98- KADINLAR | NİSÂ (Kitap
Sırası-4)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Ey insanlar!
Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da1 eşini yaratan; ikisinden
birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten
sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı
gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah,
üzerinizde bir gözetleyicidir.
Not.1 A'raf 189, Enam 98, Zümer 6, Nisa 1: Sümer mitolojisine göre Enki, Dilmun
denilen cennetteki bitkilerden yiyince hastalanır. Onun ağrıyan yerlerinden biri de kaburga
kemikleridir. Buna benzer bir olay hem Tevrat’ta,
hem de İslam’da Muhammed’in
hadislerinde vardır. Kur’an’da kaburga
kelimesi geçmiyor; ancak kadının
erkekten yaratıldığı biçimindeki mutlak ifade (sizi tek nefisten yarattı) yukarıdaki ayetlerde kullanılıyor.
Muhammed’se bu konuyu kendi hadislerinde Tevrat’la tam paralel bir biçimde
açıklıyor ve “Kadının, erkeğin eğe
kemiğinden yaratıldığını” net bir ifadeyle belirtiyor (Tecrid-i Sarih
Diyanet tercemesi, hadis no: 1816). bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.53-54).
2. Yetimlere
mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların
mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetin Arapçasında geçen;
“HÛBEN” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “günah”
anlamına gelir. Bu ayette asıl anlamıyla “büyük
günah” olarak kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka
dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o
dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.284).
3. Eğer, (velisi
olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten
korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer,
dörder olmak üzere nikâhlayın.2 Eğer (o kadınlar arasında da)
adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip
olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha
uygundur.
Not.1 Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Muhammed’in
hanımlarından Ayşe anlatıyor: “Bir adamın yanında yetim bir kız vardı. O
kızı kendine nikâhladı. Bu kızın hem şahsına ait malı vardı, hem de o adamın
başka malında ortaktı. O adam kendisiyle evlenirken, nasıl olsa artık benim
hanımımdır deyip hem ona mehir (evlenme anında erkek tarafından geline verilen
mal, eşya, para vb.) ücretini vermiyordu, hem de onun tüm malına el koyuyordu. Zaten onun bu kızla evlenmesinin nedeni de
malına el koymaktı. İşte bu
nedenle, az önceki ayet indi ki, bu tür yetim kızlara haksızlık yapılmasın.”
Yorum: Halbuki
eğer adamın yaptığı iş Allah katında
haksızlık ise, Allah erkeklere bu
kadar kadın alabilme fetvası vereceğine, “Sakın böyle bir haksızlık yapmayın” deyip hadiseyi bu şekilde çözüme bağlamalıydı. Ama böyle yapmadı; tam tersine erkeğe geniş bir fetva verdi.
Burada Tanrı’nın, erkeğe -bu
tür yetim kızların haksız yere ele geçirilebilmesi için- cariyeleri kullanma konusunda geniş bir yetki vermesi, gerçekten savaş esiri kadınlar (cariyeler) için en büyük talihsizliktir.
Kaldı ki az önceki ayetle erkeğe kadın alma konusunda sınırsız bir
şekilde yetki vermiştir.
Kadın
sayısıyla ilgili
yukarıdaki ayette geçen “ikişer, üçer ve dörder” kavramlarından
maksat, çokluktur; yoksa eğer gaye üst sınırın belirlenmesi olsaydı, bu
durumda “Mazeret anında siz erkekler ancak dörde kadar kadın alabilirsiniz,
alabileceğiniz kadın sayısının üst sınırı budur” şeklinde net bir ifade
kullanılmalıydı. Kaldı ki, bir erkeğin birçok kadınla evlenip evlenmemesi
sadece bu ayetle sınırlı değildir.
Bu konuda Nisa 23 ve 24 ile 129. ayeti bir arada
değerlendirildiğinde sınırlamanın
olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Yukarıdaki ayetin en dikkat
çekici yanı, Tanrı’nın, bir yetim kıza
yaptığı haksızlıktır: Bir erkeğe savaş esiri olan bir kadını cariye
olarak kullanabilme fetvası.
Başka bir deyimle, bir
taraftan “yetim kızın malını yemeyin”
deyip onu kurtarmaya çalışıyor;
öbür taraftan da savaş esiri
kadınları erkeklere peşkeş çekiyor!
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.273-275).
4. Kadınlara
mehirlerini (bir görev olarak) gönül hoşluğuyla verin. Eğer kendi istekleriyle
o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin.
5. Allah’ın, sizin
için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin. O mallarla
onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.3
6. Yetimleri
deneyin. Evlenme çağına (buluğa) erdiklerinde, eğer reşid olduklarını
görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri
alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin.
(Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de
fakir ise, aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı
kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit
bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.
7. Ana, baba ve
akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır. Ana, baba
ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Allah, bırakılanın
azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.
8. Miras taksiminde
(kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa,
onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara (gönüllerini alacak) güzel sözler
söyleyin.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Nisa 8, Hadid 28) Arapçasında geçen;
“KİFLEYN” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe veya Nebatice’dir,
“iki kat” anlamına gelir. İki yerde
geçer, birinde bunun tekili olan “Kifl”
terimi kullanılmıştır (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen başka dilden
alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde
anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.287).
9. Kendileri,
geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye
kapılanlar, (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah’a karşı gelmekten
sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.
10. Yetimlerin
mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş
yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.
11. Allah, size,
çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını
emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye)
bıraktığının üçte ikisi onlarındır.4 Eğer kız bir ise (mirasın)
yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından
her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası
ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının
hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da
borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı
olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz
Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Not.1 Nisa
11, 176: Kuran’da kız çocuğa
verasetten ayrılan payın erkek çocuğunkinin 1/2’si nispetinde olması hükmü de
eskilere dayanır. Hatta Muhammed henüz peygamber olmadan bir kısım Arap kabileleri bunu uygulardı. İslamî
kaynaklarda belirtildiğine göre bunu ilk ortaya çıkaran “Zül’mecasid’el
Yeşküri’dir”. Sümerlerde, baba kızına çeyiz vermek zorundaydı; aksi halde
öldüğünde erkek çocuğun payı kadar olmazsa da malından belli bir hisse kızına
verilirdi. Hatta bugün hala bazı
bölgelerde geçerli olan başlık parası Sümerlerden kalma ve Hammurabi’nin
kanunlarında birkaç yerde de işlenmiştir. (Hammurabi K. md. 178-185)
Muhammed’den önce bazı Arap kabileleri de kız çocuğa verasetten erkek payının
1/2’si nispetinde hisse verirlerdi. Muhammed bunu da kendi Kuran’ında resmi
hale getirdi. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.30-31).
Not.2 Nisa
11, 20, 176: Kuran’a göre evlenen bir kadına evlilik esnasında kocası
tarafından verilmesi gereken mehir
ücreti ne kadar olursa olsun boşandığı an kocası ona vermeli (Nisa
20).
Kadınlar
için benzer haklar Sümer kanunlarında da vardı. Hatta Sümerlerde boşanan bir
kadının küçük çocukları olsaydı, kocasının tüm malının 1/2’si ona verilir,
kadın bununla çocuklara bakardı. Kadının,
verasetten erkeğin yarısı kadar pay alma
hadisesi Kuran’ın meşhur bir hükmüdür. Sümerlerde ise baba kendi kızına çeyiz
ve düğün masrafları vermek zorundaydı (H. Kanunları, md. 137, 166,182–184; Nisa
11, 176). Ölen bir babanın evlenmeyen
bir kızı olsaydı, erkek payının 1/3’ü kadar ona mal verilirdi.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a
Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.128-129)
12. Eğer çocukları
yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Eğer çocukları
varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. (Bu paylaştırma, ölen
karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının
ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri
onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (Yine
bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut
borçlarınızın ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine varis olunan bir erkek veya
bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa,
ona altıda bir düşer.5 Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte
birde ortaktırlar. (Bu paylaştırma varislere) zarar vermeksizin6 yapılan
vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borcun ödenmesinden sonra yapılır.
(Bütün bunlar) Allah’ın emridir. Allah, hakkıyla bilendir, halîmdir (hemen
cezalandırmaz, mühlet verir.)
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara
180, Nisa 12:
“Birinize ölüm geldiği zaman,
eğer bir mal/servet bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde
vasiyet etmek bir borçtur.” (Bakara 180)
İlk yıllarda varislerin ölüden alacağı pay konusunda
kesin bilgi yokken bu ayet geliyor.
Ancak daha sonra herkesin payı belirlenince,
artık bu vasiyet ayetine gerek kalmıyor.
Hatta Hz. Muhammed de, “varis
için vasiyet etmek yoktur” diyor.
Çünkü sonradan oluşan ayetlerde çoğunun hakkı belli. (Nisa
12)
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.247).
Not.2 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Bakara
234, 240, Nisa 12:
Yine açık örneklerden biri de
Bakara suresinde dul kalan kadınların statüsüyle ilgilidir. İslamiyet’ten önce
bir gelenekti, kadın dul kaldığında bir yıla kadar kocasının evinde kalır,
malından geçinirdi. Kur’an’da bu
doğrultuda bir ayet var: Bakara 234.
Gelgelelim buna ters düşen farklı ayetler de var;
“Kocası ölen kadınlar dört ay on gün beklerler, ondan sonra ne yaparlarsa
özgürler” ayeti gibi (Bakara 240).
Bir üçüncü durum da şöyle: “Eşi ölen kadın, eğer ölenin evladı
yoksa onun malının dörtte birini alır. Şayet evlat varsa o zaman sekizde
birini alır.” (Nisa 12)
Peki,
günümüz dünyasında diyelim Müslüman bir memlekette bir kadın dul kaldı. Bu durumda kocasının çocuğunun
olup olmadığını da göz önüne alarak ona dörtte
bir/sekizde bir verilip serbest mi bırakılsın, dört ay on gün beklesin ondan sonra istediğini yapsın veya eşi vasiyet
etsin, onun evinde bir yıla kadar
kalsın mı? Bu konuda İslam literatüründe her kafadan bir ses çıkıyor.
Ayetler farklı olunca yorumlar da çoğalıyor.
Bununla ilgili bir bilgiyi de Buhari’den
dinleyelim: Halife Osman zamanında Kur’an ayetleri kitap haline
getirilirken, komisyon üyesi Abdullah
b. Zübeyr Osman’a öneriyor “bu bir
yıl bekleme ayeti, dört ay on gün ayetiyle mensuh olmuştur/geçerliliği yoktur.
Dolayısıyla biz bunu artık Kur’an’a yazmayalım” diyor. Osman “sen buna karışma!
Biz hepsini yazarız” diyor.
Benzer örnekler Kur’an’da çoktur ve nasih-mensuh yöntemiyle işin içinden çıkılmaya çalışılmıştır.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.249-250).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
13. İşte bu
(hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat
ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere
sokar. İşte bu büyük başarıdır.
14. Kim de Allah’a ve
Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî
kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.
15. Kadınlarınızdan
fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar şahitlik
ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar hakkında bir yol
açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dışarı çıkarmayın).7
Not.1 Nisa
15: Bu ayette “Allah onlara bir yol açana kadar kendilerini evlerde
alıkoyun” diyor. Anlaşılan, demek ki Allah’ın
da bu konudaki yolu, formülü bu ayeti gönderdiği ana kadar henüz belli/net değilmiş; hâlbuki İslam felsefesinde Allah hakkında böyle
bir ifade kullanılamaz; ne var ki Kur’an’ın
kendisi bunu söylüyor! bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.116).
Ayrıca bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.198-200)
Not.2 Zina iftirası ile ilgili ayetler:
Nisa 15, Nur 4-9, 13.
Sümer kanunlarında bu konuya epey yer verilmiştir. Ur-Nammu kanunlarında (md.11) şu bilgiler var: Bir kadın zina
iftirasına maruz kaldığında nehre atılırdı. Su üstüne çıktığında -ki bu
durumda masum sayılırdı- iftiracı olan kişi, kadın tarafına tazminat ödemek
zorundaydı. Asur kanunlarında zina
iftirasında bulunan kişi iddiasını kanıtlamadığı takdirde hem 50
değnekle cezalandırılırdı. Hammurabi
kanunlarında (md. 131,132) koca kendi hanımına iftira edip iddiasını
kanıtlamasaydı, kadın yemin ettikten sonra evlilikleri devam ederdi. Bu kural
Kur’an’da da geçerlidir. Şayet
hanımın eşi olsaydı yöntem ayrı,
yabancı biri olsaydı daha farklıydı.
Bu, Kur’an’ın da hükmüdür:
Kur’an’da, Nur 4: Bu ayete göre zina iftirasında
bulunup iddiasını dört şahitle ispat edemeyen müfteri kişiye verilen ceza seksen
değnektir. Ancak burada erkeklerden söz edilmemiştir (kadının zinası
kastedilmiştir). Yani birileri bir
erkeğe zina iftirasında bulunup da iddiasını ispat
edemezlerse, onlara uygulanacak ceza
konusunda Kur’an’da herhangi bir
yaptırım maddesi/ayeti yoktur. Özetle
kadına zina iftirasının cezası 80
değnektir, ama erkeğe zina iftirasının cezası bilinmiyor/yok.
Eğer iftiracı kişi kadının kendi kocasıysa ve de şahitler
getiremiyorsa o zaman formül farklıdır (Nur
6-9). Fakat kadın öne sürüleni itiraf ederse bu durumda ona ne yapılacak
sorusuna, Kur’an’da yanıt yok. Burada
iş yine hadis ve mezheplere düşer.
İlginçtir ki, Kur’an’da
verilen örnekte, eğer koca kendi eşine zina isnadında bulunursa iş az önceki
özel formülle biter (Nur 6-9); acaba kadın
kendi kocasına zina isnadında bulunsa onun bu sözü kale alınır mı,
alınmaz mı sorusuna yine Kur’an’da yanıt yok. Doğrusu Kur’an burada da kadını insan saymamıştır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.116-118).
Not.3 Zina
iftirası konusunda iftiracı kişi hanımın eşi ise uygulanan yöntem
başka; yabancı biriyse başkadır. Bu
konuda da Kuran’la Sümer kanunlarında uygulama aynıdır. Kuran’a göre
eğer iftiracı kadının eşi ise bu iş yeminle biter; yabancı biriyse ve de dört
şahitle ispat edemezse o zaman 80 (seksen) değnek ceza tatbik edilir. Sümer kanunlarında da iftira eden
kadının eşi ise bu problem yeminle halledilir, yabancı ise nehre atılırdı. (H.Kanunları, md. 131–132).
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.129)
Not.4 Dolayısıyla,
şu ortaya çıkıyor: İslamiyet ile Yahudilikteki recim cezalarının kaynağı -iddia edildiği gibi- Tanrı değil; Urugakina’nın meşhur “Sosyal Reform”
kanunlarıdır.
bkz.
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.196)
Not.5: Hadislerde Muhammed’in Zina Cezaları:
Maiz bin Malik Eslemi adında bir şahıs Muhammed’e gelip zina yaptığını
söylüyor. Muhammed, belki delidir düşüncesiyle, onun hakkında bir araştırma
yapıyor. Sonuçta adam deli çıkmayınca -sadece onun ifadesine dayanarak- o
adamı recimle idam ediyor: Muhammed’in emriyle bir çukur kazılıyor, adam oraya
konup taşlanmak suretiyle öldürülüyor.
Maiz bin Malik taşlanırken dayanamıyor ve kaçıyor. Bunun
üzerine Muhammed’in adamları onun arkasına düşüp kendisini takip ediyorlar ve sonunda onu yakalayıp infaz ediyorlar.
Bu olay Muhammed’e
anlatılınca o, “Madem öyleyse keşke
onu öldürmeseydiniz” deyip güya ona acıdığını dile getiriyor.
Burada haklı olarak şu
soruyu sormak gerek: Eğer bu şekil bir infaz Allah’ın emriyse Muhammed nasıl olur da, “Keşke onu
bıraksaydınız” diyebiliyor? Yok eğer Allah’ın emri değil de Muhammed’in şahsi uygulamasıysa, o zaman bu insanın günahı kimedir?
Kaynak: Diğer
örnekler ve İslami Kaynaklar için
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.210-211)
16. Sizlerden fuhuş
(zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın. Eğer onlar tövbe edip ıslah
olurlarsa, onları incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul
edendir, çok merhamet edendir.
Not.1 Zina
ile ilgili ayetler: Furkan 68, İsra 32, Nisa 15-16, Nur 2-3, 4-9, 13,
Mümtehine 12.
Sumer mitolojisinde Hammurabi
kanunlarında (md.129,130) bir erkek, henüz baba evinde
olan bir kızla zor kullanarak zina yaptığında öldürülür,
kadınsa serbest bırakılırdı. Evli olan bir bayan başkasıyla yatarken
yakalansaydı, hem kendisi, hem de onunla cinsi ilişkiye giren erkek
bağlanıp suya atılırlardı.
Esnunna
kanunlarında (md.
