boş şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”

Hisse:         Gerçekten inananların durumu bu. Ben de bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.

Kaynak:    1) Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).

                   2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).

83.       Kendilerine güvenlik (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki onu peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.

84.       (Ey Muhammed!) Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Mü’minleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir.

85.       Kim güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın her şeye gücü yeter.

86.       Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.

87.       Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Andolsun, sizi kıyamet gününde mutlaka bir araya toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan?

88.       Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Allah, onları yaptıkları işlerden dolayı baş aşağı ederek eski konumlarına (küfre) döndürmüştür. Allah’ın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, sen onun için asla bir çıkış yolu bulamazsın.

Not.1         Müddessir 31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119, En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9, 37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23, Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan 44, Enfal 32):

a)               Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44 vd) diyeceğine; insanları daha mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.

b)               Daha net ifadeyle açıklamam gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.

c)               Muhammed zamanında da bu efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok değerli insanlar vardı; ancak Muhammed onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların varlığı konusunda Kuran’da önemli ipuçları vardır.

d)               Kısaca bir örnek vereyim: Enfal 32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü muhalifler, “Ey Allah, eğer bu Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in kendisi) buna karşı “İçinizde peygamberim (Muhammed) varken ben nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık kim buna ne kadar inanmışsa!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).

Not.2         Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:

a)               Zümer 41: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

b)               Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

c)               Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...

89.       Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız. Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı.

90.       Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki) vermemiştir.

91.       Diğer birtakım kimselerin de hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak istediklerini göreceksin. Bunlar küfre her döndürüldüklerinde ona atılırlar. Eğer bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barış içinde yaşamak istemezler, ellerini savaştan çekmezlerse, onları yakalayın ve onları nerede bulursanız öldürün. İşte bunlara karşı size apaçık bir yetki verdik.

Not.1         Enfâl 12-13, Âl-i İmrân 127, Nisâ 89, 91, Muhammed 4, Tevbe 1-2, 4-5: Kur’an’ın Allah’ı, Muhammed’in güçlü olduğu dönemlerde (Medine dönemi ve sonrasında) karşı tarafa kan kusturacak ayetler göndermiş ve inanmayanlar diye nitelenen insanlara ölüm fermanını vermiştir.

                   Bu ayetlerde bir yaratıcı olarak  insanlara çözüm yerine katliam önerilmiştir.

                   Hele hele Kur’an’ın en son inen Tevbe Suresi’nin ilk beş ayetinde inanmayanlara karşı adeta meydan okunmuştur.

                   Radikal Müslümanların çoğu, bu ayetleri delil olarak göste­rip inanmayanlara karşı savaş ilan etmeyi bir ilahi emir olarak telakki eder ve inanmayanların katli vaciptir derler.

                   Zaten sert­lik ifade ettikleri için İslam âlimleri nezdinde bu ayetlereseyf-kılıçayetleri denir.

                   Muhammed savunmada olduğu zaman ona çok ılımlı ve ba­rışçıl ayetler inmiş; güçlü olduğu dönemdeyse tersine onların idamlarını onaylayan ayetler inmeye başlamıştır.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.265-266).

92.       Bir mü’minin bir mü’mini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mü’mini yanlışlıkla öldürürse, bir mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Bunlara imkân bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ard arda oruç tutması gerekir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Not.1         Tevrat’a göre yanlışlıkla işlenen bir cinayette kısas uygulanmadığı gibi herhangi bir diyet de alınmaz. Ancak katil, öldürdüğü insanın akrabasının bulunduğu yerden uzaklaştırılarak özel yerlere, din adamlarının himayesine verilir.

                   Kuran’a göre kasıt olmadan bir insanı öldürenin cezası, bir esiri azat etmek, öldürülenin varislerine kan bedelini ödemek ve eğer bunu da yapamıyorsa 60 gün üst üste oruç tutmaktır. Tabi ki varisleri isterlerse ondan bir şey almadan kendisini  bağışlayabilirler; Kur’an bunu da yazıyor.

                   Şu var ki, Kur’an bu diyetin miktarını belirlememiş; buna ilişkin düzenleme Muhammed’in hadislerinde 100 deve olarak belirtilmiştir. Şunu da hemen ifade edeyim ki, bu 100 deve âdeti Muhammed’den önce cahiliyle devri denilen, kendisinin henüz peygamber olmadan bizzat gördüğü dönemde bile uygulanıyordu/bu da onun yeni buluşu değildir.

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.107-110).

Not.2         Beled 13, Ahzab 37, Nisa 92, Mücadele 3, 4, Maide 89: Bugün İslamda var olan köleyi azat etme geleneği bile, öteden beri var olan bir uygulamaydı. Muhammed buna da karışmayıp, olduğu gibi onayladı (Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No: 705-709).   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.32).

Not.3         KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13, İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3, Mâide 89, Tevbe 60:

                   İslam inancına göre Allah’a inanan bir insana kul anlamına ge­lenabddenir.

                   Büyük diye düşünülen Allah, acaba niçin kabul ediyor ki onun bir kısım kulları başka kullarını kendine köle-abd olarak kullansınlar?

                   Kabul etmek şöyle dursun, üstelik Tanrı, bir kısım insanın diğer bir kısım insanı kendine köle yapması için kendi ayetleriyle bu işi organize edip bu konuda fetva veriyor.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.291-292).

Not.4         KUR’AN’DA KÖLE: Nisâ 92, Mücâdele 3:

                   Bu ayetlerde kölenin lehine bazı şeyler öne sürül­müştür. Fakat köleliği yasaklayan, onu ortadan kaldıran bir aye­ti Kur’an’da bulmak mümkün değildir.

                   Kur’an’ın aldığı bazı ka­rarlar, kölenin lehine görünse bile bunlar yeni olan icatlar değildir. Nitekim daha önce ifade edildiği gibi, Hakim bin Hizam adındaki şahıs tek başına kendi imkânlarıyla yüz tane köle azat etmişti ki, o zaman henüz Muhammed peygamberlik davasında bulunmamıştı.

                   Eğer Kur’an’ın arkasında Allah olsaydı, ona dü­şen, onlar hakkında böyle ufak tefek kararlar almak değil; onla­rı tamamen esaret zincirinden kurtarmak olması gerekirdi.

                   Ama maalesef Kur’an’ın köleliği ortadan kaldırdığına ilişkin hiçbir işaret mevcut değildir.

                   Hatta diyebiliriz ki, kişinin işlediği bazı günahlardan kurtulabilmesi için Kur’an’da belirlenen köleyi azat etme formülü, köleliği daha da cazip hale getirmeyi, kurumlaştırmayı teşvik etmiştir.

                   Mesela bir insan, “Mademki büyük gü­nahlardan kurtulmak için köle azat etmek iyi bir şeydir, o halde kölelik kurumu her an devam etsin ki, bu tür günahları işlediği­miz zaman hemen bir köle azat edelim de bu suçtan bir an evvel kurtulalım” şeklinde bir yorumda bulunabilir.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.292-293).

Konu.1      KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13, İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3, Mâide 89, Tevbe 60:

                   (BU KONU BELED SURESİ’NİN SONUNDA -20. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

93.       Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.

Not.1         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Furkan 68-70, Nisa 93:

                   “Her kim bir mü’mini kasten öldürürse -onun cezası-, içinde sürekli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazabetmiş, la’net etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır!” (Nisa 93)

                   Furkan suresin­de ise tam tersi bir ayet var: “Allah iyi kullarının niteliklerini sa­yarken, onlar Allah’a eş koşmazlar, Allah’ın haram kıldığı cana, haksız yere kıymazlar ve zina yapmazlar. Ancak tövbe edip iyi işler yapan bunun dışındadır.” (Furkan 68-70)

                   Peki bu nasıl olur? Bir tarafta kim sebepsiz yere bir mümini öldürse ebediyen cehennem var; diğer tarafta aynı suç ama ancak tövbe ederse kurtulur deniyor.

Özü şu:      Kufeliler bu çelişik ayetler konusunda ihtilafa düşer­ler. Durum İbn-i Abbas’a iletilince o, “Biz burada son gelen ayete bakıyoruz. Yani bu sözü edilen suçu işleyen ebediyen cehennemde kalacak, pişmanlık fayda vermeyecek. Tövbe edenler kurtulur, diyen ayet Mekke’de inmiştir. Dolayısıyla burada ge­çerli olan son gelen ayettir” diyor.

                   Verdiğim çoğu örneklerde, daha önce ayet var, başka bir ayet­le geçersiz kılınır; hiç olmazsa bunlar yazıda görünür. Bazen ortalıkla ayet yok; ancak yürürlükte çok ağır bir ceza yöntemi var. Bu gibi durumlar için de deniliyor ki: Kur’an’ın bazı ayetleri mensuh olmuş/yazılı olarak yok-ortadan kaldırılmış; ancak hükümleri geçerlidir.

                   Mesela recimle ilgili ceza ayeti Kur’an’da yazılı olarak geçmiyor; ama hükmü geçerlidir. Bunu daha önce de anlattım.

                   Peki, hükmü geçerliyse, o ayet niye indi, neden kalktı? Kaldı ki çok önemli, hayati bir konu; ancak ortalıkta meşruiyetini gösteren yazılı bir kanıt yok.

                   Bir de, sütkardeşliğiyle ilgili Hz. Ayşe’nin açıklaması vardı: Önce ayet indi, bir çocuk yabancı bir bayanın sütünü on sefer içerse onun çocuğu sayılır, daha sonra yeni bir ayet indi, bu sayı beşe düştü ve Hz. Muhammed ölene kadar biz bu ayeti böyle okurduk, diyor. Ama ne nasih sayılan on sayısı, ne de mensuh kabul edilen beş sayısı ile ilgili ayetler Kur’an’da yok; fakat hükümleri geçerli: Mezhep liderleri Ayşe’nin açıkla­masını temel alarak beş sayısını esas almışlardır.

                   İşte nasihin bir kuralı da budur:

                   Ortada bir konuya ilişkin ne ilk ayet, ne de daha sonra inen ayet yok; ancak hükümleri yürürlükte!

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.250-251).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

94.       Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Not.1-2     bkz. (Nisa 88, Not.1-2)

Not.1         SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Süleymanoğulları'ndan bir kişi koyunlarını güderken, yanından geçen bir Müslüman grubun saldırısına uğruyor. Adam onları görünce kelime-i şahadet getiriyor veya onlara selam veriyor; ama onu dinlemiyorlar ve o adamı öldürüp koyunlarına el koyuyorlar. Üstelik de o kişinin bağlı bulunduğu kabile ile Müslümanlar arasında herhangi bir sorun da o ana kadar yoktu, tarafsız bir kabileye bağlıydı. Muhammed bu olay yüzünden çevreden olumsuz tepki alınca, savunma amaçlı yukarıdaki ayet iniyor. Bu ayetle müminlerin, cihada çıkarken dikkatli olmaları tavsiye ediliyor; ama diğer taraftan da “Size selam veren kişiyi öldür­meyin” demekle, aslında öldürülen kişinin masum olduğu kabul ediliyor.

                   İşte savaşa (Bedir vd.) zemin hazırlayan sebeplerden biri de bu olaydır.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.124-125).

Ayrıca:      Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)

Not.2         Bu savunma ayetinde geçen “Allah katında ganimetin yolları sayısızdır” ifadesi gerçekten çok ilginç. Burada çok açık bir ifa­deyle “Ey Müslümanlar, ganimetleri ele geçirmek için böyle ufak tefek şeyler yüzünden toplum içinde kendinizi zora sokmayın; bu işin çeşitli formülleri vardır...” şeklinde yol gösterilmek isteniyor.                                                                bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.258).

Not.3         GANİMET AYETLERİ: Enfâl 1-2, 7, 41, 67-69, Âl-i İmrân 161, Haşr 6-7, Nisa 94, Fetih 15, 19-21:

                   Ganimetle ilgili bu ve benzeri ayetlerden net olarak şu sonuçlar ortaya çıkıyor:

                   İnanmayanların malına el koymayı meşru kılmak ve Müs­lümanların rahat bir şekilde savaşa gitmelerini sağlamak için uydurulan ayetler Allah’a mal ediliyor ve bu konuda Allah insanlara karşı kullanılıyor.

                   Yine Muhammed’in, gerek kendine, gerek aile efradına ve gerekse diğer yakın akrabasına ganimet ve fey’den pay alabilmesi için inen Kur’an ayetlerine anlam vermek gerçekten çok zor.