26) “Başkasının nişanlısıyla yatan bir insanın cezası idamdı”. Orta Asur kanunlarında bazı durumlarda
zinanın cezası ölümdü. Bir kadını öpmenin cezası bile ağırdı: Öpen
kişinin alt dudağı balta ile kesilirdi (Orta Asur kanunları, md. 9/A,15/A,
55/A md. 56/A).
Tevrat’ta
zina suçunun cezası ölümdür. Evlenen bir kız bakire çıkmazsa, halk toplanır, babasının
evi önünde onu taşlayarak/recimle öldürür. Sormak lâzım; acaba Tevrat ve
Kur’an’ın tanrısı erkeklerin bekâretini nasıl, hangi yöntemle kontrol
altına alır?
İncil’de: Zinadan dolayı insan öldürülür diye somut bir
açıklama yok; sadece zinanın kötülüğü dile getirilmiştir
Kur’an’da: Doğrusu
zina konusunda Muhammed’in yaptıklarıyla Kur’an’daki bilgiler birbirlerini pek
tamamlamıyor. Kur’an’da birkaç yerde zinanın kötülüğünden, insanların ona
yaklaşmamasından söz ediliyor; ancak taşlanarak öldürme gibi ağır
cezadan söz edilmiyor. Artık Kur’an yazıldığı zaman recimle insan
öldürme meselesi bilerek mi kayda geçmemiş, unutulmuş mu veya bunun başka
nedenleri mi var bu pek bilinmiyor; kesin
bilinen bir şey var ki, Muhammed zinadan dolayı birçok insanı recimle
(taşlama yöntemiyle) infaz etmiştir. Zina cezasıyla ilgili Kur’an’da var
olan ceza yöntemi Nur 2’de şöyle açıklanır: “Zina yapan kadın ve erkeğe yüzer
değnek vurun.”
Şunu da belirteyim ki,
kamçıyla ceza verme yöntemi
Sümerlerde de yaygındı; doğrusu, Kur’an’ın
bu uygulaması da geçmişe dayanır. Hammurabi
“Bir insan kendinden büyük olan birine tokat atarsa, toplum içinde ona
öküz kuyruğundan 60 kamçı vurulur” diye kanununa yazmıştı (md. 202). Az önce
belirtildiği gibi Kur’an nasıl bu ceza toplum içinde uygulansın demişse,
aynısını Sümerler de uyguluyordu. Kur’an’da değnek cezası dışında herhangi bir
cezadan söz edilmiyor.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.112-116)
Not.2 Zorla yapılan bir zina olayının cezası
hem Tevrat’ta, hem de Sümer kanunlarında belirtilmiştir; fakat Kuran’da buna değinilmemiştir.
Not.3 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Nisa
15, 16, Nur 2:
Kur’an’daki ayetlere göre
bazen ortada sorun var; ancak o an
için çözümü yok; sorun orta
yerde bırakılır.
Mesela fuhuş yapanlarla
ilgili şöyle deniliyor: Şayet dört şahitle ispat edilse ki fuhuş olayı
gerçekleşmiş diye, o zaman Allah, o fuhuş yapanların ruhunu alıncaya kadar, ya
da bir çözüm yolunu gösterinceye kadar
onları evlerde hapsedin. (Nisa 15)
Çok ilginç bir ayet.
Hemen aynı ayetten sonra bu
kez, içinizden fuhuş yapan her iki tarafa eziyet çektirin/ bir bakıma ceza
verin (tabi ki nasıl ceza sorusuna yanıt yok; muğlak bir ifade) deniliyor.
Şayet tövbe ederlerse o zaman
ceza vermekten vazgeçin, deniliyor. (Nisa
16)
Bir başka ayette de,
zina yapan her iki tarafa 100’er değnek ceza uygulayın, deniliyor. (Nur 2)
Tabi ki bu muammada iş İslam yorumcularına düşer:
Burada kimisi yüz değnek
cezasını evli olmayanlara tahsis etmiş, kimisi Nisa 15’te geçen ev hapsi ayetini lezbiyenlere ayırmış, kimisi de Nisa 16’da geçen ‘her ikisine eziyet çektirin ta ki tövbe edene
kadar’ ayetinden eşcinseller
kastedilmiştir yorumunu yapmış.
Ancak burada da ceza
belirsizdir: “İkisine eziyet edin”
deniliyor. Nasıl bir eziyet sorusuna
yanıt yok. İkincisi, bu durumda cinsler
arasında aynı suçta eşitsizlik söz konusudur.
Demek ki suç işleyen kadınlarsa ölünceye kadar ev hapsi, ya da tanrı
yol bulana kadar bekletilmeli. Ama konu
erkekler olunca onlara eziyet edin deniliyor.
Bu eziyet basit bir ceza
şeklinde de olabilir (manevi bir eziyet olabilir), darp da olabilir. Yani belirsiz.
Burada zina cezalarını işlemiyorum;
amacım, “suçluları evlerde hapsedin,
ben onlara çözüm bulana kadar” ayetinin
ilginçliğine dikkat çekmektir.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.237-238).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
17. Allah katında
(makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe
edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah,
hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
18. Yoksa (makbul)
tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca,
“İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki
değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.
19. Ey iman edenler!
Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir. Açık bir hayâsızlık yapmış
olmaları dışında, kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak
için onları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız,
olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış
olur.8
Not.1 İkrime’den
soruyorlar, “Bir erkeğin yanında bulunan
cariye o erkekten çocuk doğurursa durumu ne olur?” O, “Özgür kadın statüsüne tabi olur”
karşılığını verir. “Peki, kanıt nedir?”
diye sorulunca o, “Kanıt Nisa suresi 19.
ayetidir” diyor. Adam devam ediyor: “Peki bu ayetin cariyelerle ne alakası var?” Şöyle yanıt veriyor:
“Ayette geçen ‘Sizden idareciler’
kavramından çıkarıyorum” diyor ve iddiasını şöyle açıklıyor: “Mademki Ömer de Müslüman bir idarecidir
ve kendi halifeliği döneminde çocuk
doğuran cariye artık özgürdür demiş, o halde bu da ayete girer.”
Burada demek istediğim şu: Bu konuda kanıt yok. İş kalmış bu tip
yorumlara.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.139-140).
Not.2 (Not.1’den
devamla) İnsan bu olaylara bakınca, aktardıkları hadislerinden hüküm
çıkarılan, onlardan şeriat prensipleri ortaya atılan çoğu hadis ravilerinin kim olduklarını çıkarmaya çalışıyor: Çoğunun babaları kimdir bilinmiyor.
Bunu hakaret anlamında demiyorum. Çünkü durum ortada! Bir kere cariye değişik
kişilere satılıyor, farklı insanlarla sevişiyorlardı. Hele Ömer ve Zeyd b. Sabit
örneğinde de görüldüğü gibi cariyelerinden çocuk doğuyor, onlar kabul
etmiyorlardı.
Peki, daha sonra çoğu fetva makamında oturan ve dört mezhep liderlerinin kendilerinden
yararlandıkları bu köle asıllı çocukların babaları kimdi?
İslami kaynaklarda “Abdullah b. Abbas, Abdullah b.
Ömer. Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr b. As öldükten sonra artık fetva makamı köle asıllı Müslümanlara geçer”şeklinde bir bilgi var.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen
Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.141).
20. Eğer bir eşin
yerine başka bir eş almak isterseniz, öbürüne (mehir olarak) yüklerle mal
vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık
günaha girerek mi verdiğinizi geri alacaksınız?9
Not.1 Nisa
11, 20, 176: Kuran’a göre evlenen bir kadına evlilik esnasında kocası
tarafından verilmesi gereken mehir
ücreti ne kadar olursa olsun boşandığı an kocası ona vermeli (Nisa
20).
Kadınlar
için benzer haklar Sümer kanunlarında da vardı. Hatta Sümerlerde boşanan bir
kadının küçük çocukları olsaydı, kocasının tüm malının 1/2’si ona verilir,
kadın bununla çocuklara bakardı. Kadının,
verasetten erkeğin yarısı kadar pay alma
hadisesi Kuran’ın meşhur bir hükmüdür. Sümerlerde ise baba kendi kızına çeyiz
ve düğün masrafları vermek zorundaydı (H. Kanunları, md. 137, 166,182–184; Nisa
11, 176). Ölen bir babanın evlenmeyen
bir kızı olsaydı, erkek payının 1/3’ü kadar ona mal verilirdi.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.128-129)
Not.2 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin
dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (Al-i İmran 14 çoğul -iki sefer-, Al-i İmran 75 tekil, Nisa 20 çoğul)
Arapçasında geçen;
“KINTAR” kelimesi
Arapça değildir. Süryanice’dir,
tartıda belli bir “ağırlık birimi”dir,
“bir öküz cildi dolusu altın ya da gümüş
miktarı”na denirmiş. Rumlarda “12
bin Ukkıyye”ye “kıntar” denirmiş.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.277).
21. Hem, siz
eşlerinizle birleşmiş ve onlar da sizden sağlam bir söz almış iken, onu nasıl
(geri) alırsınız?
22. Geçmişte olanlar
hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu bir
hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu, ne kötü bir yoldur.
23. Size şunlarla
evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız,
teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren
sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle
zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer
anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur-
öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya
getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka.10
Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Not.1 İslamiyetten
önceki geleneklerde, kişinin kendi annesi, kardeşi, teyzesi, hâlâsı, üvey
annesi ve eşi henüz hayatta iken baldızı ile evlenmesi yasaktı. Tevrat’a göre buna uymayan kişi idamla cezalandırılırdı. Bunlar Kur’an’da aynen kabul edildi
(yukarıdaki ayet).
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.29).
Not.2 Hatice,
Muhammed’le evlenince, Hatice’nin kız kardeşi Hale’den olan kızları Hatice’nin
evinde oldukları için Muhammed bir bakıma bu kızlara üvey baba olmuştu. Araplarda o zamanlar üvey baba önemliydi.
Nitekim Muhammed de bunu Kur’an’ına
ekleyerek meşru hale getirdi, Tanrı buyruğu saydı. Kaynak:
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü,
(pdf-s.178-179); İslami Kaynaklar:
Arif Tekin’in kitabında.
Not.3 Nisa
23: İşin ilginç tarafı, Tevrat’a
bakıyoruz Musa’dan önceki peygamberlere iki
kız kardeşle birlikte evlenmeleri helalmiş; ama Musa zamanında bu yasaklanıyor ve çok çirkin bir iş olarak
nitelendiriliyor. Daha sonra bakıyoruz Muhammed de kendi Kur’an’ında (çoğu
konularda olduğu gibi) bu konuda Musa şeriatını tercih edip “bir bayan
hayatta iken, kocasının onun kız kardeşiyle (baldızıyla) evlenmesi
haramdır” (Nisa 23) diye Kur’an’da işliyor.
Hâlbuki daha önce Yakup peygamber bir hafta arayla iki kız
kardeşle evlenmişti ve meşhur Yusuf
peygamber de bunlardan birinden dünyaya gelmişti. Bu olayda iki kız
kardeşle aynı zamanda evlenmekten ziyade, çok nahoş bir evliliğin söz
konusu olduğunu görüyoruz.
Özetle: Yakup
peygamber Leban’ın küçük kızını istiyor, onu almak için de 7 yıl Leban’a
çalışıyor. Ancak düğün gecesinde Yakup’a hile yapılıp küçük kız
yerine büyük kızı gelin yapıyorlar. Yakup farkına varınca buna itiraz ediyor.
Bu sefer kızın babası kendisine, “Bunu da veriyorum; ancak bana 7 yıl daha
çalışacaksın” diyor. Yakup onun şartını kabul edince, hemen onu
da alıyor ve ikisiyle birlikte yaşıyor.
İlginçtir ki Kur’an’ın,
efsanelerini anlattığı önemli peygamberlerin (Musa, Yusuf gibi) evlilikleri
hep başlık vermekle gerçekleşebilmiştir.
Yani tanrının bir zamanlar
aynı anda iki kız kardeşle evliliği helal kılmasını, Musa’dan bu yana da
yasaklamasını gayet normal bir hadise olarak görüyorlar. Zaten Kur’an da bunu kabul ediyor. Nisa 23’te nikâhları haram olanları
sayarken, iki kız kardeşle birlikte evlenmenin yasak olduğunu belirtiyor; ancak daha önce olanlar bunun dışındadır
diyor. Eskiden bunun caiz olduğunu kendisi de teyit ediyor.
Bu eski aktarmalar bir yana,
Kur’an’da kısmen, İslam tarihinde detaylıca açıklanan Muhammed’in kendi
evlatlığı Zeyd’in hanımı Zeynep’i çıplak görmesi sonucu ona âşık olması ve
nihayet Zeyd’den alıp nikâhına alması, yukarıda örneklerini verdiğim eski geleneğin bir devamıdır, bir bakıma da bunların tescilidir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.119-120).
Not.4 KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
a) Kur’an’a göre (Nisa 23) bir insan
(hadislerde süt çağındaki çocuk demek) şayet akraba olmayan
başka bir kadının sütünü içerse artık onun evladı sayılır.
Ancak mevcut Kur’an’da kaç
sefer içince bu geçerlidir sorusuna yanıt yok.
b) Bu konuda Ayşe şunu anlatıyor:
Kur’an’da bununla ilgili ilk gelen ayet on sefer koşulunu içeriyordu; daha
sonra o ayet kalktı, (mensuh oldu), onun
yerine, “Herhangi bir çocuk başka
bir kadının sütünü beş sefer içerse artık onun evladı sayılır”
ayeti geldi.
Öyle ki, Hz. Muhammed vefat ettikten
sonra da biz bunu Kur’an’dan bir ayet olarak okuyorduk.
c) Burada şunu sormak lazım: Neden tanrı hem bu konuda, hem
de az önceki recim konusunda ilkin
ayetler gönderiyor ve daha
sonra onları ortadan kaldırıyor? Kaldı
ki hükümleri de geçerli.
d) Hz. Muhammed, evlatlığı Zeyd’in eşi Zeynep’i alıp Zeyd’in
evlatlığının geçersiz olduğuna ilişkin ayetler Kur’an’a eklenince;
Ebu Hüzeyfe’nin eşi Sehle, Hz. Muhammed’e gelip Salim’in evlatlıkla ilgili durumunun ayete göre değiştiğini, artık onların akrabası sayılmadığını ve
evleri de tek oda olduğu için Salim’in
artık o evde kalmasının dinen uygun olmadığını soruyor.
Muhammed o kadına, “Sen
git onu sütünden içir, o
bununla senin evinden sayılır ve bu durumda evinizde kalabilir” diyor. Gerçekten ilginç bir
açıklama.
Sehle “Bu kocaman adama nasıl süt içireceğim?” diyerek hayretini
dile getirir.
O sırada Hz. Muhammed gülüyor ve “Büyük
olduğunu biliyorum” diyor.
Kaldı ki, Ebu Hüzeyfe
kardeşinin kızı Fatma’yı bu üvey evladına nikâhlıyor. Yani adam büyük! Kendisi aslen İranlı, o zaman köle olarak
onların eline geçmişti. Hatta adam Muhammed’den de önce Mekke’den Medine’ye göç
etmişti. Hz. Muhammed, “Kur’an’ı dört kişiden öğrenin’ diyor ve isimlerini sayıyor. Bunlardan biri, adı geçen Salim!
Bu şahıs, Bedir, Uhud, Hendek gibi tüm önemli savaşlara katılır ve Yemame
harbinde vurulur. Yani adam yaşlı;
hatta Hz. Ömer’den önce vefat ediyor.
Ömer onun için, “Aslında Salim hayatta olsaydı, benim için danışma heyetine
gerek kalmazdı” diyor.
e) Hz. Ayşe anlatıyor: “Kur’an’da hem zina yapan kişinin taşlanarak
öldürülmesiyle ilgili, hem de sütanneliğiyle ilgili ayetlerin yazılı
olduğu malzeme, evimizde yatağın altındaydı. Biz Hz. Muhammed’in
cenazesiyle meşgul iken meğerki o sırada ‘Dacın’ denilen ehli bir hayvan eve girip onu imha etmiş. Daha sonra Kur’an yazılırken artık o
ayetler yazılmadı.”
Bir taraftan ayetleri bir
keçi imha ediyor! Bir taraftan da bakalım anılan bu ehli hayvanla ilgili hadis
hakkında İslami kesim ne gibi değerlendirmelerde bulunmuş?
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.191-195, 222-223).
Sonuç: İşte
nüshalar arasındaki fark böylece hem
fazla, hem de herkes “benimki
doğrudur” deyince, halife
Osman olaya el koyuyor ve yeni
bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları
imha ediyor.
(pdf-s.132).
İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal
değildir; zamanla değişime
uğramıştır.
(pdf-s.200).
ayrıca; KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)
ayrıca; ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf
45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.
ayrıca; Konuyla
ilgili bu bilgiler Süyuti
Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den
derlenen 40 benzer not için...
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).
24. (Savaş esiri
olarak) sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar (da size) haram kılındı.
(Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır. Bunların dışında kalanlar
ise, iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla (mehirlerini verip)
istemeniz size helâl kılındı. Onlardan (nikâhlanıp) faydalanmanıza karşılık
sabit bir hak olarak kendilerine mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra,
onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günah yoktur. Şüphesiz
ki Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Not.1 Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Ebu
Sait el- Hudri şöyle diyor:
“Peygamber, Huneyn Savaşı’nda bazı insanları Evtas tarafına yolladı.
Bunlar oranın halkını mağlup edip hanımlarını ele geçirdiler. Bu kadınlar,
Muhammed tarafından Müslümanlara dağıtılınca, bazı sahabiler, ‘Biz nasıl müşriklerin hanımlarıyla
yatacağız, bu iş nasıl helâl olabilir?’ şeklinde itiraz etmeye başladılar.
Bu tartışmalar üzerine yukarıdaki
ayet bu süreçte inmeye başladı.”
Görüldüğü gibi bu ayet Müslümanlara savaş esiri kadınları
kullanma konusunda geniş yetki veriyor. Çok açıktır ki, Muhammed,
etrafındaki insanlardan gelen itirazları
bertaraf etmek için böyle bir ayete başvurmuş ve sonunda kendilerini bu
işe alıştırmayı başarmıştır; yoksa
çok adil diye tavsif edilen-nitelenen bir Tanrı’nın, böylesine bir zulme onay vermesi nasıl açıklanır
ki!
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.275-276).
Not.2 Miladi
630’da Mekke’nin fethinden sonra aynı yıl Havazin/
Hüneyn baskınında ele geçirilip Hz. Muhammed tarafından Müslümanlara
dağıtılan develer ve mallardan sonra sıra
ele geçirilen savaş esiri kız ve
kadınlara geliyor. Hz.
Muhammed onları önce kurmaylarından, cennet müjdesini verdiği kişilerden
başlayarak yandaşlarına dağıtıyor.
Herkes cariyesiyle cinsel ilişki yaşıyor.
(Bu konuyu -İslami- kitaplarda
işlendiği için yazıyorum.
Yoksa benim görüşüm falan değil. Bunları yazarken zaten tüylerim diken oluyor.)
İşte kadınların (ki çoğu
evliydi, çoluk-çocukları vardı) bu durumuna bazı Müslümanlar olumlu
bakmıyorlar. Ya vicdanları kabul etmiyordu veya evli ve eşleri de müşrik
olduğundandı. Bunlar nasıl bize helal
olur gibi düşünceler yüzünden olumsuz bir hava oluşunca Hz. Muhammed
bunu duyuyor. Bunun üzerine
yukarıdaki ayet indiriliyor. “Savaş
esiri olarak aldığınız cariyeler hariç, evli kadınlar da
size haramdır” diyor.
Her şeyden önce savaş esirlerine bu muameleyi reva
görmek bir insanlık suçu.
Bu ayetin bu olay sırasında
ve bu tartışmalar üzerine indiğine ilişkin tefsirlerde ilgili ayet açıklamasında
ve hadis kaynaklarında geniş bilgiler var.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.146-152).
Not.3 KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
Süyuti, tefsirinde Nisa suresi 24. ayetle ilgili birçok
kişiden aktararak şu an ayette yazılı olmayan bir eksiklikten söz ediyor.
Olay şu: Kur’an’da
deniliyor ki, yararlanmak istediğiniz kadınlara ücretlerini verin. Tabi ki
Sünni kesim burada nikâhlanan kadına
verilen mehirden söz ediyor, yorum yapıyor; ancak bu doğru değildir; çarpıtmadır. Daha önce bu konu üzerinde durmuştum. Burada
fazla detaylandırmayacağım. Yalnız bir-iki önemli noktaya değinme gereğini
duyuyorum:
Eğer ayetten maksat nikâh ve mehir olsaydı, o zaman neden “Mut’a” terimi kullanılsın ki? Çünkü
Mut’a, İslam tarihinde meşhur olan bir terimdir ve paralı cinsellik için
kullanılır.
O yüzden gaye nikâh olsaydı bu söz kullanılmamalıydı diyorum.
Bir de ayette ücret kelimesi
geçiyor. Ücret denince bir satış meselesi akla gelir. Yine maksat nikâh akdi esnasında kadına verilen mal-mülk her ne ise, İslam’da
buna mehir denir. Olay bu olsaydı ücret
yerine mehir kullanılmalıydı. Yani Sünni kesimce yapılan savunma cümle
denkleminden çok uzaktır.
Şu an var olan ayet
şöyledir: “Yararlanmak istediğiniz
kadınlara ücretlerini verin.” Ancak İbn-i
Abbas ve Übey b. Ka’b bunu
şöyle okumuşlardır: “Belli bir
süreliğine anlaştığınız kadınlara (paralı cinselliği kastediyor) ücretlerini verin.”
Bu konuda Taberi ve diğer
uzun tefsirlere de bakılabilir. Ben
şahsen burada bilerek yapılan bir kesintiyi görüyorum. Neyse konu bu değil. Bununla ilgili daha önce
en başta Buhari’den hadisler verdim. Ki o zaman sahabiler ücret karşılığı
yabancı kadınlarla cinsellik yaşamışlardır.
İşte
bu örneğimizde de ayete yazılmayan bir önemli eksiklik söz konusudur.
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.229-230).
Sonuç: İşte
nüshalar arasındaki fark böylece hem
fazla, hem de herkes “benimki
doğrudur” deyince, halife
Osman olaya el koyuyor ve yeni
bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları
imha ediyor. (pdf-s.132).
İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal
değildir; zamanla değişime
uğramıştır.
(pdf-s.200).
ayrıca; KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)
ayrıca; ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf
45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.
ayrıca; Konuyla
ilgili bu bilgiler Süyuti
Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den
derlenen 40 benzer not için...
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).
25. Sizden kimin, hür
mü’min kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mü’min genç
kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın. Allah, sizin imanınızı daha iyi bilir.
Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve
gizli dost tutmamaları hâlinde, sahiplerinin izniyle onlarla evlenin,
mehirlerini de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, onlara
hür kadınların cezasının yarısı uygulanır. Bu (cariye ile evlenme izni),
içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha
hayırlıdır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Not.1 Hayvanla
cinsi ilişkiye girmenin cezası Tevrat’ta
belirlendiği halde bu konuda
Kur’an’da herhangi bir açıklık yoktur. Yine zina yapan bir cariyeye uygulanan cezanın, hür bir bayana
uygulanan ceza kadar olmaması, hem Sümer kanunlarında, hem de Tevrat’la Kur’an’da ortak olarak
işlenmiştir (Tevrat, Levililer 19/20–24; Esnunna kanunları, md. 31,
Ur-nammu kanunları, md. 5.).
Cariye, zinadan dolayı idam
edilmez; kendisine başka yöntemler uygulanır.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.128)
Not.2 CARİYENİN KUR’AN’DAKİ YERİ: Kur’an,
az önceki ayetlerle (Nisa 3, 24)
yetinmeyip, Müslümanlara cariyeleri
kullanma konusunda geniş imkânlar tanımaya devam etmiştir.
Örneğin, yine bu ayette, “Şayet bir insanın, imanlı
hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmiyorsa, o zaman elleriniz altında bulunan
imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın” deniyor.
Kur’an’da
Müslümanlara cariyeler konusunda tam yetki verilince, bazen öyle oluyordu ki,
ortada henüz savaş söz konusu değilken, Müslüman gençler, karşı tarafın kız
ve kadınlarını gözden geçiriyorlardı.
Mesela bir adam Muhammed’e, “Eğer siz Taif şehrini alırsanız
haberiniz olsun falanca kadın çok güzeldir” deyip o kadının
güzelliğini daha önceden haber vermişti. (Buhari, Libas,
62. bap.)
Sadece bu olay işin vahameti konusunda çok bariz bir ipucudur.
Nitekim insanlar zaman içinde
Kur’an’da ayetler görünce değiştiler ve öyle bir noktaya gelindi ki, artık bir an evvel cariyeleri kapmak
için dört gözle savaş bekler duruma geldiler.
İşte bizim için önemli olan, bu çok vahim ve dehşet verici ayetlerin
Kur’an’da yer almasıdır.
Mümin bir kişi için cariyeyi
kullanma konusunda Kur’an’da bu kadar yetki varken, ister istemez insanlar bir an evvel savaşa girip bir karı-cariye
ele geçirmeyi canı gönülden isterler.
Not.3 Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Müslümanların
yanında hem köle hem de cariye bulunması ister istemez bazen hoş olmayan
olaylara da neden oluyordu. Örneğin; köleler, (erkek esirler) efendilerinin
cariyelerine kötü niyetle baktığı veya onlarla cinsi münasebette bulunduğu vaki
oluyordu. Bu durumda efendinin ceza olarak o erkek esiri iğdiş ettiği veya
kestiği İslâmî kaynaklarda geçiyor.
Burada önemli olan, Kur’an’ın köle ve cariyenin
kullanılmasına izin vermesidir. İzin verdikten sonra artık ne kadar iyi
davransa da bunun hiçbir önemi kalmaz ve hiçbir
mazeret de Kur’an’ı bu konudaki eleştirilerden kurtaramaz.
Hatta bazı kaynaklarda,
“İbn-i Ömer’in (meşhur hadis ravisi), çoğu kez orucunu cariyelerle münasebette
bulunmak suretiyle açtığı” rivayet edilmektedir.
Muhammed, savaşta olsun, yolculukta olsun ille de beraberinde en az bir hanımını götürüyordu.
Örneğin; Beni Mustalık Savaşı’na
giderken Ayşe’yi, Hudeybiye antlaşmasında da Ümmü Seleme’yi yanında götürdüğü
bilinen bir hadisedir.
Hayber Savaşı’nda Safiye’yi
ele geçirdiğinde eve varmadan hemen
o çölde ve Ebu Eyyub el-Ensari’nin kılıç gölgesi altında onunla cinsi
münasebette bulunması, keza Meymune
ile evlenirken hemen yarı yolda -çoğu kaynağa göre henüz Umre ihramından çıkmadan-
onunla gerdeğe girmesi, bunun kanıtıdır.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.276-278).
Not.4 Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Nisa
25, Nûr 2: Bu ayete göre zina yapan cariyeye uygulanan cezada
taşlayarak öldürme yoktur; Nûr
2. ayete göre yüz celde-değneğin
yarısı uygulanır (elli değnek).
Acaba savaşın sebebi olmayan
bir kadını, cariye olarak Müslümanların istifadesine sunan (Nisa 3, 24), tek bir
adet görmesi durumunda artık erkekler onu kullanabilir diyen ve meta olmaktan
çıkmasın diye onunla cinsi ilişkide bulunulduğu zaman spermin, rahmin dışına
akıtılmasına izin veren ve demin de anlatıldığı gibi, o cariyenin -mal gibi
satılmak suretiyle- elden ele dolaşmasına izin veren bir anlayış (Bakara 228, 234) nasıl olur da -aynı statüdeki bir cariye- zina yaptığı zaman, bu sefer ona uygulanan cezanın, hür bir kadına uygulanan cezadan daha az
olmasını önerir?
Acaba onu sevdiğinden dolayı
mı, yoksa başka bir nedenle mi?
Cariyeler mal gibi değerlendirildiği için kolay kolay onların elden
gitmesine izin verilmiyordu.
Şayet zinaları halinde, “Onlar da recim usulü infaz edilir”
denseydi, o zaman Müslümanlar için
bir gelir kaybı söz konusu olurdu.
İşte bu nedenle ceza indirimine gidilmiştir; yoksa cariyeler
sevildiğinden değil.
Hatta Muhammed bir sözünde (zina
yapan cariyeler hakkında Ebu Hureyre’den rivayetle) şöyle diyor: “Şayet bir cariye zina
eder de onun zinası şahitler veya kendisinin hamile kalmasıyla ispat edilirse,
o zaman onun efendisi kendisini celde ile kamçılasın ve onu ayıplamasın. Eğer
bir daha tekrar ederse, yine onu kamçılasın ve ayıplamasın. Üçüncü sefer yine
tekrar ederse, bir daha onu kamçılasın; fakat ayıplamasın. Dördüncü kez de tekrarlarsa, o zaman onu bir kıl fiyatına da olsa
satsın.” (Tecrid-i Sarih, Diyanet
tercemesi, No: 998-6/469.)
Kaynak: bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.280-281).
Not.5 Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Muhammed
ayrıca savaş esiri kadınları hor görmüş
ve onlarla olan evliliği, ideal bir
evlilik olarak değerlendirmemiştir.
Yukarıdaki ayete göre bu evliliğin pek ideal bir evlilik
olmadığı; tersine mecburiyetten
dolayı kendisine başvurulan bir evlilik olduğu beyan ediliyor.
Muhammed ve arkadaşları bu
cariyelerin eşlerini savaşta öldürüyorlar ve Müslüman gençlere de “Sakın
ha! Mecbur kalmadıkça bu cariyelerle evlenmeyin, bu evlilik pek ideal
bir evlilik değildir” deniyor.
Peki bu durumda, bu mağdur kız ve kadınlar kimlerle evlensinler veya eşsiz mi
kalsınlar?
İşte Kur’an’ın savaş esiri kadınlarla ilgili anlayışı! bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın
Kökeni, (pdf-s.281-282).
26. Allah, size
(hükümlerini) açıklamak, size, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve
tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
Not.1 Cariyenin Kur’an’daki Yeri: Böylesine
bilgiler (Nisa 3, 24-25) verildikten
sonra Allah’ın çok merhametli
olduğunun belirtilmesi herhalde Müslümanlara moral vermekten başka bir amaç
taşımamaktadır. Yoksa böylesine
müjdeli bir ayetin bu
açıklamalardan sonra söylenmesinin başka
anlamı ne olabilir ki!
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın
Kökeni, (pdf-s.281-282).
27. Allah, sizin
tövbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir
sapıklığa düşmenizi istiyorlar.
28. Allah, sizden
(yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.
29. Ey iman edenler!
Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan
ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok
merhametlidir.
Not.1 Rûm
Suresi 39, Bakara 275-276, 278-279, Âl-i İmrân 130, Nisa 29, 161:
Faizin haram olduğuna ilişkin Kur’an’da yer alan önemli
cümleler hemen hemen bunlardır.
30. Kim haddi aşarak
ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız. Bu, Allah’a pek
kolaydır.
31. Eğer size
yasaklanan (günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı
örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.
32. Allah’ın,
kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri (haset ederek) arzu edip
durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da
kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan, O’nun lütfunu isteyin. Şüphesiz
Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
Not.1 Al-i
İmrân 195, Ahzâb 35, Nisa 32, Tevbe 71: Muhammed Medine döneminin 3.
yılından itibaren 56 yaşında çok evliliğe başladı. Bu tarihe kadar inen surelerde
kadın Kur’an’da yoktur (Bakara
Suresi’nde kadınla ilgili iddet olsun, boşanma olsun, alışverişlerde
şahitlikler olsun bazı düzenlemeler hariç). Aile yapısı anaerkil olan Medine’de
hem birçok kadınla hem de savaş esiri cariyelerle hayatını birleştirince,
kadınlar hem seslerini duyurmaya, hem de kocalarına karşı gelmeye başladılar ve
bu hem Muhammed’in, hem de Ömer gibilerin ailesinde de etkisini gösterdi.
İşte bundan sonra kadınlarla
ilgili ayetlerin inmeye başladığını görüyoruz. Medineli kadınlar, Muhammed’e,
“Neden annemiz Havva, babamız Adem olduğu
halde biz kadınlar Kur’an’da hiç geçmiyoruz, neden biz kadınlar savaşa
katılmıyoruz, neden biz kadınlar verasette erkeğin yarısı kadar pay alıyoruz
(Nisâ 11, 176), nedir bu iki cins
arasındaki ayrıcalığın nedeni?” gibi sorular soruyorlar. Bu sorular
sorulduktan sonra, artık değişik zamanlarda kadınlarla ilgili yukarıdaki ayetler inmeye başlıyor. Gerçi
bu ayetlerle kadınlara önemli bir şey verilmiyordu, ama sembolik de olsa bu
mücadele sonucu Kur’an’da kendilerine yer verildi. Kur’an’da kadınla ilgili ehven (kadınların biraz lehine) olan
ayetler bunlardır. Dolayısıyla, Medineli kadınlar böylesi erkekler
yüzünden Kur’an’da ancak bu kadar yer alabilirlerdi. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.157-159).
33. (Erkek ve
kadından) her biri için ana-babanın ve akrabanın bıraktıklarından (pay alan)
varisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı (ahitleştiğiniz) kimselere de kendi
hisselerini verin.11 Şüphesiz Allah her şeye şahittir.
34. Erkekler,
kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar.12 Çünkü Allah, insanların
kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta
(ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın
(kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı13 korurlar.
(Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara
öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur
kalırsanız) onları (hafifçe) dövün.14 Eğer itaat ederlerse, artık
onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok
büyüktür.