                   Bu ganimet ve fey’ yüzünden Müslümanlar arasında çıkan kavgaları önlemek için, gerek Haşr 6-7, gerekse Enfâl 1-2 ayetlerinin inmesi herhalde normal bir du­rum değildir.

                   Keza bu ganimetler bağlamında bir kadife parçası yüzün­den hırsızlıkla suçlanan Muhammed’i kurtarmak için inen Âl-i İmrân 161 ayeti dikkat çekicidir.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.252-253).

Not.4         Havazin Savaşı sonrası haksız ganimet paylaşımı ve itirazlar, Hz. Ali’nin Yemenden ganimet olarak getirdiği bir miktar altının henüz Müslüman olmuş şahıslara dağıtılması ve itirazlar, Hz. Osman’ın bile ganimet nedeniyle Muhammed’le kavga etmesi, Hicri 7. yılda Hayber baskın yoluyla Yahudilerden alınınca, Muhammed’in kendi ak­rabasına çok farklı bir biçimde ayrıcalık tanıyıp, sadece bu savaşta elde edilen ganimetten hangi akrabasına ne kadar verdiğine dair bir liste...

                   ...ve diğer ayrıntılar için bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.246-259).

Sonuç:       SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Bakara 142-145, 149-150, 217-218, Enfâl 7, 58, Âl-i İmrân 186, Nisâ 94:

                   Bütün bu bilgilerden varılan sonuç şudur:

                   Eğer bu savaşlar içinde, inanıldığı gibi çok adil ve her şeyi yapabilen bir yaratıcı olsaydı, müspet bir sonuç alınması gerekiyordu; kan dökülmeden hem onlara, hem de sonsuza dek tüm insanlara barış formülünü göstermeli ve de kabul ettirmeliydi. Bunu zorla değil, insa­nın aklını barışa göre ayarlamak suretiyle yapabilirdi. (Çünkü İslam inancına göre Allah kadiri mutlaktır, her şeyi yapabilir.)

Özetle;      eğer bu işler Muhammed’e bırakılırsa, bazı ko­nularda haklı, bazılarında da haksız olması mümkündür. Ama işin içine Tanrı karıştırılıyorsa o zaman hiç yanlış yapılmaması gerekir.

Kaynak:    Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (s.136-137).

Ayrıca:      Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)

95-96.  Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (mü’minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Not.1         Zeyd bin Sabit anlatıyor: “Nisâ Suresi’nin 95. ayeti ilk indiğinde Muhammed bana, ‘Kalem ve yazı malzemeni al bu ayeti sana yazdırayım’ dedi. Ayeti, ilkin şu şekilde bana yazdırmak istedi: ‘Mallarıyla, canlarıyla cihad eden müminlerle oturan müminlerin duru­mu aynı olmaz...’ diye.

                   Ben artık bu ayeti yazmak üzerey­ken, o esnada İbn-i Ümmi Mektum çıkageldi ve ‘Ey pey­gamber, cihada gücüm yetseydi, muhakkak ben de gider, düşmanla savaşırdım’ dedi.

                   Bu itirazlar üzerine, peygamber bize, Cebrail’in bir daha vahiy getirdiğini ve az önceki aye­tin son olarak şu şekle dönüştüğünü söyledi: ‘Mazeret sahip­leri hariç, cihad eden müminlerle evlerinde oturan müminle­rin durumu aynı olmaz.’”

                   Bu ayetten önce de Ümmi Mektum yüzündenAbese” Suresi’nin ilk ayetleri inmişti.

                   Allah, birinci defa Cebrail’i gönderirken mazeret sahiplerini unutmuş da, adı geçen şahıs ve diğer mazeret sahiplerinin itirazları üzerine, yeniden Cebrail’i yollamış ve düzeltme yoluna gitmiş­tir.

                   Acaba Kur’an ayetleri hep sorulan sorular üzerine mi şekillenmiştir? Eğer böyleyse bizim de sorularımız vardır. Yoksa o günkü insanlar hepimize vekaleten mi soru sormuşlar veya sonsuza dek sorul­ması muhtemel tüm soruları o zaman mı bitirmişler?

Kaynak:    1) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.148).

                   2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.230-231).

97.       Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.24

98.       Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan25, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar başkadır.

99.       Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

100.     Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de. Kim Allah’a ve Peygamberine hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

101.     Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.26

102.     (Ey Muhammed!) Cephede sen de onların (mü’minlerin) arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekât kıldıklarında) arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silâhlarını yanlarına alsınlar. İnkâr edenler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir beis yoktur. Bununla birlikte ihtiyatlı olun (tedbirinizi alın). Şüphesiz Allah, inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.27

103.     Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.

104.     Düşman topluluğunu izlemekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız, kuşkusuz onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı duyuyorlar. Üstelik siz Allah’tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

105.     (Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma.

106.     Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

107.     Kendilerine hainlik edenleri savunma. Zira Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez.

108.     Bunlar, insanlardan gizlenmeye çalışırlar da Allah’tan gizlenmezler. Hâlbuki Allah, geceleyin, razı olmayacağı sözleri kurarlarken onlarla beraberdir. Allah, onların yaptıklarını (ilmiyle) kuşatmıştır.

109.     İşte siz öyle kimselersiniz (ki, diyelim) dünya hayatında onları savundunuz. Ya kıyamet günü onları Allah’a karşı kim savunacak, yahut kim onlara vekil olacak?

110.     Kim bir kötülük yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.

111.     Kim bir günah kazanırsa, onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

112.     Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.

113.     (Ey Muhammed!) Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.

114.     Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.

115.     Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.

116.     Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür.

117.     Onlar, Allah’ı bırakıp ancak dişilere tapıyorlar.28 Hâlbuki (aslında) azgın bir şeytana tapmaktadırlar.

118.     Allah, o şeytana lânet etti ve o da, “Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay alacağım” dedi.

119.     “Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.”29 Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.

120.     Şeytan onlara (birçok) vaadde bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan, ancak aldatmak için onlara vaadde bulunuyor.

121.     İşte onların barınağı cehennemdir. Ondan bir kaçış yolu bulamazlar.

122.     İman edip salih ameller işleyenleri de ebedî olarak kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan?

123.     İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir.

124.     Mü’min olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.

125.     Kimin dini, iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir? Allah, İbrahim’i dost edindi.

126.     Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatıcıdır.

Not.1         Fussilet 54, Nisa 126: Bu ayetlerde “Allah’ın her yeri kuşattığı” anlatır. Thales (İÖ. 640-548) bu konuda, “Her canlı sudan yaratılmıştır ve Allah her yeri kuşatmıştır” diyor. Tabi ki bu iddia Thales’in de icadı değildir. O da Sümer ve Mısır’da eğitim gördüğü için oralardan aktarmıştır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.51).

127.     Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.” Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor. Ne hayır yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.

128.     Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından, yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Not.1         Nisâ 34, 128: Bu iki ayetin terimleri-lafızları aynı, karıkocanın birbirlerine karşı takındıkla­rı tavır aynı (Arapça bilenler her iki ayete de bakabilirler). Buna rağmen, kadın kocasına karşı başkaldırırsa o dövülür; erkek hanımına karşı gelirse ona uygulanmak istenen yaptırım, kendisinin hanımıyla sulh (barış) yapmasıdır. Yani iki cins arasındaki uygulamalar farklıdır.

                   bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.83-85).

Not.2         Muhammed, kendi hanımları içinde nispeten yaşlı sayılabilen Sevde binti Zem’an’ı (ihtiyardır diye) boşamak ister. Kadıncağız, Muhammed’e yalvarır ve boşanması halinde çok perişan olacağını belirterek, “Gel beni boşa­ma; ben de bu iyiliğine karşı gece hayatıyla ilgili sıramı senin hanımlarından Ayşe’ye vereyim” diyor. Muhammed, kadının bu teklifini kabul edip onu boşamaktan vazgeçiyor ve artık o tarih­ten sonra da o kadının gece sırasında Ayşe’yle sevişmeye devam ediyor. Bunun üzerine Ayşe sevinçten, “Ben Sevde kadar iyi bir kadın görmedim. Çünkü yaşlanınca gece sırasını bana verdi” diyor. Şu bir gerçektir ki, Muhammed, Sevde ile gece nöbeti üzerine anlaşınca, çevresindeki insanlardan belki eleştiri gelir hesabıyla, uzlaşma amaçlı Nisâ Suresi’nin az önceki ayeti iniyor.                                         bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.83-85).

129.     Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

130.     Eğer ayrılırlarsa, Allah bol lütuf ve nimetiyle onların her birini zengin kılar (başkalarına muhtaç bırakmaz). Allah, lütfu geniş olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir.

131.     Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere de, size de “Allah’a karşı gelmekten sakının” diye tavsiye ettik. Eğer inkâr ederseniz, (bilin ki) göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, zengindir, övülmeye lâyıktır.

132.     Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.

133.     Ey insanlar! Allah dilerse sizi yok eder ve başkalarını getirir. Allah, buna hakkıyla gücü yetendir.

134.     Kim dünya sevabı (nimeti) istiyorsa (bilsin ki), dünya sevabı da, ahiret sevabı da Allah katındadır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

135.     Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

136.     Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.

137.     İman edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya; Allah, onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir.

138.     Münafıklara, kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele.

139.     Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.

140.     Oysa Allah size Kitap’ta (Kur’an’da) “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye hüküm indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.

141.     Onlar sizi gözetleyip duran kimselerdir. Eğer Allah tarafından size bir fetih (zafer) nasip olursa, “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Şayet kâfirlerin (zaferden) bir payı olursa, “Size üstünlük sağlayıp sizi mü’minlerden korumadık mı?” derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.

142.     Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.

143.     Onlar küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (mü’minlere) ne de şunlara (kâfirlere) bağlanırlar. Allah, kimi saptırırsa ona asla bir çıkar yol bulamazsın.

Not.1         Müddessir 31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119, En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9, 37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23, Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan 44, Enfal 32):

a)               Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44 vd) diyeceğine; insanları daha mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.

b)               Daha net ifadeyle açıklamam gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.

c)               Muhammed zamanında da bu efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok değerli insanlar vardı; ancak Muhammed onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların varlığı konusunda Kuran’da önemli ipuçları vardır.

d)               Kısaca bir örnek vereyim: Enfal 32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü muhalifler, “Ey Allah, eğer bu Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in kendisi) buna karşı “İçinizde peygamberim (Muhammed) varken ben nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık kim buna ne kadar inanmışsa!

                   bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).

Not.2         Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:

a)               Zümer 41: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

b)               Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!

c)               Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...

144.     Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah’a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?

145.     Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara hiçbir yardımcı da bulamazsın.

146.     Ancak tövbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’ın kitabına sarılanlar ve dinlerini Allah’a has kılanlar müstesnadır. Bunlar mü’minlerle beraberdirler. Allah, mü’minlere büyük bir mükâfat verecektir.

147.     Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki? Allah, şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.

148.     Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını sevmez. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

149.     Bir hayrı açıklar veya gizlerseniz, yahut bir kötülüğü affederseniz (bilin ki), Allah da çok affedicidir, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

150-151.    Şüphesiz, Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, “(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkâr ederiz” diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.

152.     Allah’a ve peygamberlerine iman edenler ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince, işte onlara Allah mükâfatlarını verecektir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

153.     Kitap ehli, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. (Buna şaşma!) Mûsâ’dan, bundan daha büyüğünü istemişler ve “Allah’ı bize açıkça göster” demişlerdi. Böylece zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarptı. Sonra kendilerine apaçık deliller gelmesinin ardından (tuttular) buzağıyı tanrı edindiler. Biz bunu da affettik ve Mûsâ’ya apaçık bir güç ve yetki verdik.

Konu:         KURAN GÖZÜYLE TEVRAT’IN İNİŞ BİÇİMİ!

                   A’raf 142-150, 154, 155, Taha 10, 88-96 ve çoğu ayetleri, Bakara 51, 108 ,Nisa 153:

                   (BU KONU TAHA SURESİ’NİN SONUNDA -135. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

154.     Verdikleri sağlam söz(ü yerine getirmemeleri) sebebiyle “Tûr”u üzerlerine kaldırdık ve onlara, “Tevazu ile kapıdan girin” dedik. Yine onlara, “Cumartesi (yasakları) konusunda haddi aşmayın” dedik ve onlardan sağlam bir söz aldık.

Not.1         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayetlerin (A’raf 161, Bakara 58, Nisa 154) Arapçasında geçen;

                   SÜCCEDENkelimesi Arapça değildir.