Not.1 Bir
ara Medineli kadınlar Muhammed’e başvurarak, kocalarının kendilerine haksızlık
yaptıklarını, hatta kendilerini dövdüklerini
söylüyorlar. Buna karşı Muhammed, hanımını döven erkeğe kısas uygulanması
gerektiğini söylüyor ve bu konuda kadınların lehine bir karar veriyor. O arada
Halife Ömer Muhammed’in böyle bir fetva verdiği haberini alınca, Muhammed’e
varıp kendisine, “Kadınlar erkeklere
karşı azdılar (Ömer, -sanki- Muhammed’e ‘sen ne yapmak istiyorsun’ demek suretiyle
buna engel olmak istiyor)” şeklinde itirazda bulunuyor. Ömer’in bu itirazı
üzerine, Muhammed hemen ifade değiştirip
erkeklerin hanımlarını dövebileceklerini söylüyor. Bu sözü duyan
kadınlardan 70 tanesi, Muhammed’in evine doğru yürümeye başlıyor. Bu kez zor
durumda kalan Muhammed, kesin yasak anlamında değil de öneri anlamında
erkeklere hitaben, “Hayırlı olan
erkekler, hanımlarını dövmezler” şeklinde vaziyeti kurtarmaya çalışıyor.
Bu olay, birçok kaynakta geçmektedir.
Ömer’in itirazı sonucu
Muhammed, kadınlarla ilgili verdiği bu olumsuz kararla yetinmiyor; daha da
ileri giderek, erkeklerden yana tavır alıyor ve kadınlar aleyhine çok sert
yaptırımlar öne sürüyor. Öyle ki, “Erkek
hanımını dövmekten sorumlu değildir” şeklinde hem çok ağır bir fetva
vermeye başlıyor, hem de daha önce kadınlarla ilgili verdiği o insani
kararından da vazgeçerek, tam tersine bir yaklaşım sergilemeye başlıyor. Ayrıca
Muhammed, ömrünün son yılında, o meşhur “Veda
Hutbesinde” (Örneğin, Tecrid-i Sarih Terc. 10/398) erkeklere hitaben, “Gerektiğinde siz erkekler hanımlarınızı dövebilirsiniz; ancak döverken,
sakın onların vücudunda yara açacak bir tarzda vurmayın!” diyor.
Kadınlara baskı uygulamaktan yana tavır alan Ömer, “Biz daha
önce Mekke’de iken, hanımlarımıza amir idik (ataerkil); ne zaman ki Medine’ye
geldik, tam tersine bir durumla karşılaştık (anaerkil). Zaman içinde bizim
hanımlarımız da bozuldular ve öyle bir an geldi ki, onlar bizi dinlemez hale
geldiler. Hatta bir gün hanımım cesaret edip bana karşı geldi. Onun bu tutumu
çok zoruma gitti. Bunu fark eden eşim, üzüntümü gidermek için. ‘Peygamberin
hanımları sabahtan akşama kadar onunla kavga ederler’ dedi” diyerek çok önemli
bir itirafta bulunuyor.
Nihayet, bütün bu gelişmeler
olurken, kadınların dövülmesiyle
ilgili -gerçekten kadınlar için bir talihsizlik olan- Nisâ 34 ayeti iniyor.
Yani Ömer’in kadınlar aleyhindeki kulisleri ayetle cevap buluyor
ve bu şekilde iş noktalanmış oluyor.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.81-82). İslami Kaynaklar:
Arif Tekin’in kitabında.
Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami
Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü,
(pdf-s.116).
Not.2 Nisâ
34, 128: Bu iki ayetin
terimleri-lafızları aynı, karıkocanın birbirlerine karşı takındıkları
tavır aynı (Arapça bilenler her iki ayete de bakabilirler). Buna rağmen,
kadın kocasına karşı başkaldırırsa o
dövülür; erkek hanımına karşı
gelirse ona uygulanmak istenen yaptırım, kendisinin hanımıyla sulh (barış) yapmasıdır. Yani iki cins arasındaki uygulamalar farklıdır.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.83-85).
35. Eğer karı-kocanın
arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının
ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da
onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır.
36. Allah’a ibadet
edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere,
yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya,
elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen
kimseleri sevmez.
37. Bunlar cimrilik
eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği
nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere alçaltıcı bir azap
hazırlamışızdır.
38. Bunlar, mallarını
insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de inanmayan
kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır.
39. Bunlar, Allah’a
ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah’ın verdiği rızıktan (gösterişsiz
olarak) harcasalardı, kendilerine ne zarar gelirdi? Allah, onları en iyi
bilendir.
40. Şüphesiz Allah
(hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de olsa
onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.
41. Her ümmetten bir
şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman,
bakalım onların hâli nice olacak!.
42. O kıyamet günü,
Allah’ı inkâr edip Peygamber’e isyan edenler, yer yarılıp içine girmiş olmayı
isterler ve Allah’tan hiçbir söz gizleyemezler.
43. Ey iman edenler!
Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu
müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya
yolculukta bulunursanız, veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da
eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir
toprağa yönelip, (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin.
Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
Not.1 Bu
ayetten de görüldüğü üzere Teyemmüm
(toprakla temizlenme usulü) bile daha
önce uygulanmaktaydı.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.27-28).
Not.2 Bakara
219, Nisa 43, Mâide 90-91:
a) Ömer bir gün Muhammed’in yanında,
“Ya Rab, müminlere içkinin yasağı
konusunda faydalı açıklamalarda bulun, ayetler gönder” diye duada
bulunuyor. Onun bu isteği üzerine, kesin yasak içermeyen Bakara 219 ayeti iniyor. Muhammed inen ayeti hemen Ömer’e okuyor.
Fakat Ömer, bunu yeterli bulmuyor ve duasını tekrarlıyor.
b) Zaman içinde bu kez de Nisa 43 ayeti iniyor, burada da kesin
bir yasak yok. Muhammed yine inen ayeti Ömer’e okuyor. Fakat Ömer, bunu da
yeterli bulmuyor ve Muhammed’in yanında duasını tekrarlıyor.
c) Bu defa Mâide 90 ve 91 ayetleri iniyor. Muhammed bunu da Ömer’e aktarıyor,
sonunda Ömer şu yanıtı veriyor: “Artık vazgeçtik vazgeçtik.”
d) Bu aşamadan sonra Kur’an’a
içkiyle ilgili herhangi bir ayet inmiyor.
e) Bakara 219’da “Senden içki
ve kumarı sorarlar” diyor. Güvenilir
İslami kaynaklarda, bu soruyu
soranın Ömer olduğu yazılı.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.59-61). Diyanetin tercümesi olan Tecrid-i Sarih’in “Eşribe” bölümü 12/39’a bakılırsa, artık hiçbir kaynağa
gerek kalmaz.
Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami
Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
44. Kendilerine
Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar sapıklığı satın
alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.
45. Allah, sizin
düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah, dost olarak yeter. Allah, yardımcı
olarak da yeter.
46. Yahudilerden
öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları
anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak
“İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râ’inâ”15 derler.
Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu
kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini
lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.16
Not.1 Hicr
9, Yunus 82, En’am 34,115, Kehf 27, Saf 8, Fetih 28, Tevbe 32, Bakara 75, Nisa
46, Maide 13, 41:
a) Hicr 9: Allah bu ayette “Kur’an’ı biz koruyacağız” diyor.
b) Yunus 82, En’am 34, 115, Kehf
27, Saf 8-9, Fetih 28, Tevbe 32-33: Allah bu ayetlerde de “Allah nurunu
tamamlayacaktır. Allah’ın ayetlerini
kimse değiştiremez” diyor.
c) Bakara 75, Nisa 46, Maide 13,
41: Allah bu ayetlerde de “Yahudiler
Tevrat’ı tahrif ettiler, Tevrat, Allah’tan gelen Tevrat değildir”” diyor.
Özetle; Tevrat ve İncil de Allah’ın sözleri/ayetleri olduğu halde
ve Allah kendisi “Allah’ın sözünü değiştirecek yoktur”
derken, yine aynı Allah “Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler”
diyor.
Ayetlerden açıkça görüldüğü
gibi Kur’an’ın Allah’ı kendisiyle
çelişmektedir.
d) Burada “Acaba tanrı neden gönderdiği kitaplar
arasında ikili davranıp bazılarına
koruma garantisi verdi de bazılarına vermedi?!” sorusuna verilecek yanıt yok!
Bu konuda Kur’an’da başka
ayetler de vardır. Bunlara bakılırsa ne
Tevrat’ın, ne de İncil’le Kur’an’ın değiştirilmesi söz konusu olmamalı; ama
hepsi de değiştirilmiştir, hiçbiri orijinini korumamıştır.
Bu şu demek değildir ki,
bunların aslı daha iyi veya tanrıdan gelmedir.
Bir kere hepsinin mimarları insanoğludur.
e) Denilebilir ki, Kur’an’da sözü
edilen garanti sadece Kur’an için geçerlidir; Tevrat ve İncil için geçerli
değildir; ben de derim ki, Allah niçin
farklı davranıyor? Hâlbuki (iddialara göre) onlar da kendi gönderdikleridir. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.82-84).
47. Ey kendilerine
kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden, yahut cumartesi
halkını17 lânetlediğimiz gibi onları lânetlemeden, yanınızda
bulunanı (Tevrat’ı) doğrulayıcı olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur’an’a) iman
edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.
48. Şüphesiz Allah,
kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları
ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük
bir günah işleyerek iftira etmiş olur.
49. Kendilerini
temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, dilediğini temize çıkarır ve
kendilerine kıl kadar zulmedilmez.
50. Bak, Allah’a
karşı nasıl yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter.
51. Kendilerine
Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar “cibt”e ve “tâğût”a18
inanıyorlar. İnkâr edenler için de, “Bunlar, iman edenlerden daha doğru
yoldadır” diyorlar.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o kimsenin
dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayette geçen;
“CİBT” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “Cibt” “şeytan” anlamına gelir, “Sihirbaz”
anlamına geldiğini söyleyenler de vardır. Kur’an’da Cibt kelimesi “şeytan ve putperestlik” anlamında kullanılmıştır
ayrıca; bu
ayetlerde (Zümer 17, Nahl 36, Bakara 256-257, Nisa 51, 60, 76) geçen;
“TAĞUT” kelimesi
Arapça değildir.
Habeşçe’dir, “kâhin/ gelecekten haber veren kişi” anlamına gelir. Kur’an’da Tağut
kelimesi şeytan ve putperestlik anlamında kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka
dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o
dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.284).
52. Onlar, Allah’ın
lânet ettiği kimselerdir. Allah, kime lânet ederse, artık ona asla bir yardımcı
bulamazsın.
53. Yoksa onların
hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa, insanlara bir zerre bile vermezler.
54. Yoksa, insanları;
Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar mı?
Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermişizdir. Onlara büyük bir
hükümranlık da vermiştik.19
Not.1 Nisâ
54, Ra’d 38 Ahzâb 38: Bu ayetlerde
sözü edilen peygamberlerden kasıt Davud ile Süleyman peygamberdir. bkz.
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.178).
Not.2 Sâd
23, 24, Ra’d 38, Ahzâb 38, Nisâ 54 vb: Bir erkeğin, birçok kadınla evlenmesi, Yahudilikte
de var olan yaygın bir adetti. Kur’an,
bu geleneği de kabul etti. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.32).
55. Böylece onlardan
kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi. (O iman etmeyenlere) çılgın ateş
olarak cehennem yeter.
56. Şüphesiz
âyetlerimizi inkâr edenleri biz ateşe atacağız. Derileri yanıp döküldükçe,
azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz. Şüphesiz Allah, mutlak
güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
57. İman edip salih
ameller işleyenleri ise, içinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları
cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları, koyu gölgeler
altında bulunduracağız.
58. Allah, size,
emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman
adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt
veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
59. Ey iman edenler!
Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre
(idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde,
Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz
edin.20 Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.
60. (Ey Muhammed!)
Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri
görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde
muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek
istiyor.21
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Zümer 17, Nahl 36, Bakara 256-257, Nisa 51, 60, 76) geçen;
“Tağut” kelimesi Arapça
değildir.
Habeşçe’dir, “kâhin/ gelecekten haber veren kişi” anlamına gelir. Kur’an’da Tağut
kelimesi şeytan ve putperestlik anlamında kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka
dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o
dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.284).
61. Münafıklara,
“Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygambere gelin” dendiği zaman, onların
senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.
62. Kendi işledikleri
yüzünden başlarına bir musibet geldiği, sonra da “Biz iyilik etmek ve
uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik” diye Allah’a yemin ederek sana
geldikleri zaman hâlleri nasıl olur?
63. Onlar, Allah’ın
kalplerindekini bildiği kimselerdir. Öyleyse onlara aldırma. Onlara öğüt ver ve
onlara, kendileri hakkında etkili ve güzel söz söyle.
64. Biz her
peygamberi sırf, Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer onlar
kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan günahlarının
bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette
Allah’ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.
65. Hayır! Rabbine
andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra
da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle
boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.
Not.1 Muhammed
zamanında iki şahıs arasında bir ihtilaf söz konusu oluyor. Bu şahıslar, kendi
aralarında halledemedikleri bu anlaşmazlığın çözümü için Muhammed’e
başvuruyorlar ve ondan sorunun çözümü konusunda yardım istiyorlar. Sonunda
Muhammed birini haklı, diğerini de haksız buluyor. Bunun üzerine, haksızlığına
karar verilen kişi Muhammed’e, “Müsaaden varsa bu dava konusunda bir de
Ömer’den görüş alalım, bakalım o ne diyor” demek suretiyle bir istekte
bulunuyor. Muhammed de onun bu isteğini anlayışla karşılıyor ve Ömer’e gitmelerine
izin veriyor. Dava tarafları, bu kez Ömer’e varıp hem davalarının boyutlarını,
hem de bu konuda Muhammed’den de fikir aldıklarını anlatınca, Ömer kendilerine,
“Bekleyin eve gidip geleceğim ve sizinle ilgileneceğim” deyip eve giriyor ve
bir süre sonra elinde çıplak bir kılıçla gelen Ömer, “Muhammed’e itiraz
eden hanginizdir?” diye soruyor. Onlardan biri “Benim” diye yanıt verince, Ömer ona saldırıyor ve kafasını bir hamlede
kesiyor. Ömer devamla, “Muhammed’e
karşı gelenin sonu böyle olur” diyor. Diğer adam, bu manzarayı görünce
kaçıp tekrar Muhammed’e varıyor ve gelişmeleri olduğu gibi kendisine anlatıyor.
Muhammed, duyduğu bu menfur olay karşısında Ömer’e karşı -onun gıyabında- sert
tepki göstererek “Nasıl olur da Ömer bir
mümini öldürür, olamaz!” diyor.
Aslında olan olmuştu ve
politik açıdan bakıldığında, ne yapıp edip diğer konularda olduğu gibi burada da Ömer’in yardımına koşulmalıydı.
Zira öleni geri getirmek zaten mümkün değildi. Nitekim de gelişmeler Ömer’in
lehine oldu: Bu olay üzerine Nisa 65
ayeti iniverdi.
Bu
ayet, kesin bir ifadeyle şu sonuçları ortaya koyuyordu: Birincisi, Ömer
tarafından öldürülen adam, ikinci kez Kur’an ayetiyle çok ağır bir manevi ceza
ile cezalandırılıyordu. Böylece öldürülen kişi, Allah katında inançsız biri
olarak nitelendiriliyor ve öldürülmesi gereken bir kişi olarak bildiriliyordu.
İkincisi ise, Ömer bu eylemiyle aslında
bir kişiyi öldürmekten ötürü kısas cezasıyla cezalandırılmalıydı. (İslam
inancına göre, Mâide, 45 vb.)
Oysa Ömer, bu cinayetten sonra tertiplenen
ayetle bu cezadan kurtarıldığı gibi, üstelik de Kur’an’da net bir biçimde
takdir topluyor, onun için özel olarak ayet iniyor. İşin ilginç tarafı, çoğu
kaynağa göre Muhammed, bu olaydan ötürü Ömer’e, “el-Faruk/Adaletin kılıcı” sıfatını takıyor. Yani, halk arasında
meşhur olan “Ömer-ül Faruk”
nitelemesini -ki, doğru ile eğriyi, hak ile batılı birbirinden ayırt eden kişi
anlamına geliyor- bu cinayet olayı
üzerine Ömer’e veriyor.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.74-75). Tecrid-i Sarih Diyanet tercemesinde de anlatılmaktadır.
Ayrıca
bazı ayetlerin Ömer’in arzusu
ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami
Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
2) Arif
Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz.
Muhammed'in Ölümü, (pdf-s.120-121)
3) Bu
olayın özellikle Tecrid-i Sarih
Diyanet tercemesinde de anlatıldığını bilmelisiniz.
66. Eğer biz onlara,
“Hayatlarınızı feda edin veya yurtlarınızdan çıkın” diye yazmış olsaydık,
içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğütleri
tutsalardı, elbette haklarında hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) daha çok
pekiştirici olurdu.
67. O zaman kendilerine
elbette katımızdan büyük bir mükâfat verirdik.
68. Onları elbette
doğru yola iletirdik.
69. Kim Allah’a ve
Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği
peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler.
Bunlar ne güzel arkadaştır.
70. Bu lütuf
Allah’tandır. Hakkıyla bilen olarak Allah yeter.
71. Ey iman edenler!
(Düşmana karşı) tedbirinizi alıp, küçük birlikler hâlinde, yahut topluca savaşa
gidin.
72. Şüphesiz,
aranızda öyle kimseler var ki, (onların her biri savaşa gitme konusunda)
hakikaten pek ağır davranır. Eğer başınıza bir musibet gelirse, “Allah, bana
lütfetti de onlarla beraber bulunmadım” der.
73. Eğer Allah’tan
size bir lütuf (zafer) erişse, bu sefer de; sizinle kendisi arasında hiç
tanışıklık yokmuş gibi şöyle der: “Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da
büyük bir başarıya (ganimete) ulaşsaydım.”
74. O hâlde, dünya
hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim
Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir
mükâfat vereceğiz.
75. Size ne oluyor
da, Allah yolunda ve, “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten
çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye
yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa
çıkmıyorsunuz?
76. İman edenler,
Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût22 yolunda
savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın
hilesi zayıftır.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerde (Zümer 17, Nahl 36, Bakara 256-257, Nisa 51, 60, 76) geçen;
“Tağut” kelimesi Arapça
değildir.
Habeşçe’dir, “kâhin/ gelecekten haber veren kişi” anlamına gelir. Kur’an’da Tağut
kelimesi şeytan ve putperestlik anlamında kullanılmıştır (özellikle “cennet, cehennem” gibi “öte dünya” ile ilgili kelimeler başka
dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o
dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.284).
77. Daha önce
kendilerine, “(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin”
denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca, hemen içlerinden bir
kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve
“Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin
ya!” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten
sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.”
78. Nerede olursanız
olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size
ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir
kötülük gelirse, “Bu, senin yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi
Allah’tandır.” Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!
79. Sana ne iyilik
gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni
insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.
80. Kim peygambere
itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni
onlara bekçi göndermedik.
81. Sana “baş üstüne”
derler. Fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden birtakımı, geceleyin;
(senin gündüz) söylediklerinin aksini kurarlar. Allah, onların geceleyin
kurduklarını yazmaktadır. Sen onlara aldırma. Allah’a tevekkül et. Vekil olarak
Allah yeter.23
82. Hâlâ Kur’an’ı
düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından
(indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.
Not.1 MUHAMMED, BİR TAKTİK OLARAK ALLAH’I ADINA KENDİNİ SORGULUYOR
İlgili ayetler: İsra 90-94, Yunus 94-95, Hud 35, Hakka
43-47, Enfal 32-33, Nisa 82, Maide 67.
Değinilen ayetler: Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41.
Muhammed güya Allah’ına;
1) “Eğer
Kur’an’ı Muhammed uydursaydı onun
şahdamarını keserdik” dedirtiyor. (Hakka 43-47)
2) “Eğer Kuran’dan şüphe edersen, o
zaman kendinden önce kitap okuyanlardan (ehl-i kitaptan) sor”
dedirtiyor. (Yunus
94-95)
a) Bir kere Kur’an Allah’tan olsaydı bundan Muhammed niye şüphe duysun da Allah böyle bir şey desin
ki?!! Tek başına bu ayet bile
Kur’an’ın Allah’tan değil insanlar
tarafından yazıldığının kanıtıdır!
b) Bu ayet, bir taraftan
tescil ediyor ki, Muhammed
zamanında Kuran’da olup bitenleri kendisinden
daha iyi bilen insanlar varmış.
c) Öbür taraftan beraberinde şu
çelişkiyi de getiriyor: Allah’ın Muhammed’e, “Eğer Kuran’da şüphen varsa, o
zaman kendinden önce kitap okuyanlardan (ehl-i kitaptan) sor” deyip ehliyetli bulduğu o jüri heyeti acaba kimler? Çünkü Kur’an’ın Allah’ı ne Yahudileri, ne de Hıristiyanları kabul etmiyor;
ikisinin de Tevrat ve İncili bozduklarını/ tahrif ettiklerini söylüyor.
(Bakara 75, Nisa 46, Maide 13, 41)
Dolayısıyla burada anlaşılmaz bir durum söz konusudur.
3) Yine
Allah’ına “‘Kur’an’ı Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? De ki, eğer
uydurdumsa bunun günahı benim boynumdadır” dedirtiyor. (Hud
35)
4) Bir
de abartılı biçimde: “Eğer bu Kur’an
Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı o zaman içinde birçok
tutarsızlıklar olurdu” dedirtiyor. (Nisa 82)
5) “‘Bize gökten mucize göstermezsen biz
sana asla inanmayız’
diyenlere de ki, ‘rabbin şanı yücedir; ben ancak elçi olan bir beşerim’” dedirtiyor.
(İsra 90-94)
6) “Allah seni insanlardan korur” dedirtiyor. (Maide 67)
Ancak dediği çıkmıyor, Allah’ı kendisini korumuyor.
Bu konuda sağlam kaynaklarda Muhammed’in ifadesi vardır ki, o bir Yahudi kadının su-i kastıyla
öldürülmüştür. Yine sağlam kaynaklara göre Muhammed’i iki hanımı Ayşe
ve Hafsa ile babaları (sonraki
halifeler) Ebubekir ve Ömer öldürüyor.
7) “Ey
Allah, eğer bu kitap sendense bize gökten acıklı bir azap ver” diyen inanmayanlara
Allah’ına isnaden “Aranızda Muhammed varken
Allah size azap etmez” anlamında ayet gönderiyor. (Enfal 32-33)
a) İşte Muhammed Kuran’dan bilgisi olmayan insanları bu tür taktiklerle
etkilemeğe çalışıyor.
b) Şu an dünyada milyarlarca insan
çeşitli sıkıntılardan ötürü feryat edip bir kurtarıcı arıyor; ama kutsal
kitaplara göre dar günün tanrısı yardıma gelmiyor.
Muhammed’e
gelince anlatıldığı gibi en ufak bir rahatsızlığında Allah-Cebrail hemen hazır-nazırlar. Böylesine kişiye özel
tanrıya Sümerlerde de rastlanırdı. Her kralın ayrı tanrısı vardı.
c) Muhammed’in bu gibi ayetleri
oluşturmasından tek gayesi, “Bakın
ben kafadan konuşmuyorum; Allah beni göreve davet ediyor, yapmamazlık edemem”
fikrini insanlara kabul ettirmektir. Yoksa daha önce Mekke’de de Allah’ın
peygamberiydi neden korkudan namazlarını gizli kılardı, neden Hz.
Ali’yi kendi yerinde yatağına yatırıp geceleyin Medine’ye kaçıyordu!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.191-192).
Not.2 Aslında
insanlar Kuran’ın içini açmamışlar,
insan dini konularda gerçekten
cahildir. Burada Muhammed’in Kuran’a
inandırıcılık kazandırmak için başvurduğu farklı bir taktiğine,
birkaç örnek ayetle değinmek istiyorum.
a) İsrâ 88, Yunus 37, 38, Hûd 13,
14, En'am 38, 92, Zumer 27, Fussilet 44, Kehf 54, Nahl 89, 103, Secde 2, 3,
Hakka 43, 44, Rum 58, Ankebût 48, Bakara 2, 23, 24, Âl-i İmrân 7, Nisâ 82:
Bu ayetlerde özetle; “Biz bu kitapta
hiçbir şey eksik bırakmadık. Yoksa ‘Kur’an’ı
Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Bunu diyenin dili Arapça değildir (dili
yabancıdır). Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından
uydurulmamıştır. Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı. Şüphedeyseniz, haydi siz de onun gibi bir sure getirin (ortaya
çıkarın). Bu Kur’an’ın bir benzerini
getiremezler” diyor
ve adeta meydan okunuyor.
b) Meryem 97, Taha 113, Şuara
193, 199, Yusuf 2, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf 3, Duhan
58, Ahkaf
12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37:
Bu ayetlerde özetle “Bu Kur’an ise apaçık Arapça’dır. (Ey
Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin
dilinle kolaylaştırdık. Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.” diyor.
Sonuç: Bu
ayetlerin Kur’an’a inanırlık kazandırmak
için Muhammed tarafından ortaya atıldıkları, bizzat bu ayetlerden net
bir biçimde anlaşılıyor.
Kıssa: Balıkesirli
ilahiyatçı bir Prof. Hocamız anlatıyor: “Takvasıyla, Arapçası ile
meşhur bir hoca vardı ve bir Cuma günü bize camide vaaz verdi. Ara sıra
konuşmalarında ‘E’s-Sa’leb’u ve’l Unkud’
diyordu. Kimse bunun anlamını bilmiyordu. Biz bundan, “Arapça çok iyi biliyor, allame-i cihandır” sonucuna
varıyorduk. Vaazı bitince herkes
elini öpmek için kuyruğa girdi. Daha sonra İlahiyata gittiğim
sıralarda o cümlenin ne anlama geldiğini öğrendim; meğerki ‘Sa’leb’ Arapçada tilki, ‘Unkud’ da üzümmüş,
halkı etkilemek için konuşması arasında bir nevi nakarat gibi sık sık
kullanıyormuş. İşte böylesine boş
şeylerle insana elini öptürmeyi başarıyordu.”
Hisse: Gerçekten inananların durumu bu. Ben de
bunun içinden geldim, daha önce ben de böyle inanıyordum. Özellikle ölümden sonraki ütopya, cahil insanlar üzerinde çok
olumsuz etki yapar. Ölümden sonraki korkudan dolayı Kur’an ne
kadar yararsız şeyleri anlatsa da inananlar kolay kolay vazgeçemezler.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.192-193).
2) Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.15, 19-21).
83. Kendilerine
güvenlik (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu
yayarlar. Hâlbuki onu peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere
götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek
nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve merhameti
olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.
84. (Ey Muhammed!)
Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Mü’minleri de savaşa
teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha
üstündür, cezası daha şiddetlidir.
85. Kim güzel bir
(işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir
(işte) aracılık ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın her şeye
gücü yeter.
86. Size bir selâm
verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin.
Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.
87. Allah,
kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Andolsun, sizi kıyamet gününde
mutlaka bir araya toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Kimdir sözü
Allah’ınkinden daha doğru olan?
88. Size ne oluyor da
münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Allah, onları yaptıkları işlerden
dolayı baş aşağı ederek eski konumlarına (küfre) döndürmüştür. Allah’ın
saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, sen onun
için asla bir çıkış yolu bulamazsın.
Not.1 Müddessir
31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119,
En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9,
37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23,
Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+ Furkan
44, Enfal 32):
a) Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim
ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44
vd) diyeceğine; insanları daha
mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.
b) Daha net ifadeyle açıklamam
gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına
artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler
varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.
c) Muhammed zamanında da bu
efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok
değerli insanlar vardı; ancak Muhammed
onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların
varlığı konusunda Kuran’da
önemli ipuçları vardır.
d) Kısaca bir örnek vereyim: Enfal
32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü
muhalifler, “Ey Allah, eğer bu
Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar
yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in
kendisi) buna karşı “İçinizde
peygamberim (Muhammed) varken ben
nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu
sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık
kim buna ne kadar inanmışsa!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).
Not.2 Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:
a) Zümer 41: Yukarıdaki
ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır”
derken bu ayette “Kim doğru yola
girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar”
diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği
çok açık!
b) Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de
onlar gibi olursunuz” diyor. Bu
ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!
c) Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta
olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...
89. Arzu ettiler ki
kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız. Bu
sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin.
Eğer bundan yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün.
Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı.
90. Ancak sizinle
aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de
kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size
gelenler başka. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı da sizinle
savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış
teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki)
vermemiştir.
91. Diğer birtakım
kimselerin de hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak
istediklerini göreceksin. Bunlar küfre her döndürüldüklerinde ona atılırlar.
Eğer bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barış içinde yaşamak istemezler,
ellerini savaştan çekmezlerse, onları yakalayın ve onları nerede bulursanız
öldürün. İşte bunlara karşı size apaçık bir yetki verdik.
Not.1 Enfâl
12-13, Âl-i İmrân 127, Nisâ 89, 91, Muhammed 4, Tevbe 1-2, 4-5: Kur’an’ın Allah’ı, Muhammed’in güçlü olduğu dönemlerde
(Medine dönemi ve sonrasında) karşı
tarafa kan kusturacak ayetler göndermiş ve inanmayanlar diye nitelenen insanlara
ölüm fermanını vermiştir.
Bu ayetlerde bir yaratıcı
olarak insanlara çözüm yerine
katliam önerilmiştir.
Hele hele Kur’an’ın en son inen Tevbe Suresi’nin ilk beş ayetinde inanmayanlara karşı adeta meydan okunmuştur.
Radikal Müslümanların çoğu, bu ayetleri delil olarak
gösterip inanmayanlara karşı savaş ilan etmeyi bir ilahi emir olarak telakki
eder ve inanmayanların katli
vaciptir derler.
Zaten sertlik ifade
ettikleri için İslam âlimleri nezdinde bu
ayetlere “seyf-kılıç” ayetleri
denir.
Muhammed savunmada olduğu
zaman ona çok ılımlı ve barışçıl ayetler inmiş; güçlü olduğu dönemdeyse tersine
onların idamlarını onaylayan ayetler inmeye başlamıştır.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.265-266).
92. Bir mü’minin bir
mü’mini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir
mü’mini yanlışlıkla öldürürse, bir mü’min köleyi azad etmesi ve
bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse)
mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad
etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan
ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Bunlara
imkân bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ard arda oruç
tutması gerekir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Not.1 Tevrat’a göre yanlışlıkla işlenen bir cinayette kısas uygulanmadığı gibi
herhangi bir diyet de alınmaz. Ancak katil, öldürdüğü insanın
akrabasının bulunduğu yerden uzaklaştırılarak özel yerlere, din
adamlarının himayesine verilir.
Kuran’a göre kasıt olmadan bir insanı öldürenin cezası,
bir esiri azat etmek, öldürülenin varislerine kan bedelini ödemek ve
eğer bunu da yapamıyorsa 60 gün üst üste oruç tutmaktır. Tabi ki varisleri
isterlerse ondan bir şey almadan kendisini bağışlayabilirler; Kur’an bunu
da yazıyor.
Şu var ki, Kur’an bu
diyetin miktarını belirlememiş; buna ilişkin düzenleme Muhammed’in
hadislerinde 100 deve olarak belirtilmiştir. Şunu da hemen ifade edeyim
ki, bu 100 deve âdeti Muhammed’den önce cahiliyle devri denilen,
kendisinin henüz peygamber olmadan bizzat gördüğü dönemde bile uygulanıyordu/bu
da onun yeni buluşu değildir.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.107-110).
Not.2 Beled
13, Ahzab 37, Nisa 92, Mücadele 3, 4, Maide 89: Bugün İslamda var olan köleyi azat etme geleneği bile, öteden beri var olan bir uygulamaydı.
Muhammed buna da karışmayıp, olduğu gibi onayladı (Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No: 705-709). bkz.
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.32).
Not.3 KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13,
İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3,
Mâide 89, Tevbe 60:
İslam inancına göre Allah’a inanan bir insana kul
anlamına gelen “abd” denir.
Büyük
diye düşünülen Allah,
acaba niçin kabul ediyor ki onun
bir kısım kulları başka kullarını
kendine köle-abd olarak kullansınlar?
Kabul etmek şöyle dursun, üstelik Tanrı, bir kısım insanın diğer bir kısım insanı kendine köle yapması için
kendi ayetleriyle bu işi organize
edip bu konuda fetva veriyor.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.291-292).
Not.4 KUR’AN’DA KÖLE: Nisâ 92,
Mücâdele 3:
Bu ayetlerde kölenin lehine
bazı şeyler öne sürülmüştür. Fakat köleliği
yasaklayan, onu ortadan
kaldıran bir ayeti Kur’an’da bulmak mümkün değildir.
Kur’an’ın aldığı bazı kararlar,
kölenin lehine görünse bile bunlar yeni olan icatlar değildir. Nitekim daha
önce ifade edildiği gibi, Hakim bin
Hizam adındaki şahıs tek başına kendi imkânlarıyla yüz tane köle azat etmişti ki,
o zaman henüz Muhammed peygamberlik davasında bulunmamıştı.
Eğer Kur’an’ın arkasında Allah olsaydı, ona düşen, onlar
hakkında böyle ufak tefek kararlar almak değil; onları tamamen esaret zincirinden kurtarmak olması gerekirdi.
Ama maalesef Kur’an’ın
köleliği ortadan kaldırdığına ilişkin hiçbir işaret mevcut değildir.
Hatta diyebiliriz ki, kişinin
işlediği bazı günahlardan kurtulabilmesi için Kur’an’da belirlenen köleyi azat etme formülü, köleliği daha da cazip hale getirmeyi,
kurumlaştırmayı teşvik etmiştir.
Mesela bir insan, “Mademki büyük günahlardan kurtulmak için köle
azat etmek iyi bir şeydir, o halde kölelik kurumu her an devam etsin
ki, bu tür günahları işlediğimiz
zaman hemen bir köle azat edelim de bu suçtan bir an evvel kurtulalım”
şeklinde bir yorumda bulunabilir.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.292-293).