                   Süryanice’dir, “baş eğmek” anlamına gelir. Demek ki namazlarda Müslümanların başlarını eğip yere değdirmeleri âdeti Süryanilerden gelmedir.

ayrıca;      bu ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara 63, 93, Nisa 154) geçen;

                   TURkelimesi Arapça değildir.

                   Süryanice’dir, “dağ” anlamına gelir. Ayrıca Ne­batice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.275-276).

155.     Verdikleri sağlam sözü bozmalarından, Allah’ın âyetlerini inkâr etmelerinden, peygamberleri haksız yere öldürmelerinden ve “kalplerimiz muhafazalıdır” demelerinden dolayı (başlarına türlü belâlar verdik. Onların kalpleri muhafazalı değildir), tam aksine inkârları sebebiyle Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Artık onlar inanmazlar.30

156-157.    Bir de inkârlarından ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler.

158.     Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

159.     Kitab ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce, ona (İsa’ya) iman edecek olmasın. Kıyamet günü, o (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır.31

Not.1         Âl-i İmrân 55, Nisâ 159: Kuran’a göre Hz. İsa tanrı tarafından alınıp göklere götürülmüş. Mısır’da İsis’in eşi Osiris bir daha hayat buluyor ve son olarak göklere çıkıyor (yani hikâye eskilere dayanır). Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.25).

160-161.    Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu hâlde faiz almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.

Not.1         En’am 146, Nahl 118, Bakara 275, Al-i İmran 93, Nisa 160-161: Sümer kanunlarında (örneğin Ammi Şaduga fermanında), faiz konusu Kur’an gibi sadece vaz’u nasihatle geliştirilmemiş; tersine, faizcilik yapanlara uygulanması gereken cezadan da söz edilmiştir. Faizciliğin cezası Orta Asur kanunlarında da ağırdı. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.29-30).

Not.2         Rûm Suresi 39, Bakara 275-276, 278-279, Âl-i İmrân 130, Nisa 29, 161:

                   Faizin haram olduğuna ilişkin Kur’an’da yer alan önemli cümleler hemen hemen bunlardır.

Not.3         KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: En'am 146, Al-i İmran 50, Nisa 160:

                   Kur’an’da, Tevrat’ta geçtiği öne sürülen nasih-mensuh konu­sunda bir örnek verelim.

                   Nisa 160 ve En'am 146’da görüldüğü gibi tanrı, normalde helal sayılan bazı şeyleri, ceza olarak Yahudilere yasak ettiğini söylüyor. Bunun üzerine Hz. İsa peygamberlik iddiasında bulununca, “Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri he­lâl kılmak için gönderildim” diyor (Al-i İmran 50).

                   Haram kılınan şeylerden kasıt, Nisa 160 ve En'am 146’da sözü edilen yasaklardır. O yüzden “onları tekrardan size helal kılacağım” deniliyor.

                   Bu önceki dinlerle ilgili değişiklik (nasih-mensuh) örneğidir.

                   Tanrı Yahudilere, normalde helal olan bazı şeyleri yasaklarken, gerekçesini de gös­teriyor:

                   Onların yaptıkları zulüm, faiz, haksız yere başkalarının malını yemek... gibi.

                   Peki, bu gibi cezaları ve hatta çok daha ağırını bugünkü İslami yönetimler hak etmemişler mi ki, bunlara seyirci kalınıyor?

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.244-245).

ayrıca:      KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala 6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:

                   (BU KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI İŞLENMEKTEDİR)

162.     Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler. O namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.

Not.1         KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   Taha 63, Nisa 162, Münâfikûn 10, Maide 69: Yazım konusunda da Kur’an’da yanlışlar var diye Ayşe’nin itirazları vardı. Kendisi üç ayet (Taha 63, Nisa 162, Maide 69) hakkında şu açıklamayı yapıyor: Aslında bunlar yazım hatalarıdır. Komisyon Kur’an hazırlar­ken yanlış yazmıştır diyor.

                   Ayşe aynı zamanda Münafikun 10’u da komisyon tarafından yanlış yazılanlar­dan sayıyordu.

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.197).

Sonuç:       İşte nüshalar arasındaki fark böylece hem fazla, hem de herkes “benimki doğrudur” deyince, halife Osman olaya el koyuyor ve yeni bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları imha ediyor.                (pdf-s.132).

                   İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal değildir; zaman­la değişime uğramıştır.                                                                           (pdf-s.200).

ayrıca;      KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER, FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:

                   için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)

ayrıca;      ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf 45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.

ayrıca;      Konuyla ilgili bu bilgiler Süyuti Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den derlenen 40 benzer not için...

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).

163.     Biz, Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.32

Not.1         Sâd 41-44, En’âm 84, Enbiyâ 83-94, Nisâ 163: Tevrat’tan alınan ve tüm dinlere geçmiş “Eyüp Peygamberin sabrı” hikâyesi de çok tanrılı Sumerlerden gelmedir. Hikâyenin ana fikri; insanın felaketlere uğradığı zaman, bunu yapan Tanrıya lanetler saçacağı yerde, onu yücelterek, ona yalvarıp yakararak kalbini yumuşatıp, bu felaketlerden kurtulabileceğidir. Sumer’de yalvarılan Tanrı, insanın kendi Tanrısıdır. O, Tanrılar meclisine bu duaları götürerek iyi sonuç alıyor.

                   bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.56-61).

Not.2         APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:

                   Meryem 97, Taha 113, Şuara 193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde) Kur’an;

                   Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik” diyor. Bir yerde;

                   Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor! (Şuara 198-199). Bir yerde;

                   Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).

Oysa;        bu ayet dahil beş yerde (A’raf 160, Bakara, 136, 140, Al-i İmran 84, Nisa 163) geçen (Arapçasında);

                   ESBATkelimesi Arapça değildir.

                   İbranice’dir ve “kabileler-aşiretler, gruplar, aileler” demektir (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).

                   bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.272).

164.     Daha önce kıssalarını sana anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız (nice) peygamberler de gönderdik. Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu.

165.     Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

166.     Fakat Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik eder. Şahit olarak Allah yeter.

167.     Şüphesiz inkâr edenler, insanları Allah yolundan alıkoyanlar derin bir sapıklığa düşmüşlerdir.

168.     Şüphesiz inkâr edenler ve zulmedenler (var ya), Allah onları asla bağışlayacak ve doğru yola iletecek değildir.

169.     (Allah onları) ancak içinde ebedî kalacakları cehennemin yoluna iletir. Bu ise Allah’a çok kolaydır.

170.     Ey insanlar! Peygamber size Rabbinizden hakkı (gerçeği) getirdi. O hâlde, kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

171.     Ey Kitab ehli! Dininizde sınırları aşmayın ve Allah hakkında ancak hakkı söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve peygamberlerine iman edin, “(Allah) üçtür” demeyin.33 Kendi iyiliğiniz için buna son verin. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan uzaktır. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.

172.     Mesih de, Allah’a yakın melekler de, Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim Allah’a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, onların hepsini huzuruna toplayacaktır.

173.     İman edip salih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onların mükâfatlarını eksiksiz ödeyecek ve lütfundan onlara daha da fazlasını verecektir. Allah’a kulluk etmekten çekinenlere ve büyüklük taslayanlara gelince; (Allah) onları elem dolu bir azaba uğratacaktır ve onlar kendilerine Allah’tan başka bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardır.

174.     Ey insanlar! Size Rabbinizden kesin bir delil (Hz. Muhammed) geldi ve size apaçık bir nur (Kur’an) indirdik.

175.     Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.

176.     Senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, size “kelâle” (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor: Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yarısı onundur. Eğer kız kardeşi ölür ve çocuğu da bulunmazsa, erkek kardeş ona varis olur. Eğer kız kardeşler iki iseler, (erkek kardeşin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kardeşler erkekli kızlı iseler, o zaman (bir) erkeğe, iki kızın hissesi kadar (pay) vardır. Sapmayasınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

Not.1         Nisa 11, 176: Kuran’da kız çocuğa verasetten ayrılan payın erkek çocuğunkinin 1/2’si nispetinde olması hükmü de eskilere dayanır. Hatta Muhammed henüz peygamber olmadan bir kısım Arap kabileleri bunu uygulardı. İslamî kaynaklarda belirtildiğine göre bunu ilk ortaya çıkaran “Zül’mecasid’el Yeşküri’dir”.  Sümerlerde, baba kızına çeyiz vermek zorundaydı; aksi halde öldüğünde erkek çocuğun payı kadar olmazsa da malından belli bir hisse kızına verilirdi. Hatta bugün hala bazı bölgelerde geçerli olan başlık parası Sümerlerden kalma ve Hammurabi’nin kanunlarında birkaç yerde de işlenmiştir. (Hammurabi K. md. 178-185) Muhammed’den önce bazı Arap kabileleri de kız çocuğa verasetten erkek payının 1/2’si nispetinde hisse verirlerdi. Muhammed bunu da kendi Kuran’ında resmi hale getirdi. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.30-31).

Not.2         Nisa 11, 20, 176: Kuran’a göre evlenen bir kadına evlilik esnasında kocası tarafından verilmesi gereken mehir ücreti ne kadar olursa olsun boşandığı an kocası ona vermeli (Nisa 20).

                   Kadınlar için benzer haklar Sümer kanunlarında da vardı. Hatta Sümerlerde boşanan bir kadının küçük çocukları olsaydı, kocasının tüm malının 1/2’si ona verilir, kadın bununla çocuklara bakardı. Kadının, verasetten erkeğin yarısı kadar pay alma hadisesi Kuran’ın meşhur bir hükmüdür. Sümerlerde ise baba kendi kızına çeyiz ve düğün masrafları vermek zorundaydı (H. Kanunları, md. 137, 166,182–184; Nisa 11, 176). Ölen bir babanın evlenmeyen bir kızı olsaydı, erkek payının 1/3’ü kadar ona mal verilirdi. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.128-129)

Not.3         Nisa 176: Ömer anlatıyor: “Çok isterdim ki Muhammed, Kelale’nin (ölüp de arkasında anne babası ve çocukları olmayan kişi) malının kime verileceği hakkında, verasette de­denin alacağı pay ile faizin çeşitleri hakkında (bu üç konuda) bize bilgi versin. Hatta bu konularda çok bilgi istediğim halde, cevap alamadım. Bu sorularım üzerine, Muhammed elini göğsümün üzerine bırakarak bana, ‘Nisâ Suresinin son ayeti olan 176. ayet sana yetmez mi?’ cevabını veriyordu.”

                   Aslında bu konuda fazla kaynak belirtmeye gerek yoktur. Çünkü ilgili ayetin hemen başında, “Ey Muhammed! Senden ‘Kelale’ hakkında fetva ister­ler...” deniyor ve bu konuda bir soru soranın olduğunu Kur’an zaten yazıyor. Kur’an’da sadece Ömer’in ismi yoktur.

                   Halbuki bu ayette ‘Kelale”den başka bir şey geçmiyor. Oysa, Ömer üç soru sormuştu. Hele bunlardan en önemlisi olan faizin detayıyla ilgi­li ne bu ayette, ne de Kur’an’ın diğer ayetlerinde herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Kur’an, sadece faiz-riba yemeyin şeklinde detaysız bir yasaktan söz ediyor. Oysa çözüm üretme­den sadece faiz haramdır demekle iş bitmiyor.

                   Yani Ömer bura­da gayet haklı. Görüldüğü gibi, Ömer’in ısrarına rağmen cevabı zor olan sosyal boyutlu konularda ayet inmiyor. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.143). Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine (oluşturulduğuna) ilişkin İslami Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).





DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)

1.     Buradaki “ondan” ifadesi “onun türünden” şeklinde de anlaşılabilir.

2.     Bu âyette yer alan “nikâhlayın” emri, gereklilik anlamı değil, ruhsat ve cevaz anlamı taşımaktadır. Bu itibarla İslâm dininde çok evlilik kural değil, gerektiğinde başvurulacak istisnaî bir durumdur.

3.     Bu âyette, yetimlerin mallarını ellerinde bulunduran velilere hitab ediliyor. Âyetteki “mallarınız” ifadesi ile, yetimlere ait olup velilerin elinde bulunan mallar kast edilmektedir. Ayrıca harcamalarda meşru ölçüler içinde akıllıca davranılmasına da işaret edilmektedir.

4.     Âyette, aynı konumdaki iki kız çocuğunun hissesi açıkça ifade edilmemişse de; bunlar da, ikiden fazla olanlar gibi, üçte iki hisse alırlar.