Konu.1 KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13,
İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3,
Mâide 89, Tevbe 60:
(BU
KONU BELED SURESİ’NİN SONUNDA -20. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
93. Kim bir mü’mini
kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap
etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.
Not.1 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Furkan
68-70, Nisa 93:
“Her kim bir mü’mini kasten
öldürürse -onun cezası-, içinde sürekli kalacağı cehennemdir. Allah ona
gazabetmiş, la’net etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır!” (Nisa 93)
Furkan suresinde ise tam tersi bir ayet var: “Allah iyi kullarının
niteliklerini sayarken, onlar Allah’a eş koşmazlar, Allah’ın haram kıldığı
cana, haksız yere kıymazlar ve zina yapmazlar. Ancak tövbe edip iyi işler yapan
bunun dışındadır.” (Furkan 68-70)
Peki
bu nasıl olur? Bir tarafta kim sebepsiz yere bir mümini öldürse ebediyen
cehennem var; diğer tarafta aynı suç ama ancak tövbe ederse
kurtulur deniyor.
Özü şu: Kufeliler
bu çelişik ayetler konusunda ihtilafa düşerler. Durum İbn-i Abbas’a iletilince
o, “Biz burada son gelen ayete bakıyoruz. Yani bu sözü edilen suçu işleyen
ebediyen cehennemde kalacak, pişmanlık fayda vermeyecek. Tövbe edenler
kurtulur, diyen ayet Mekke’de inmiştir. Dolayısıyla burada geçerli olan son
gelen ayettir” diyor.
Verdiğim çoğu örneklerde,
daha önce ayet var, başka bir ayetle geçersiz kılınır; hiç olmazsa bunlar
yazıda görünür. Bazen ortalıkla ayet
yok; ancak yürürlükte çok ağır bir ceza yöntemi var. Bu gibi durumlar
için de deniliyor ki: Kur’an’ın bazı ayetleri mensuh olmuş/yazılı olarak
yok-ortadan kaldırılmış; ancak hükümleri geçerlidir.
Mesela recimle ilgili ceza
ayeti Kur’an’da yazılı olarak geçmiyor; ama hükmü geçerlidir. Bunu daha önce de
anlattım.
Peki, hükmü geçerliyse, o ayet niye indi, neden kalktı?
Kaldı ki çok önemli, hayati bir konu; ancak ortalıkta meşruiyetini gösteren
yazılı bir kanıt yok.
Bir de, sütkardeşliğiyle
ilgili Hz. Ayşe’nin açıklaması vardı: Önce ayet indi, bir çocuk yabancı bir
bayanın sütünü on sefer içerse onun çocuğu sayılır, daha sonra yeni bir ayet
indi, bu sayı beşe düştü ve Hz. Muhammed ölene kadar biz bu ayeti böyle
okurduk, diyor. Ama ne nasih sayılan on sayısı, ne de mensuh kabul edilen beş
sayısı ile ilgili ayetler Kur’an’da yok; fakat hükümleri geçerli: Mezhep
liderleri Ayşe’nin açıklamasını temel alarak beş sayısını esas almışlardır.
İşte nasihin bir kuralı da budur:
Ortada bir konuya ilişkin ne ilk ayet, ne de daha sonra inen ayet
yok; ancak hükümleri yürürlükte!
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.250-251).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
94. Ey iman edenler!
Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm
veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, “Sen
mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz
de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman oldunuz). Onun için
iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Not.1-2 bkz.
(Nisa 88, Not.1-2)
Not.1 SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Süleymanoğulları'ndan bir kişi koyunlarını
güderken, yanından geçen bir Müslüman grubun saldırısına uğruyor. Adam onları görünce kelime-i şahadet getiriyor veya onlara selam veriyor; ama onu
dinlemiyorlar ve o adamı öldürüp
koyunlarına el koyuyorlar. Üstelik de o kişinin bağlı bulunduğu kabile ile
Müslümanlar arasında herhangi bir sorun da o ana kadar yoktu, tarafsız bir kabileye bağlıydı.
Muhammed bu olay yüzünden çevreden
olumsuz tepki alınca, savunma amaçlı yukarıdaki ayet iniyor. Bu
ayetle müminlerin, cihada çıkarken dikkatli olmaları tavsiye ediliyor; ama
diğer taraftan da “Size selam veren
kişiyi öldürmeyin” demekle, aslında
öldürülen kişinin masum olduğu kabul ediliyor.
İşte savaşa (Bedir vd.) zemin
hazırlayan sebeplerden biri de bu olaydır.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.124-125).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
Not.2 Bu
savunma ayetinde geçen “Allah katında ganimetin yolları sayısızdır” ifadesi
gerçekten çok ilginç. Burada çok açık bir ifadeyle “Ey Müslümanlar, ganimetleri ele geçirmek için böyle ufak tefek
şeyler yüzünden toplum içinde kendinizi zora sokmayın; bu işin çeşitli
formülleri vardır...” şeklinde yol gösterilmek isteniyor.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.258).
Not.3 GANİMET AYETLERİ: Enfâl 1-2,
7, 41, 67-69, Âl-i İmrân 161, Haşr 6-7, Nisa 94, Fetih 15, 19-21:
Ganimetle ilgili bu ve
benzeri ayetlerden net olarak şu
sonuçlar ortaya çıkıyor:
İnanmayanların malına el koymayı meşru kılmak ve Müslümanların
rahat bir şekilde savaşa gitmelerini
sağlamak için uydurulan ayetler
Allah’a mal ediliyor ve bu konuda Allah
insanlara karşı kullanılıyor.
Yine Muhammed’in, gerek kendine, gerek aile efradına ve gerekse diğer yakın akrabasına ganimet ve fey’den pay alabilmesi için inen Kur’an ayetlerine
anlam vermek gerçekten çok zor.
Bu ganimet ve fey’ yüzünden Müslümanlar arasında çıkan kavgaları önlemek için,
gerek Haşr 6-7, gerekse Enfâl 1-2 ayetlerinin inmesi herhalde normal bir durum değildir.
Keza bu ganimetler bağlamında
bir kadife parçası yüzünden hırsızlıkla
suçlanan Muhammed’i kurtarmak
için inen Âl-i İmrân 161 ayeti dikkat
çekicidir.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.252-253).
Not.4 Havazin Savaşı sonrası haksız ganimet paylaşımı
ve itirazlar, Hz. Ali’nin Yemenden ganimet olarak getirdiği bir miktar altının henüz Müslüman olmuş şahıslara dağıtılması
ve itirazlar, Hz. Osman’ın bile ganimet
nedeniyle Muhammed’le kavga etmesi, Hicri 7. yılda Hayber baskın yoluyla Yahudilerden alınınca, Muhammed’in kendi akrabasına çok farklı bir biçimde ayrıcalık tanıyıp,
sadece bu savaşta elde edilen ganimetten hangi akrabasına ne kadar verdiğine dair
bir liste...
...ve
diğer ayrıntılar için
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.246-259).
Sonuç: SAVAŞLARIN SEBEPLERİ: Bakara
142-145, 149-150, 217-218, Enfâl 7, 58, Âl-i İmrân 186, Nisâ 94:
Bütün bu bilgilerden varılan sonuç şudur:
Eğer
bu savaşlar içinde, inanıldığı gibi
çok adil ve her şeyi yapabilen bir yaratıcı olsaydı, müspet bir sonuç
alınması gerekiyordu; kan dökülmeden hem onlara, hem de sonsuza dek tüm
insanlara barış formülünü göstermeli ve de kabul ettirmeliydi. Bunu zorla
değil, insanın aklını barışa göre ayarlamak suretiyle yapabilirdi. (Çünkü
İslam inancına göre Allah kadiri mutlaktır, her şeyi yapabilir.)
Özetle; eğer
bu işler Muhammed’e bırakılırsa, bazı konularda haklı, bazılarında da haksız
olması mümkündür. Ama işin içine Tanrı
karıştırılıyorsa o zaman hiç yanlış yapılmaması gerekir.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(s.136-137).
Ayrıca: Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza savaşları için (pdf-s.89-118) Başta “Batn-i Nahle” vak’ası olmak üzere bu savaşların başlıca nedenleri için (pdf-s.119-137)
95-96. Mü’minlerden özür
sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla,
canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad
edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi
Allah (mü’minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir. Ama
mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve
rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah, çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
Not.1 Zeyd
bin Sabit anlatıyor: “Nisâ Suresi’nin 95. ayeti ilk indiğinde Muhammed
bana, ‘Kalem ve yazı malzemeni al bu ayeti sana yazdırayım’ dedi. Ayeti, ilkin
şu şekilde bana yazdırmak istedi: ‘Mallarıyla, canlarıyla cihad eden müminlerle
oturan müminlerin durumu aynı olmaz...’ diye.
Ben artık bu ayeti yazmak
üzereyken, o esnada İbn-i Ümmi
Mektum çıkageldi ve ‘Ey peygamber,
cihada gücüm yetseydi, muhakkak ben de gider, düşmanla savaşırdım’ dedi.
Bu itirazlar üzerine,
peygamber bize, Cebrail’in bir daha
vahiy getirdiğini ve az önceki ayetin son olarak şu şekle
dönüştüğünü söyledi: ‘Mazeret sahipleri hariç, cihad eden müminlerle
evlerinde oturan müminlerin durumu aynı olmaz.’”
Bu ayetten önce de Ümmi Mektum yüzünden “Abese” Suresi’nin ilk ayetleri inmişti.
Allah, birinci defa Cebrail’i gönderirken mazeret sahiplerini
unutmuş da, adı geçen şahıs ve diğer mazeret sahiplerinin itirazları üzerine, yeniden Cebrail’i
yollamış ve düzeltme yoluna gitmiştir.
Acaba Kur’an ayetleri hep sorulan sorular üzerine mi şekillenmiştir? Eğer
böyleyse bizim de sorularımız vardır. Yoksa o günkü insanlar hepimize vekaleten mi soru sormuşlar veya sonsuza dek sorulması muhtemel tüm
soruları o zaman mı bitirmişler?
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.148).
2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.230-231).
97. Kendilerine
zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler
onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da,
“Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı
geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların
gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.24
98. Ancak gerçekten
zayıf ve güçsüz olan25, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan
erkekler, kadınlar ve çocuklar başkadır.
99. Umulur ki, Allah
bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
100. Kim Allah yolunda
hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de. Kim Allah’a ve
Peygamberine hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm
yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok
merhamet edicidir.
101. Yeryüzünde sefere
çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız, namazı
kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık
düşmanınızdır.26
102. (Ey Muhammed!)
Cephede sen de onların (mü’minlerin) arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın
vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silâhlarını da
yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekât kıldıklarında)
arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım
gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silâhlarını
yanlarına alsınlar. İnkâr edenler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve
eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet
çekerseniz, ya da hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir beis
yoktur. Bununla birlikte ihtiyatlı olun (tedbirinizi alın). Şüphesiz Allah,
inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.27
103. Namazı kıldınız
mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene
kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere belirli
vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.
104. Düşman topluluğunu
izlemekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız, kuşkusuz onlar da
sizin acı duyduğunuz gibi acı duyuyorlar. Üstelik siz Allah’tan onların ümit
edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
105. (Ey Muhammed!) Biz
sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana
öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma.
106. Allah’tan
bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
107. Kendilerine
hainlik edenleri savunma. Zira Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez.
108. Bunlar,
insanlardan gizlenmeye çalışırlar da Allah’tan gizlenmezler. Hâlbuki Allah,
geceleyin, razı olmayacağı sözleri kurarlarken onlarla beraberdir. Allah,
onların yaptıklarını (ilmiyle) kuşatmıştır.
109. İşte siz öyle
kimselersiniz (ki, diyelim) dünya hayatında onları savundunuz. Ya kıyamet günü
onları Allah’a karşı kim savunacak, yahut kim onlara vekil olacak?
110. Kim bir kötülük
yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı
çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.
111. Kim bir günah
kazanırsa, onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah, her şeyi hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
112. Kim bir hata işler
veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz
iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.
113. (Ey Muhammed!)
Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni
saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir
zarar veremezler. Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana
bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.
114. Bir sadaka
vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi
emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır
yoktur. Kim bunları sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük
bir mükâfat vereceğiz.
115. Kim, kendisine
hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, mü’minlerin
yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız.
Orası ne kötü bir varış yeridir.
116. Şüphesiz Allah,
kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği
kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa
düşmüştür.
117. Onlar, Allah’ı
bırakıp ancak dişilere tapıyorlar.28 Hâlbuki (aslında) azgın bir
şeytana tapmaktadırlar.
118. Allah, o şeytana
lânet etti ve o da, “Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay
alacağım” dedi.
119. “Onları mutlaka
saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de
(putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim
de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.”29 Kim Allah’ı bırakıp da
şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.
120. Şeytan onlara
(birçok) vaadde bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan, ancak
aldatmak için onlara vaadde bulunuyor.
121. İşte onların
barınağı cehennemdir. Ondan bir kaçış yolu bulamazlar.
122. İman edip salih
ameller işleyenleri de ebedî olarak kalacakları, içlerinden ırmaklar akan
cennetlere koyacağız. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Kimdir sözü
Allah’ınkinden daha doğru olan?
123. İş, ne sizin
kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa,
onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir
yardımcı bulabilir.
124. Mü’min olarak,
erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve
zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.
125. Kimin dini, iyilik
yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi
olan kimsenin dininden daha güzeldir? Allah, İbrahim’i dost edindi.
126. Göklerdeki her
şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatıcıdır.
Not.1 Fussilet
54, Nisa 126: Bu ayetlerde “Allah’ın
her yeri kuşattığı” anlatır. Thales
(İÖ. 640-548) bu konuda, “Her canlı
sudan yaratılmıştır ve Allah her yeri kuşatmıştır” diyor. Tabi ki bu iddia
Thales’in de icadı değildir. O da Sümer
ve Mısır’da eğitim gördüğü için oralardan aktarmıştır. bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.51).
127. Kadınlar hakkında
senden fetva istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.”
Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek
istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza
dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor. Ne hayır yaparsanız,
şüphesiz Allah onu bilir.
128. Eğer bir kadın
kocasının, kendisine kötü davranmasından, yahut yüz çevirmesinden endişe
ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur.
Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır
(elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten
sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
Not.1 Nisâ
34, 128: Bu iki ayetin
terimleri-lafızları aynı, karıkocanın birbirlerine karşı takındıkları
tavır aynı (Arapça bilenler her iki ayete de bakabilirler). Buna rağmen,
kadın kocasına karşı başkaldırırsa o
dövülür; erkek hanımına karşı
gelirse ona uygulanmak istenen yaptırım, kendisinin hanımıyla sulh (barış) yapmasıdır. Yani iki cins arasındaki uygulamalar farklıdır.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.83-85).
Not.2 Muhammed,
kendi hanımları içinde nispeten yaşlı sayılabilen Sevde binti Zem’an’ı
(ihtiyardır diye) boşamak ister. Kadıncağız, Muhammed’e yalvarır ve boşanması
halinde çok perişan olacağını belirterek, “Gel
beni boşama; ben de bu iyiliğine karşı gece hayatıyla ilgili sıramı senin
hanımlarından Ayşe’ye vereyim” diyor. Muhammed, kadının bu teklifini kabul
edip onu boşamaktan vazgeçiyor ve artık o tarihten sonra da o kadının gece
sırasında Ayşe’yle sevişmeye devam ediyor. Bunun üzerine Ayşe sevinçten, “Ben Sevde kadar iyi bir kadın görmedim.
Çünkü yaşlanınca gece sırasını bana verdi” diyor. Şu bir gerçektir ki,
Muhammed, Sevde ile gece nöbeti üzerine anlaşınca, çevresindeki insanlardan
belki eleştiri gelir hesabıyla, uzlaşma
amaçlı Nisâ Suresi’nin az önceki ayeti iniyor. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.83-85).
129. Ne kadar
uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise
(birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmış
kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız,
şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
130. Eğer ayrılırlarsa,
Allah bol lütuf ve nimetiyle onların her birini zengin kılar (başkalarına
muhtaç bırakmaz). Allah, lütfu geniş olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir.
131. Göklerdeki her
şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere de,
size de “Allah’a karşı gelmekten sakının” diye tavsiye ettik. Eğer inkâr
ederseniz, (bilin ki) göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah,
zengindir, övülmeye lâyıktır.
132. Göklerdeki her
şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.
133. Ey insanlar! Allah
dilerse sizi yok eder ve başkalarını getirir. Allah, buna hakkıyla gücü
yetendir.
134. Kim dünya sevabı
(nimeti) istiyorsa (bilsin ki), dünya sevabı da, ahiret sevabı da Allah
katındadır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
135. Ey iman edenler!
Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için
şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik
ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah
ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine
getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya
(şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla
haberdardır.
136. Ey iman edenler!
Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği
kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret
gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.