5.     Burada sözü edilen kardeşler ana bir kardeşlerdir. Bunlar, İslâm hukukunda “evlâd-ı Ümm” diye anılırlar. Bunlar varis oldukları takdirde, kendi aralarında erkek kadın farkı gözetilmez. Ana baba bir kardeşler ise varis olduklarında, kendi aralarında “erkeğe iki, kıza bir” olmak üzere pay alırlar. (Ana baba bir kardeşlerin durumu için bakınız: Nisâ sûresi, âyet,176)

6.     Bu âyetin genel ifadesinde, kendilerine vasiyet edilecek kimseler ile vasiyetin miktarında bir sınırlama yoktur. Ancak Hz.Peygamber, âyetin bu genel ifadesini, hem vasiyet edilecek kimseler açısından, hem de vasiyetin miktarı açısından sınırlandırmış; varislere vasiyet yapılamayacağını ve vasiyetin terikenin üçte birini aşamayacağını belirtmiştir. Böylece varisin vasiyet yoluyla zarara uğraması önlenmiş olmaktadır.

7.     Zina suçu için belirlenen ve İslâm’ın ilk dönemlerinde yürürlükte olan bu evlerde alıkoyma cezası, daha sonra, 16. âyetle kınama ve azarlama cezasına çevirilmiş, nihayet bu hüküm de Nûr sûresinin ikinci âyetiyle değiştirilmiştir. Bazı müfessirler, 15. âyetin kadının kadınla cinsel ilişkisi şeklindeki fuhuş (sevicilik); 16. âyetin ise erkeğin erkekle cinsel ilişkisi şeklindeki fuhuş hakkında olduğu kanaatindedirler.

8.     İslâm’dan önce Araplar arasında kişi, kocası ölen dul kadına mal gibi varis olurdu. Kadın, mal, eşya gibi rızasına bakılmaksızın alınıp satılırdı. Âyet, bu haksız tasarrufu yasaklayıp kadına lâyık olduğu hakkı ve hürriyeti teslim etmiştir.

9.     Evlilik esnasında, erkek evleneceği kadına mehir adıyla bir miktar para ya da mal verir. Mehir kadının hakkı, onun özel malıdır. Boşanma hâlinde, bu malın geri alınmaması bu âyette emrediliyor.

10.    Âyetin bu cümlesinde, geçmişte yapılan bu tür çirkin uygulamaların affedildiği vurgulanmaktadır. Ancak âyetin hükmü gereği, yasak kapsamına giren mevcut evliliklere de son verilmesi gerekmiyordu.

11.    “Yeminlerin bağladığı kimseler” ifadesiyle kastedilen, “velâ akti” yoluyla mirasçı olanlardır. Velâ akti, nesebi belli olmayan, varisi bulunmayan bir kimsenin, ikinci bir şahsa “Ben ölürsem varisim ol. Diyet gerektirecek bir suç işlemem hâlinde de, diyetimi sen öde” demesi ve onun da bu istekleri kabul etmesiyle gerçekleşen akittir.

12.    “Koruyup kollayıcı” diye tercüme edilen ifadenin âyet metnindeki aslı “kavvâm”kelimesidir. Erkeklere, koruyup kollama görevinin verilmiş olması, iki cins arasında bir eşitsizlik gözetilmiş olmasından değil; erkeklerin güç, kuvvet ve fizikî oluşum bakımından farklı bir yapıya sahip bulunmalarındandır. Bu durum kadını erkekten aşağı bir konuma düşürmez. Buna karşılık erkeklere, ailenin geçimini ve yönetimini sağlamak gibi ağır bir sorumluluk yükler.

13.    Burada “gayb”, eşinden uzakta bulunan erkeğin namusu, malı ve her türlü hakkı anlamındadır.

14.    Mü’minler için en güzel örnek Hz. Muhammed Aleyhisselâmdır. Bu âyet-i kerimeyi en iyi anlayan da şüphesiz ki odur. Kesin olarak biliyoruz ki o ömründe bir defa olsun elini kaldırıp bir kadına vurmamıştır. “Kadınlarını dövenleriniz iyileriniz değildir” buyuran da odur, “İçinizden biri, karısını köle döver gibi dövüp sonra da gece onunla yatabilir mi?” diyerek karı koca ilişkilerinin sevgiye dayanması gerektiğine dikkat çeken de odur. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz Veda Hutbesi’nde, çok can alıcı konulara temas etmiştir. Bu hutbesinde kadınların haklarının gözetilmesini ve bu konuda Allah’tan korkulmasını özellikle vurgulamıştır. Kadının, evlilik sorumluluklarını yerine getirmemek, kocanın haklarını ihlal etmek, onun şahsiyet ve vakarını zedeleyici tavırlar sergilemek veya iffet ve namusunu tehlikeye sürükleyebilecek durumlara meyletmek gibi olumsuz davranışlara girmesi hâlinde, aile yuvasının devamını sağlamaktan birinci derecede sorumlu olan kocanın, içine düştüğü mecburiyetten dolayı bazı tedbirlere başvurması tabiidir. Bu tedbirler, zaman, mekân ve sosyal şartlara göre farklılık gösterebilir. Âyette son seçenek olarak zikredilen darp meselesi de çok istisnaî bir tedbirdir. Böyle bir tedbirin fayda getirmeyeceği, tam tersine zarar getireceği bilinen durumlarda, İslâm bilginleri, kesinlikle bu seçeneğe başvurulmaması konusunda ittifak hâlindedirler.

15.    Bakara sûresinin 104. âyeti ile ilgili olarak da açıklandığı gibi, “Râ’inâ” Arap dilinde “Bizi gözet”, “Bize bak” demektir. Yahudiler, bu kelimeyi İbrânice’de hakaret ifade eden bir anlama; bir başka yoruma göre ise, peygamberimize hitaben “Çobanımız” anlamına gelecek şekilde hakaret kastederek “Râ’înâ” şeklinde söylüyorlardı.

16.    Konu ile ilgili olarak ayrıca Bakara sûresinin 104. âyetine bakınız.

17.    “Cumartesi halkı” ifadesi ile, Hz. Mûsâ’nın dinine göre, cumartesi günü ile ilgili bazı yasakları çiğneyenler kastedilmektedir. Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Bakara sûresi, âyet, 65; Nisâ sûresi, âyet, 154; A’râf sûresi, âyet, 163-166; Nahl sûresi, âyet, 124.

18.    “Cibt”, put, sihirbaz, kâhin, Allah’ın haram kıldığı her şey ve Allah’tan başka tapılan her şey demektir. “Tâğût” ise sözlük anlamıyla haddi aşan demektir. Kur’an’da kullanıldığı şekliyle kelime, “şeytan”, “nefis”, “putlar”, “sihirbaz” gibi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Kısaca cibt ve tâğût, insanları azdıran, saptıran şeylerin hepsini ifade eder. (Tâğût için ayrıca bakınız: Bakara sûresi, âyet, 256-257; Nisâ sûresi, âyet, 60,76; Mâide sûresi, âyet, 60; Nahl sûresi, âyet, 36; Zümer sûresi, âyet, 17.)

19.    Âyeti kerimede geçen “insanlar”dan maksat, Hz. Muhammed; ona verilen “şey” ise peygamberliktir.

20.    Allah ve Resûlüne arz etmekten maksat, meselelerin Kur’an ve Sünnete göre çözüme kavuşturulmasıdır.

21.    Münafıklardan biri, bir yahudi ile anlaşmazlığa düşmüştü. Anlaşmazlığın çözümü için yahudi, Peygamberimize başvurmayı teklif etti, münafık ise bunu kabul etmedi. Münafık, şiirleriyle Hz.Peygamberi kötüleyen Ka’b b. el-Eşref’i hakem yapmayı önerdi. Sahabilerden İbni Abbas’ın ifadesine göre, âyette zikredilen “Tâğût” ile kastedilen işte bu Ka’b’dır. Bu şahsın, Cüheyne, ya da Eslem Kabilesinden bir kâhin olduğu yorumunda bulunanlar da vardır. (Tâğût’un diğer anlamları ile ilgili olarak Nisâ sûresi, 51. âyetinin dipnotuna bakınız.)

22.    Tâğût: Şeytan, nefis, put, sihirbaz.. gibi insanları azdıran, saptıran her şeyi ifade eder. (Bakınız: Bakara sûresi, âyet, 256-257; Nisâ sûresi, âyet, 51,60,76; Mâide sûresi, âyet, 60; Nahl sûresi, âyet, 36; Zümer sûresi, âyet, 17.)

23.    Münafıklar, İslâm toplumunu dağıtmak için akla hayale gelmedik hile ve desiselere başvurdular. Hz.Peygamberin huzurunda, “Tamam, kabul, baş üstüne” dedikleri hâlde, kendi başlarına kalınca gizli plânlar ve tuzaklar hazırlıyorlardı. Allah, onların bütün tuzaklarını boşa çıkarmıştır.

24.    Bu âyette, hicret emrinin gelmesi üzerine, mü’minlerle birlikte hicret etmeyip Mekke’de müşriklerle beraber kalan, onlarla içli dışlı olan bazı müslümanlar kınanmaktadır.

25.    Bu âyette, Medine’ye hicret edildiğinde, hicret edemeyerek, Mekke’de müşriklerin baskısına maruz kalan müslümanlar söz konusu edilmektedir.

26.    Bu âyette geçen “namazın kısaltılması” ifadesini İslâm bilginleri başlıca iki şekilde yorumlamışlardır. Bir görüşe göre namazın kısaltılması, dört rekatlı namazların yolculuk sebebi ile iki rekat olarak kılınması demektir. Diğer görüşe göre ise, âyette yolculuk hâli söz konusu olduğundan dört rekatlı namazlar zaten iki rekat olarak kılınacaktır. Burada kastedilen kısaltma, düşman korkusundan dolayı uygulanacak yeni bir kısaltmadır. Bu da seferde zaten iki rekat olarak kılınacak namazların, düşman tehlikesinin derecesine göre bazen yürüyerek, bazen de ima ile kılınması ile gerçekleşir. 102. âyette düşman karşısında durumun izin vermesi hâlinde, namazı kısaltmanın, cemaatle birlikte uygulanabilecek özel bir şekli anlatılmaktadır.

27.    Bu durumda imam iki rekat kılmış olmakta ve namazı tamamlanmış bulunmaktadır. Birer rekat kılmış bulunan her iki grup da yine nöbetleşe olarak kalan birer rekatlarını kılıp namazlarını tek başlarına tamamlarlar. Ancak birinci grup tamamlayacağı rekatı kıraatsız olarak, ikinci grup ise kıraatte bulunarak kılar.

28.    Âyetteki “dişiler”den maksat, müşrik Arapların; genellikle “dişi” (ünsâ) diye adlandırdıkları, Lât, Uzzâ, Menât gibi putlarıdır.

29.    Allah’ın yarattığının değiştirilmesi, hem maddî alanda, hem de fıtrat alanında gerçekleşebilir. Zamanımızda yeryüzünde doğal dengeyi bozucu her türlü girişimi, bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.

30.    Âyetin son cümlesi, “onların pek azı inanır” veya “onlar pek az inanırlar” şeklinde de tercüme edilebilir.

31.    Allah, Peygamberi İsa’yı yahudilerden korumuş, onu öldürmelerine imkân vermemiştir. Bu kesindir. Onu kendi katına kaldırmış bulunduğu da şüphesizdir. Ancak bunun şekli ve zamanı üzerinde farklı açıklamalar ve anlayışlar vardır.

32.    Vahiy, Allah’ın Peygamberlerine dilediğini söylemesi ve bildirmesi için seçtiği özel iletişim yoludur. Vahy, melek aracılığı ile olduğu gibi aracısız da olabilir. Vahye mazhar olan peygamber, kendisinde, Allah’tan olduğundan asla şüphe etmediği bir bilgi ve aydınlanma bulur. Vahiy, insanlık için en doğru, en sağlam bilgi kaynağıdır. Kur’an; vahyin, el değmemiş, eşsiz, benzersiz son ve tek örneğidir. Âyetteki “torunlardan” maksat, Yakub Peygamberin çocukları ve torunlarıdır.

33.    Hıristiyanlar, Allah’ın “baba”, “oğul” ve “ruhu’l-kudüs” gibi üç unsurdan oluştuğuna inanmaktadırlar.



Sonraki sure
MUHAMMED (KITÂL) | SAVAŞ (CİHAD)




KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ

1.      Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni

2.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2)

3.      Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler

4.      Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü

5.      Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni





SURELER (NÜZUL SIRASI)

Free Web Hosting