137. İman edip sonra
inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri
gidenler var ya; Allah, onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de
değildir.
138. Münafıklara,
kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele.
139. Onlar, mü’minleri
bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi
arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.
140. Oysa Allah size
Kitap’ta (Kur’an’da) “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay
edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla
oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye hüküm indirmiştir.
Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.
141. Onlar sizi
gözetleyip duran kimselerdir. Eğer Allah tarafından size bir fetih (zafer)
nasip olursa, “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Şayet kâfirlerin
(zaferden) bir payı olursa, “Size üstünlük sağlayıp sizi mü’minlerden korumadık
mı?” derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah,
mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.
142. Münafıklar,
Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir.
Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş
yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.
143. Onlar küfür ile
iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (mü’minlere) ne de şunlara
(kâfirlere) bağlanırlar. Allah, kimi saptırırsa ona asla bir çıkar yol
bulamazsın.
Not.1 Müddessir
31, Araf 155, 178, Fatır 8, Kasas 56, İsra 46, 97, Yunus 99-100, Hud 118-119,
En’am 39, 107, 111, 125, 137, 149, Zümer 36-37, Şura 8, 46, Casiye 23, Nahl 9,
37, 93, İbrahim 4, 27, Secde 13, Ankebut 21, Rad 27, İnsan 30-31, Enfal 23,
Nisa 88, 94, 143, Nur 21, 46, Teğabun 11, Maide 40-41, 48, Tevbe 19, 127 (+
Furkan 44, Enfal 32):
a) Bu ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” diyor. Ben de burada derim
ki, mademki Kuran’ın Allah’ı her şeyi yapabiliyor; o halde kızıp da insanlara “Hayvanlardan da betersiniz” (Furkan 44
vd) diyeceğine; insanları daha
mükemmel bir modelde yaratsaydı herhalde her yönüyle iyi olurdu.
b) Daha net ifadeyle açıklamam
gerekirse, artık insanlar uyandı, kimse “Ey ahali! Ben peygamberim, tanrıdan geliyorum...” lafına
artık bugünkü insanlar kolay inanmaz; çocuklar bile böylelerini kovalarlar. Tabi ki çıkarcı idareciler
varsa (ki vardır) o zaman iş değişir.
c) Muhammed zamanında da bu
efsanelere inanmayan insanlar vardı, o günkü toplumda bilgi bakımından çok
değerli insanlar vardı; ancak Muhammed
onları kaba kuvvetle ortadan kaldırdı. O zaman Muhammed’e kafa tutabilen insanların
varlığı konusunda Kuran’da
önemli ipuçları vardır.
d) Kısaca bir örnek vereyim: Enfal
32’de Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğuna ilişkin o günkü
muhalifler, “Ey Allah, eğer bu
Kuran senden gelen hak bir kitap ise, durma bizim üzerimize gökten taşlar
yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver...” derken, Kuran’ın Allah’ı (yani Muhammed’in
kendisi) buna karşı “İçinizde
peygamberim (Muhammed) varken ben
nasıl sizi cezalandırayım” karşılığını verip onları bu
sözlerle ikna etmeğe çalışıyordu. Artık
kim buna ne kadar inanmışsa!
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.163-164).
Not.2 Şu ayetler yukarıdakilerle çelişiyor:
a) Zümer 41: Yukarıdaki
ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır”
derken bu ayette “Kim doğru yola
girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar”
diyor. Bu ayetin diğerleriyle çeliştiği
çok açık!
b) Nisa 140: Yukarıdaki ayetlerde “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır” derken bu ayette “inkârcılarla oturmayın, aksi hâlde siz de
onlar gibi olursunuz” diyor. Bu
ayetin diğerleriyle çeliştiği çok açık!
c) Nahl 93: Bu ayette “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta
olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz” diyor. Kendisiyle çelişen bir ayet!...
144. Ey iman edenler!
Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah’a apaçık
bir delil mi vermek istiyorsunuz?
145. Şüphesiz ki
münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara hiçbir
yardımcı da bulamazsın.
146. Ancak tövbe
edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’ın kitabına sarılanlar ve dinlerini
Allah’a has kılanlar müstesnadır. Bunlar mü’minlerle beraberdirler. Allah,
mü’minlere büyük bir mükâfat verecektir.
147. Eğer şükreder ve
iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki? Allah, şükrün karşılığını
verendir, hakkıyla bilendir.
148. Allah, zulme
uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını sevmez. Şüphesiz
Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
149. Bir hayrı açıklar
veya gizlerseniz, yahut bir kötülüğü affederseniz (bilin ki), Allah da çok
affedicidir, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
150-151. Şüphesiz,
Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine
inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, “(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini
inkâr ederiz” diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol
tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kâfirlerdir. Biz de kâfirlere
alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
152. Allah’a ve
peygamberlerine iman edenler ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara
gelince, işte onlara Allah mükâfatlarını verecektir. Allah, çok bağışlayıcıdır,
çok merhamet edicidir.
153. Kitap ehli, senden
kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. (Buna şaşma!) Mûsâ’dan,
bundan daha büyüğünü istemişler ve “Allah’ı bize açıkça göster” demişlerdi. Böylece
zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarptı. Sonra kendilerine apaçık deliller
gelmesinin ardından (tuttular) buzağıyı tanrı edindiler. Biz bunu da affettik
ve Mûsâ’ya apaçık bir güç ve yetki verdik.
Konu: KURAN GÖZÜYLE TEVRAT’IN İNİŞ BİÇİMİ!
A’raf 142-150, 154, 155,
Taha 10, 88-96 ve çoğu ayetleri, Bakara 51, 108 ,Nisa 153:
(BU
KONU TAHA SURESİ’NİN SONUNDA -135. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
154. Verdikleri sağlam
söz(ü yerine getirmemeleri) sebebiyle “Tûr”u üzerlerine kaldırdık ve onlara,
“Tevazu ile kapıdan girin” dedik. Yine onlara, “Cumartesi (yasakları) konusunda
haddi aşmayın” dedik ve onlardan sağlam bir söz aldık.
Not.1 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI
KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayetlerin (A’raf 161, Bakara 58, Nisa 154) Arapçasında geçen;
“SÜCCEDEN” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “baş eğmek” anlamına gelir. Demek ki namazlarda Müslümanların başlarını eğip yere değdirmeleri âdeti
Süryanilerden gelmedir.
ayrıca; bu
ayetlerde (Tin 2, Meryem 52, Taha 80, Kasas 29, 46, Müminun 20, Tur 1, Bakara
63, 93, Nisa 154) geçen;
“TUR” kelimesi
Arapça değildir.
Süryanice’dir, “dağ”
anlamına gelir. Ayrıca Nebatice, Aramice, İbrabice’den geldiğini söyleyenler
de vardır. Kur’an’da dokuz yerde geçiyor (Arapça karşılığı bulunmasına rağmen
başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak
o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.275-276).
155. Verdikleri sağlam
sözü bozmalarından, Allah’ın âyetlerini inkâr etmelerinden, peygamberleri
haksız yere öldürmelerinden ve “kalplerimiz muhafazalıdır” demelerinden dolayı
(başlarına türlü belâlar verdik. Onların kalpleri muhafazalı değildir), tam
aksine inkârları sebebiyle Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Artık onlar
inanmazlar.30
156-157. Bir de
inkârlarından ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah’ın
peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini
mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi
gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler.
O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak
öldürmediler.
158. Fakat Allah onu
kendisine yükseltmiştir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
159. Kitab ehlinden hiç
kimse yoktur ki ölümünden önce, ona (İsa’ya) iman edecek olmasın. Kıyamet günü,
o (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır.31
Not.1 Âl-i
İmrân 55, Nisâ 159: Kuran’a göre Hz. İsa
tanrı tarafından alınıp göklere götürülmüş. Mısır’da İsis’in eşi Osiris
bir daha hayat buluyor ve son olarak göklere çıkıyor (yani hikâye eskilere
dayanır). Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.25).
160-161. Yahudilerin
yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, kendilerine
yasaklanmış olduğu hâlde faiz almaları, insanların mallarını haksız yere
yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri
onlara haram kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.
Not.1 En’am
146, Nahl 118, Bakara 275, Al-i İmran 93, Nisa 160-161: Sümer kanunlarında (örneğin Ammi Şaduga fermanında), faiz konusu Kur’an gibi sadece vaz’u
nasihatle geliştirilmemiş; tersine, faizcilik yapanlara uygulanması gereken cezadan da söz edilmiştir. Faizciliğin cezası Orta Asur kanunlarında da ağırdı. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.29-30).
Not.2 Rûm
Suresi 39, Bakara 275-276, 278-279, Âl-i İmrân 130, Nisa 29, 161:
Faizin haram olduğuna ilişkin Kur’an’da yer alan önemli
cümleler hemen hemen bunlardır.
Not.3 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: En'am
146, Al-i İmran 50, Nisa 160:
Kur’an’da, Tevrat’ta geçtiği öne sürülen
nasih-mensuh konusunda bir örnek verelim.
Nisa
160 ve En'am 146’da görüldüğü gibi tanrı, normalde helal sayılan bazı şeyleri, ceza olarak Yahudilere yasak
ettiğini söylüyor. Bunun
üzerine Hz. İsa peygamberlik iddiasında bulununca, “Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı
olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim”
diyor (Al-i İmran 50).
Haram kılınan şeylerden kasıt, Nisa 160 ve En'am 146’da sözü
edilen yasaklardır. O yüzden “onları
tekrardan size helal kılacağım” deniliyor.
Bu önceki dinlerle ilgili değişiklik (nasih-mensuh) örneğidir.
Tanrı Yahudilere, normalde
helal olan bazı şeyleri yasaklarken, gerekçesini de gösteriyor:
Onların yaptıkları zulüm, faiz, haksız yere başkalarının malını
yemek... gibi.
Peki, bu gibi cezaları ve hatta çok daha ağırını bugünkü İslami
yönetimler hak etmemişler mi ki, bunlara seyirci kalınıyor?
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.244-245).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
162. Fakat onlardan
ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden önce
indirilene iman ederler. O namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve ahiret
gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.
Not.1 KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
Taha 63, Nisa 162,
Münâfikûn 10, Maide 69: Yazım konusunda da Kur’an’da yanlışlar var diye Ayşe’nin itirazları vardı. Kendisi üç
ayet (Taha 63, Nisa 162, Maide 69) hakkında şu açıklamayı yapıyor: “Aslında
bunlar yazım hatalarıdır. Komisyon Kur’an hazırlarken yanlış yazmıştır” diyor.
Ayşe aynı zamanda Münafikun
10’u da komisyon tarafından yanlış yazılanlardan sayıyordu.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.197).
Sonuç: İşte
nüshalar arasındaki fark böylece hem
fazla, hem de herkes “benimki
doğrudur” deyince, halife
Osman olaya el koyuyor ve yeni
bir nüsha ortaya çıkarıp kalanları
imha ediyor.
(pdf-s.132).
İmam Malik’e göre Osman’dan kalma olduğu iddia edilen ve şu an mevcut bulunan Kur’an da orijinal
değildir; zamanla değişime
uğramıştır.
(pdf-s.200).
ayrıca; KUR’AN’DA EKSİK ya da FAZLA AYETLER,
FARKLI KUR’AN NÜSHALARI ve FARKLI NÜSHALARIN İMHASI:
için bkz. (Hicr 9, Not.3) ve İLGİLİ HADİSLER için bkz. (Hicr 9, Not.4)
ayrıca; ZALİM HACCAC’IN KUR’AN’DA YAPTIĞI
DEĞİŞİKLİKLER: için bkz. Tekvir 24, Şuara 116, 167, Yunus 22, Yusuf
45, Zuhruf 32, Mü’minun 85-86, 89, Bakara 259, Muhammed 15, Maide 48, Hadid 7.
ayrıca; Konuyla
ilgili bu bilgiler Süyuti
Kaynaklarında da vardır. Süyuti’den
derlenen 40 benzer not için...
bkz.
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an
(Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.219-232).
163. Biz, Nûh’a ve
ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.
İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a,
Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.32
Not.1 Sâd 41-44, En’âm 84, Enbiyâ 83-94, Nisâ 163:
Tevrat’tan alınan ve tüm dinlere geçmiş “Eyüp
Peygamberin sabrı” hikâyesi de çok
tanrılı Sumerlerden gelmedir. Hikâyenin ana fikri; insanın felaketlere
uğradığı zaman, bunu yapan Tanrıya lanetler saçacağı yerde, onu yücelterek, ona
yalvarıp yakararak kalbini yumuşatıp, bu felaketlerden kurtulabileceğidir.
Sumer’de yalvarılan Tanrı, insanın kendi Tanrısıdır. O, Tanrılar meclisine bu
duaları götürerek iyi sonuç alıyor.
bkz. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni, (pdf-s.56-61).
Not.2 “APAÇIK ARAPÇA” KUR’AN’DA YABANCI KELİMELER:
Meryem 97, Taha 113, Şuara
193-195, 198-199, Yusuf 2, En’am 92, Zümer 28, Fussilet 3, 44, Şura 7, Zuhruf
2-3, Duhan 58, Ahkaf 12, Nahl 103, İbrahim 4, Rad 37: Bu ayetlerde (16 yerde)
Kur’an;
“Biz Kur’an’ı iyice anlayasınız diye apaçık Arapça indirdik”
diyor. Bir yerde;
“Arapça bilmeyene indirseydik, yine inanmazdı” diyor!
(Şuara 198-199). Bir yerde;
“‘Kur’an’ı bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz, o
kimsenin dili yabancıdır” diyor (Nahl 103).
Oysa; bu
ayet dahil beş yerde (A’raf 160, Bakara, 136, 140, Al-i İmran 84, Nisa 163)
geçen (Arapçasında);
“ESBAT” kelimesi
Arapça değildir.
İbranice’dir ve “kabileler-aşiretler, gruplar, aileler” demektir (Arapça karşılığı
bulunmasına rağmen başka dilden alınmıştır. Çünkü kaynak o dilde anlatılan/yazılan hikâyedir).
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.272).
164. Daha önce
kıssalarını sana anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız (nice)
peygamberler de gönderdik. Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu.
165. Müjdeleyiciler ve
uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların
Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
166. Fakat Allah, sana
indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de buna
şahitlik eder. Şahit olarak Allah yeter.
167. Şüphesiz inkâr
edenler, insanları Allah yolundan alıkoyanlar derin bir sapıklığa düşmüşlerdir.
168. Şüphesiz inkâr
edenler ve zulmedenler (var ya), Allah onları asla bağışlayacak ve doğru yola
iletecek değildir.
169. (Allah onları)
ancak içinde ebedî kalacakları cehennemin yoluna iletir. Bu ise Allah’a çok
kolaydır.
170. Ey insanlar!
Peygamber size Rabbinizden hakkı (gerçeği) getirdi. O hâlde, kendi iyiliğiniz
için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerdeki her şey, yerdeki her
şey Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
171. Ey Kitab ehli!
Dininizde sınırları aşmayın ve Allah hakkında ancak hakkı söyleyin. Meryem oğlu
İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle onda var
ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve peygamberlerine
iman edin, “(Allah) üçtür” demeyin.33 Kendi iyiliğiniz için buna son
verin. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan uzaktır.
Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.
172. Mesih de, Allah’a
yakın melekler de, Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim Allah’a kulluk
etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, onların hepsini huzuruna
toplayacaktır.
173. İman edip salih
ameller işleyenlere gelince, (Allah) onların mükâfatlarını eksiksiz ödeyecek ve
lütfundan onlara daha da fazlasını verecektir. Allah’a kulluk etmekten
çekinenlere ve büyüklük taslayanlara gelince; (Allah) onları elem dolu bir
azaba uğratacaktır ve onlar kendilerine Allah’tan başka bir dost ve yardımcı da
bulamayacaklardır.
174. Ey insanlar! Size
Rabbinizden kesin bir delil (Hz. Muhammed) geldi ve size apaçık bir nur
(Kur’an) indirdik.
175. Allah’a iman edip
ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa
kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.
176. Senden fetva
istiyorlar. De ki: “Allah, size “kelâle” (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası
hakkında hükmünü açıklıyor: Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi
bulunursa, bıraktığı malın yarısı onundur. Eğer kız kardeşi ölür ve çocuğu da
bulunmazsa, erkek kardeş ona varis olur. Eğer kız kardeşler iki iseler, (erkek
kardeşin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kardeşler erkekli kızlı
iseler, o zaman (bir) erkeğe, iki kızın hissesi kadar (pay) vardır.
Sapmayasınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla
bilendir.
Not.1 Nisa
11, 176: Kuran’da kız çocuğa
verasetten ayrılan payın erkek çocuğunkinin 1/2’si nispetinde olması hükmü de
eskilere dayanır. Hatta Muhammed henüz peygamber olmadan bir kısım Arap kabileleri bunu uygulardı. İslamî
kaynaklarda belirtildiğine göre bunu ilk ortaya çıkaran “Zül’mecasid’el
Yeşküri’dir”. Sümerlerde, baba kızına çeyiz vermek zorundaydı; aksi halde
öldüğünde erkek çocuğun payı kadar olmazsa da malından belli bir hisse kızına
verilirdi. Hatta bugün hala bazı
bölgelerde geçerli olan başlık parası Sümerlerden kalma ve Hammurabi’nin
kanunlarında birkaç yerde de işlenmiştir. (Hammurabi K. md. 178-185)
Muhammed’den önce bazı Arap kabileleri de kız çocuğa verasetten erkek payının
1/2’si nispetinde hisse verirlerdi. Muhammed bunu da kendi Kuran’ında resmi
hale getirdi. Kaynak: Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal Kitaplar ve
Dinler, (pdf-s.30-31).
Not.2 Nisa
11, 20, 176: Kuran’a göre evlenen bir kadına evlilik esnasında kocası
tarafından verilmesi gereken mehir
ücreti ne kadar olursa olsun boşandığı an kocası ona vermeli (Nisa
20).
Kadınlar
için benzer haklar Sümer kanunlarında da vardı. Hatta Sümerlerde boşanan bir
kadının küçük çocukları olsaydı, kocasının tüm malının 1/2’si ona verilir,
kadın bununla çocuklara bakardı. Kadının,
verasetten erkeğin yarısı kadar pay alma
hadisesi Kuran’ın meşhur bir hükmüdür. Sümerlerde ise baba kendi kızına çeyiz
ve düğün masrafları vermek zorundaydı (H. Kanunları, md. 137, 166,182–184; Nisa
11, 176). Ölen bir babanın evlenmeyen
bir kızı olsaydı, erkek payının 1/3’ü kadar ona mal verilirdi.
bkz. Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a
Kutsal Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.128-129)
Not.3 Nisa
176: Ömer anlatıyor: “Çok
isterdim ki Muhammed, Kelale’nin (ölüp de arkasında anne babası ve çocukları
olmayan kişi) malının kime verileceği hakkında, verasette dedenin alacağı pay
ile faizin çeşitleri hakkında (bu üç konuda) bize bilgi versin. Hatta bu
konularda çok bilgi istediğim halde, cevap alamadım. Bu sorularım üzerine, Muhammed elini göğsümün üzerine
bırakarak bana, ‘Nisâ Suresinin son
ayeti olan 176. ayet sana yetmez mi?’
cevabını veriyordu.”
Aslında bu konuda fazla
kaynak belirtmeye gerek yoktur. Çünkü ilgili ayetin hemen başında, “Ey
Muhammed! Senden ‘Kelale’ hakkında fetva isterler...” deniyor ve bu konuda bir
soru soranın olduğunu Kur’an zaten yazıyor. Kur’an’da sadece Ömer’in ismi yoktur.
Halbuki bu ayette ‘Kelale”den
başka bir şey geçmiyor. Oysa, Ömer üç soru sormuştu. Hele bunlardan en önemlisi olan faizin detayıyla
ilgili ne bu ayette, ne de Kur’an’ın diğer ayetlerinde herhangi bir açıklama
bulunmamaktadır. Kur’an, sadece faiz-riba yemeyin şeklinde detaysız bir
yasaktan söz ediyor. Oysa çözüm üretmeden
sadece faiz haramdır demekle iş bitmiyor.
Yani Ömer burada gayet
haklı. Görüldüğü gibi, Ömer’in ısrarına rağmen cevabı zor olan sosyal boyutlu konularda ayet inmiyor. bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.143). Ayrıca bazı ayetlerin Ömer’in arzusu ya da görüşü doğrultusunda indiğine
(oluşturulduğuna) ilişkin İslami
Kaynaklar Arif Tekin’in kitabında verilmektedir. (pdf-s.55-56).
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. Buradaki “ondan”
ifadesi “onun türünden” şeklinde de anlaşılabilir.
2. Bu âyette yer alan
“nikâhlayın” emri, gereklilik anlamı değil, ruhsat ve cevaz anlamı
taşımaktadır. Bu itibarla İslâm dininde çok evlilik kural değil, gerektiğinde
başvurulacak istisnaî bir durumdur.
3. Bu âyette,
yetimlerin mallarını ellerinde bulunduran velilere hitab ediliyor. Âyetteki
“mallarınız” ifadesi ile, yetimlere ait olup velilerin elinde bulunan mallar
kast edilmektedir. Ayrıca harcamalarda meşru ölçüler içinde akıllıca
davranılmasına da işaret edilmektedir.
4. Âyette, aynı
konumdaki iki kız çocuğunun hissesi açıkça ifade edilmemişse de; bunlar da,
ikiden fazla olanlar gibi, üçte iki hisse alırlar.
5. Burada sözü edilen
kardeşler ana bir kardeşlerdir. Bunlar, İslâm hukukunda “evlâd-ı Ümm” diye
anılırlar. Bunlar varis oldukları takdirde, kendi aralarında erkek kadın farkı
gözetilmez. Ana baba bir kardeşler ise varis olduklarında, kendi aralarında
“erkeğe iki, kıza bir” olmak üzere pay alırlar. (Ana baba bir kardeşlerin
durumu için bakınız: Nisâ sûresi, âyet,176)
6. Bu âyetin genel
ifadesinde, kendilerine vasiyet edilecek kimseler ile vasiyetin miktarında bir
sınırlama yoktur. Ancak Hz.Peygamber, âyetin bu genel ifadesini, hem vasiyet
edilecek kimseler açısından, hem de vasiyetin miktarı açısından sınırlandırmış;
varislere vasiyet yapılamayacağını ve vasiyetin terikenin üçte birini
aşamayacağını belirtmiştir. Böylece varisin vasiyet yoluyla zarara uğraması
önlenmiş olmaktadır.
7. Zina suçu için
belirlenen ve İslâm’ın ilk dönemlerinde yürürlükte olan bu evlerde alıkoyma
cezası, daha sonra, 16. âyetle kınama ve azarlama cezasına çevirilmiş, nihayet
bu hüküm de Nûr sûresinin ikinci âyetiyle değiştirilmiştir. Bazı müfessirler,
15. âyetin kadının kadınla cinsel ilişkisi şeklindeki fuhuş (sevicilik); 16.
âyetin ise erkeğin erkekle cinsel ilişkisi şeklindeki fuhuş hakkında olduğu
kanaatindedirler.
8. İslâm’dan önce
Araplar arasında kişi, kocası ölen dul kadına mal gibi varis olurdu. Kadın,
mal, eşya gibi rızasına bakılmaksızın alınıp satılırdı. Âyet, bu haksız
tasarrufu yasaklayıp kadına lâyık olduğu hakkı ve hürriyeti teslim etmiştir.
9. Evlilik esnasında,
erkek evleneceği kadına mehir adıyla bir miktar para ya da mal verir. Mehir
kadının hakkı, onun özel malıdır. Boşanma hâlinde, bu malın geri alınmaması bu
âyette emrediliyor.
10. Âyetin bu
cümlesinde, geçmişte yapılan bu tür çirkin uygulamaların affedildiği
vurgulanmaktadır. Ancak âyetin hükmü gereği, yasak kapsamına giren mevcut
evliliklere de son verilmesi gerekmiyordu.
11. “Yeminlerin
bağladığı kimseler” ifadesiyle kastedilen, “velâ akti” yoluyla mirasçı
olanlardır. Velâ akti, nesebi belli olmayan, varisi bulunmayan bir kimsenin,
ikinci bir şahsa “Ben ölürsem varisim ol. Diyet gerektirecek bir suç işlemem
hâlinde de, diyetimi sen öde” demesi ve onun da bu istekleri kabul etmesiyle
gerçekleşen akittir.
12. “Koruyup kollayıcı”
diye tercüme edilen ifadenin âyet metnindeki aslı “kavvâm”kelimesidir.
Erkeklere, koruyup kollama görevinin verilmiş olması, iki cins arasında bir
eşitsizlik gözetilmiş olmasından değil; erkeklerin güç, kuvvet ve fizikî oluşum
bakımından farklı bir yapıya sahip bulunmalarındandır. Bu durum kadını erkekten
aşağı bir konuma düşürmez. Buna karşılık erkeklere, ailenin geçimini ve
yönetimini sağlamak gibi ağır bir sorumluluk yükler.
13. Burada “gayb”,
eşinden uzakta bulunan erkeğin namusu, malı ve her türlü hakkı anlamındadır.
14. Mü’minler için en
güzel örnek Hz. Muhammed Aleyhisselâmdır. Bu âyet-i kerimeyi en iyi anlayan da
şüphesiz ki odur. Kesin olarak biliyoruz ki o ömründe bir defa olsun elini
kaldırıp bir kadına vurmamıştır. “Kadınlarını dövenleriniz iyileriniz değildir”
buyuran da odur, “İçinizden biri, karısını köle döver gibi dövüp sonra da gece
onunla yatabilir mi?” diyerek karı koca ilişkilerinin sevgiye dayanması
gerektiğine dikkat çeken de odur. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz Veda
Hutbesi’nde, çok can alıcı konulara temas etmiştir. Bu hutbesinde kadınların
haklarının gözetilmesini ve bu konuda Allah’tan korkulmasını özellikle
vurgulamıştır. Kadının, evlilik sorumluluklarını yerine getirmemek, kocanın
haklarını ihlal etmek, onun şahsiyet ve vakarını zedeleyici tavırlar sergilemek
veya iffet ve namusunu tehlikeye sürükleyebilecek durumlara meyletmek gibi
olumsuz davranışlara girmesi hâlinde, aile yuvasının devamını sağlamaktan
birinci derecede sorumlu olan kocanın, içine düştüğü mecburiyetten dolayı bazı
tedbirlere başvurması tabiidir. Bu tedbirler, zaman, mekân ve sosyal şartlara
göre farklılık gösterebilir. Âyette son seçenek olarak zikredilen darp meselesi
de çok istisnaî bir tedbirdir. Böyle bir tedbirin fayda getirmeyeceği, tam
tersine zarar getireceği bilinen durumlarda, İslâm bilginleri, kesinlikle bu
seçeneğe başvurulmaması konusunda ittifak hâlindedirler.
15. Bakara sûresinin
104. âyeti ile ilgili olarak da açıklandığı gibi, “Râ’inâ” Arap dilinde “Bizi
gözet”, “Bize bak” demektir. Yahudiler, bu kelimeyi İbrânice’de hakaret ifade
eden bir anlama; bir başka yoruma göre ise, peygamberimize hitaben “Çobanımız”
anlamına gelecek şekilde hakaret kastederek “Râ’înâ” şeklinde söylüyorlardı.
16. Konu ile ilgili
olarak ayrıca Bakara sûresinin 104. âyetine bakınız.
17. “Cumartesi halkı”
ifadesi ile, Hz. Mûsâ’nın dinine göre, cumartesi günü ile ilgili bazı yasakları
çiğneyenler kastedilmektedir. Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Bakara
sûresi, âyet, 65; Nisâ sûresi, âyet, 154; A’râf sûresi, âyet, 163-166; Nahl
sûresi, âyet, 124.
18. “Cibt”, put,
sihirbaz, kâhin, Allah’ın haram kıldığı her şey ve Allah’tan başka tapılan her
şey demektir. “Tâğût” ise sözlük anlamıyla haddi aşan demektir. Kur’an’da
kullanıldığı şekliyle kelime, “şeytan”, “nefis”, “putlar”, “sihirbaz” gibi
çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Kısaca cibt ve tâğût, insanları azdıran,
saptıran şeylerin hepsini ifade eder. (Tâğût için ayrıca bakınız: Bakara
sûresi, âyet, 256-257; Nisâ sûresi, âyet, 60,76; Mâide sûresi, âyet, 60; Nahl
sûresi, âyet, 36; Zümer sûresi, âyet, 17.)
19. Âyeti kerimede geçen
“insanlar”dan maksat, Hz. Muhammed; ona verilen “şey” ise peygamberliktir.
20. Allah ve Resûlüne
arz etmekten maksat, meselelerin Kur’an ve Sünnete göre çözüme kavuşturulmasıdır.
21. Münafıklardan biri,
bir yahudi ile anlaşmazlığa düşmüştü. Anlaşmazlığın çözümü için yahudi,
Peygamberimize başvurmayı teklif etti, münafık ise bunu kabul etmedi. Münafık,
şiirleriyle Hz.Peygamberi kötüleyen Ka’b b. el-Eşref’i hakem yapmayı önerdi.
Sahabilerden İbni Abbas’ın ifadesine göre, âyette zikredilen “Tâğût” ile
kastedilen işte bu Ka’b’dır. Bu şahsın, Cüheyne, ya da Eslem Kabilesinden bir
kâhin olduğu yorumunda bulunanlar da vardır. (Tâğût’un diğer anlamları ile
ilgili olarak Nisâ sûresi, 51. âyetinin dipnotuna bakınız.)
22. Tâğût: Şeytan,
nefis, put, sihirbaz.. gibi insanları azdıran, saptıran her şeyi ifade eder.
(Bakınız: Bakara sûresi, âyet, 256-257; Nisâ sûresi, âyet, 51,60,76; Mâide
sûresi, âyet, 60; Nahl sûresi, âyet, 36; Zümer sûresi, âyet, 17.)
23. Münafıklar, İslâm
toplumunu dağıtmak için akla hayale gelmedik hile ve desiselere başvurdular.
Hz.Peygamberin huzurunda, “Tamam, kabul, baş üstüne” dedikleri hâlde, kendi
başlarına kalınca gizli plânlar ve tuzaklar hazırlıyorlardı. Allah, onların
bütün tuzaklarını boşa çıkarmıştır.
24. Bu âyette, hicret
emrinin gelmesi üzerine, mü’minlerle birlikte hicret etmeyip Mekke’de
müşriklerle beraber kalan, onlarla içli dışlı olan bazı müslümanlar
kınanmaktadır.
25. Bu âyette, Medine’ye
hicret edildiğinde, hicret edemeyerek, Mekke’de müşriklerin baskısına maruz
kalan müslümanlar söz konusu edilmektedir.
26. Bu âyette geçen
“namazın kısaltılması” ifadesini İslâm bilginleri başlıca iki şekilde
yorumlamışlardır. Bir görüşe göre namazın kısaltılması, dört rekatlı namazların
yolculuk sebebi ile iki rekat olarak kılınması demektir. Diğer görüşe göre ise,
âyette yolculuk hâli söz konusu olduğundan dört rekatlı namazlar zaten iki
rekat olarak kılınacaktır. Burada kastedilen kısaltma, düşman korkusundan
dolayı uygulanacak yeni bir kısaltmadır. Bu da seferde zaten iki rekat olarak
kılınacak namazların, düşman tehlikesinin derecesine göre bazen yürüyerek,
bazen de ima ile kılınması ile gerçekleşir. 102. âyette düşman karşısında
durumun izin vermesi hâlinde, namazı kısaltmanın, cemaatle birlikte
uygulanabilecek özel bir şekli anlatılmaktadır.
27. Bu durumda imam iki
rekat kılmış olmakta ve namazı tamamlanmış bulunmaktadır. Birer rekat kılmış
bulunan her iki grup da yine nöbetleşe olarak kalan birer rekatlarını kılıp
namazlarını tek başlarına tamamlarlar. Ancak birinci grup tamamlayacağı rekatı
kıraatsız olarak, ikinci grup ise kıraatte bulunarak kılar.
28. Âyetteki
“dişiler”den maksat, müşrik Arapların; genellikle “dişi” (ünsâ) diye
adlandırdıkları, Lât, Uzzâ, Menât gibi putlarıdır.
29. Allah’ın
yarattığının değiştirilmesi, hem maddî alanda, hem de fıtrat alanında
gerçekleşebilir. Zamanımızda yeryüzünde doğal dengeyi bozucu her türlü
girişimi, bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.
30. Âyetin son cümlesi,
“onların pek azı inanır” veya “onlar pek az inanırlar” şeklinde de tercüme
edilebilir.
31. Allah, Peygamberi
İsa’yı yahudilerden korumuş, onu öldürmelerine imkân vermemiştir. Bu kesindir.
Onu kendi katına kaldırmış bulunduğu da şüphesizdir. Ancak bunun şekli ve
zamanı üzerinde farklı açıklamalar ve anlayışlar vardır.
32. Vahiy, Allah’ın
Peygamberlerine dilediğini söylemesi ve bildirmesi için seçtiği özel iletişim
yoludur. Vahy, melek aracılığı ile olduğu gibi aracısız da olabilir. Vahye
mazhar olan peygamber, kendisinde, Allah’tan olduğundan asla şüphe etmediği bir
bilgi ve aydınlanma bulur. Vahiy, insanlık için en doğru, en sağlam bilgi
kaynağıdır. Kur’an; vahyin, el değmemiş, eşsiz, benzersiz son ve tek örneğidir.
Âyetteki “torunlardan” maksat, Yakub Peygamberin çocukları ve torunlarıdır.
33. Hıristiyanlar,
Allah’ın “baba”, “oğul” ve “ruhu’l-kudüs” gibi üç unsurdan oluştuğuna
inanmaktadırlar.
MUHAMMED (KITÂL) | SAVAŞ (CİHAD)
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |