104- MÜNAKAŞA ETMEK (TARTIŞMAK) |
MÜCÂDELE (Kitap Sırası-58)
Şefkatle
merhamet eden Allah’ın adıyla.
1. Allah, kocası
hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü
işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz
Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
2. İçinizden
kadınlarına zıhar1 yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları
değildir. Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz
onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar.
Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
3. Kadınlarından
zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle
birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler. İşte bu hüküm ile
size öğüt veriliyor. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Not.1 Beled
13, Ahzab 37, Nisa 92, Mücadele 3, 4, Maide 89: Bugün İslamda var olan köleyi azat etme geleneği bile, öteden beri var olan bir uygulamaydı.
Muhammed buna da karışmayıp, olduğu gibi onayladı (Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No: 705-709). bkz.
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.32).
Not.2 KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13,
İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3,
Mâide 89, Tevbe 60:
İslam inancına göre Allah’a inanan bir insana kul
anlamına gelen “abd” denir.
Büyük
diye düşünülen Allah,
acaba niçin kabul ediyor ki onun
bir kısım kulları başka kullarını kendine
köle-abd olarak kullansınlar?
Kabul etmek şöyle dursun, üstelik Tanrı, bir kısım insanın diğer bir kısım insanı kendine köle yapması için
kendi ayetleriyle bu işi organize
edip bu konuda fetva veriyor.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.291-292).
Not.3 KUR’AN’DA KÖLE: Nisâ 92,
Mücâdele 3:
Bu ayetlerde kölenin lehine
bazı şeyler öne sürülmüştür. Fakat köleliği
yasaklayan, onu ortadan
kaldıran bir ayeti Kur’an’da bulmak mümkün değildir.
Kur’an’ın aldığı bazı kararlar,
kölenin lehine görünse bile bunlar yeni olan icatlar değildir. Nitekim daha
önce ifade edildiği gibi, Hakim bin
Hizam adındaki şahıs tek başına kendi imkânlarıyla yüz tane köle azat etmişti ki,
o zaman henüz Muhammed peygamberlik davasında bulunmamıştı.
Eğer Kur’an’ın arkasında Allah olsaydı, ona düşen, onlar
hakkında böyle ufak tefek kararlar almak değil; onları tamamen esaret zincirinden kurtarmak olması gerekirdi.
Ama maalesef Kur’an’ın
köleliği ortadan kaldırdığına ilişkin hiçbir işaret mevcut değildir.
Hatta diyebiliriz ki, kişinin
işlediği bazı günahlardan kurtulabilmesi için Kur’an’da belirlenen köleyi azat etme formülü, köleliği daha da cazip hale getirmeyi,
kurumlaştırmayı teşvik etmiştir.
Mesela bir insan, “Mademki büyük günahlardan kurtulmak için köle
azat etmek iyi bir şeydir, o halde kölelik kurumu her an devam etsin
ki, bu tür günahları işlediğimiz
zaman hemen bir köle azat edelim de bu suçtan bir an evvel kurtulalım”
şeklinde bir yorumda bulunabilir.
bkz. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.292-293).
Konu.1 KUR’AN’DA KÖLE: Beled 11-13,
İnsan 8, Bakara 177-178, 221, Ahzâb 26-27, Nisâ 92, Muhammed 4, Mücâdele 3,
Mâide 89, Tevbe 60:
(BU
KONU BELED SURESİ’NİN SONUNDA -20. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
4. Kim (köle azat
etme imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ard arda iki ay oruç tutmalıdır.
Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır. Bunlar, Allah’a ve
Resûlüne hakkıyla iman edesiniz, diyedir. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır.
Kâfirler için elem dolu bir azap vardır.
Not.1 Mücadele
1-4: “Hak Verilmez Alınır” İlkesi
Ayetlerin Gelişinde de Geçerlidir
a) Muhammed zamanında eskiden beri
süregelen şöyle bir gelenek vardı: Şayet bir erkek hanımına, “Sen bana annemin sırtı gibisin”
deseydi, o hanım boşanırdı ve ölünceye dek de artık o erkeğe onun nikâhı haram
olurdu. Bu şekil bir boşanmaya “zihar”
denirdi. Bu işi yapan erkeğe “müzahir”, boşanan kadına “müzarerün minha”,
kullanılan ifadeye de “müzaherün biha” denirdi.
b) Muhammed’in peygamberliğinin son
yıllarında Medine’de “Evs bin Samıt”
adında bir kişi, Havle veya Cemile ya
da Huveyle binti Malik ismindeki
hanımını, az önce açıkladığımız “zihar”
yoluyla boşamıştı. Aslında hem erkek hem de hanım bu boşanmayı istemiyordu;
ama her nedense adamın ağzından böyle bir ifade çıkmış ve her ikisinin de
başlarına dert açmıştı.
c) Muhammed “Bu konuda henüz bana vahiy gelmedi, fakat bana kalırsa artık sen
boşanmış sayılırsın” şeklinde yanıt vermişti.
d) Bunun üzerine, kadın duygu yüklü çok iyi bir savunma
yaparak; Muhammed’e, “Ey peygamber, kocam bana karşı bu ifadeyi
kullandı ama, açık bir şekilde ‘Sen boşsun’ demedi. Kaldı ki, ben bu adamla
evlendiğimde gençtim ve çekiciydim; ne zamanki yaşlandım, birçok çocuk sahibi
oldum, o zaman eşim bana karşı, ‘Sen annemin sırtı gibisin’ dedi ve beni sokaklara
terk etti. Benim çocuklarım vardır, onları terk etsem perişan olacaklar;
beraberimde götürsem kendilerine bakamam. Ey Allah’ın Resulü, kurban olayım,
yalvarırım bana bir yol...” tarzında şikâyetini tekrarlıyor.
e) İki-üç sefer bu talebini dile getirip
Muhammed’den olumsuz yanıt alınca, bu sefer Allah’a yöneliyor ve
“Allah’ım, mazeretimi, sıkıntımı sana bildiriyorum; Peygamberine bu konuda
vahiy gönder de kurtulayım” şeklinde duada bulunuyor.
f) Nihayet, kadının bu yalvarışından sonra Mücadele Suresinin ilk dört ayeti -o anda- birden iniveriyor.
g) Bu sureden sonra 9 sure daha inip
-Muhammed’in de ölümü üzerine- Kur’an tamamlanmıştır. Dolayısıyla, neredeyse
tamamlanmak üzere olan Kur’an da, o ana kadar -bu konuyla ilgili- herhangi bir
gelişme yoktu. Fakat kadının mücadelesi sonucu, dört ayet birden iniyor ve
erkeklerin bu tür ifadelerini boşanma olarak kabul etmiyor. Ayrıca, bu geleneği
tamamen yürürlükten de kaldırmıyor. Kur’an’da böyle bir düzenlemenin
yapılmasının iyi mi-kötü mü olduğundan ziyade, bu ayetlerin nasıl indikleri konusu üzerinde durmakta fayda vardır.
Burada hemen aklımıza “Hak verilmez, ancak alınır” veya “Çalışan kazanır”
sözleri geliyor. Bu örneğimizde çok net olarak görülüyor ki, kadının müracaatı sonucu
Cebrail’e yol görünmüş ve sonuçta Allah,
yarım sayfaya yakın Kur’an ayetini birden gönderivermiş.
h) Bu ayetlerin, kadının gayreti
sonucu indiklerini zaten Kur’an da
kabul ediyor. Çünkü, ayetin hemen başında, “Ey Muhammed! Allah, kocası hakkında seninle mücadele eden kadının sözünü
işitmiştir” deniyor. Yani, Kur’an’da sadece kadının adı belirtilmemiştir;
yoksa hadise olduğu gibi yer almaktadır.
i) Bu arada; ayet güya kadına
cevap mahiyetinde gelmiştir. Ama bakıyoruz ki, kadının sorununa yanıt olmaktan
ziyade, Allah’ın övgüsüne daha fazla yer verilmiştir; hem de, edebi üsluba
aykırı bir biçimde. Şöyle ki, “Kocası hakkında seninle tartışan
mücadeleci kadının sözünü gerçekten Allah işitmiştir; Allah ikinizin de
konuşmasını işitir; Allah işitendir” deniyor. Bu temanın burada, bu tekrarlarla
anlatılması gerçekten anlamsızdır.
j) Kaldı ki, bu geleneğin böyle
yarım yamalak şekilde değil de, tamamen ortadan kaldırılması daha adilane bir
karar olurdu. Halbuki, tam tersine,
kadın bu gelenekle daha da ezilmeye mahkûm olmuştur. O halde, bu ayetle kadın koruma altına alınmıştır
sözü, gerçeği yansıtmıyor.
k) Olayın bir diğer önemli tarafı
da şudur ki, mücadele eden kadın, davasında kazandığı gibi, aynı zamanda bu
sureye de damgasını vurmuş oluyor. Zira, kadının hem bu mücadelesinden dolayı,
hem de surede kadının bu olayı anlatılırken, surenin hemen başında mücadele
mastarının (kök) bir türevi olan “tücadilü” fiili geçtiği için, bu 22 ayetten müteşekkil Kur’an
suresine-bölümüne, “Mücâdele” Suresi adı verilmiştir. Demek ki, kadın
mücadele etmeseydi, Allah onun çaresine bakmazdı.
Kaynak: Arif
Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.144-147).
5. Allah’a ve
Resûlüne düşmanlık edenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi
alçaltılacaklardır. Oysa biz apaçık âyetler indirdik. Kâfirler için alçaltıcı bir
azap vardır.
6. Allah’ın onları
hep birden diriltip yaptıklarını kendilerine haber vereceği günü hatırla. Allah
onları sayıp zaptetmiş, onlarsa bunları unutmuşlardır. Allah, her şeye
şahittir.
7. Göklerdeki ve
yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz
ki, dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O olmasın.
Bundan daha az, yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka
onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını Kıyamet günü haber verecektir.
Allah, her şeyi hakkıyla bilir.
8. Gizlice
konuşmaktan menedilip de, menedildikleri şeyi işleyen ve günah, düşmanlık ve
peygambere isyanı konuşanları görmedin mi? Sana geldiklerinde Allah’ın seni
selâmlamadığı selâmla selâmlıyorlar. İçlerinden de, “Söylediklerimizden dolayı
Allah bize azap etse ya!” diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne
kötü varış yeridir orası!2
Not.1 Bu
ayette anlatılmak istenen; Yahudiler Muhammed’in aleyhinde
konuşurlarmış; kendisi buna yasak koyduğu halde yine devam ediyorlarmış.
Hatta onun yanına gelirken normal selam cümlesi olan “Selamün
aleyk” yerine “Sam’un aleyk” yani ölüm
senin üzerine olsun diye hakaret anlamında bir ifade kullanıyorlarmış;
kullanırken de alay maksadıyla “Allah bu söylediklerimize karşı
niye bize azap etmiyor” diyorlarmış da bu yüzden tanrı gerek görüp bu ayeti indirmiştir. Tefsirlere
ve diğer İslami kaynaklara gerek yok; zaten ayetin anlamı bu.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.180-181).
9. Ey iman edenler!
Siz baş başa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, düşmanlık ve peygambere isyanı
konuşmayın. İyilik ve takvayı konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah’a karşı
gelmekten sakının.
10. O kötü fısıltılar
iman edenleri üzmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır. Oysa şeytan,
Allah’ın izni olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar verebilecek değildir. Öyle ise
mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.
Not.1 Sihirbazlıkla
ilgili ayetler: Felak 4, Nas 2,
A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46, Bakara 102, Mücadele 10.
a) Kuran’daki sihirbazlık
hikâyelerinin kökeni Sümerlerdir. Sümerlerde
bir insan başkasını sihirbazlıkla itham
ederse, töhmet altında olan kişi nehre atılır; eğer suyun üstüne çıkarsa,
bu iddia yalandır.” Ur-Nammu kanunlarına göre (md.10) iftiracıya para cezası verilir, Hammurabi kanunlarına göre (md.2) ise
hem iftiracının malı iftira edilene
verilir, hem de iftira eden
kişi idam edilir.
Kuran’da en çarpıcı örnek Bakara 102. ayetidir.
b) Muhammed, “Sihirbazlık yapan
kişiyi bir kılıç darbesiyle öldürün” demiştir. Hatta Muhammed’in
hanımlarından halife Ömer’in kızı Hafsa’ya bir
cariyesi sihir yaptığı için idam edilmiştir.
c) Halife Ömer, Muaviye oğlu Cez’a,
“Kim sihirbazlık yaparsa öldürün”
talimatını verince, sadece bir günde üç sihirbaz öldürülüyor.
Halife Ömer, halife Osman, İbni Ömer, Muhammed’in hanımlarından Hafsa, Cündüb
bin Abdullah, Cündüb bin Kab, Kays bin Sad, Ömer bin Abdülaziz, Ebu Hanife ve
İmam Malik gibileri, “sihirbazın cezası
idamdır” demişlerdir.
d) Muhammed tarafından kendisine cennet
müjdesi verilen 10 kişiden biri olan Sad
bin Ebi Vakkas, Muhammed’in “kim sabahleyin hurmanın bir çeşidi olan
Acve’den yedi tane yese o gün ne büyü,
ne de zehir onda etki yapmaz; yiyen kişi o gün çeşitli
tehlikelerden korunmuş olacak” dediğini aktarıyor. Bu hadis, Diyanet işleri
başkanlığınca tercüme edilen Tecrid-i Sarih’te de geçiyor.
e) Bu konuda şu hadis de çok
önemli: Muhammed, “Arkadaşlar! Dün gece, namazımı bozmak için bir cin bana camide saldırdı.
Onu yakalayıp cami direğine bağlamak istedim; ancak benimle Allah arasında
kalsın dedim ve bağlamaktan vazgeçtim. Eğer bağlasaydım siz sabahleyin
camiye giderken onu bağlı olarak görmüş olurdunuz” diyor.
f) Benzer hadislere
inanılsaydı bugün tıbbın bu aşamaya gelmesi mümkün olabilir
miydi? Neymiş; insan her sabah yedi tane hurma yeseymiş çeşitli
hastalıklardan, belalardan korunmuş olacakmış!
g) Acaba Muhammed neden inandırıcılığı olmayan bu
gibi yöntemlere (zaman zaman) başvuruyordu ki, nedir bunun hikmeti?
Bunun tek bir yanıtı vardır. Muhammed kendi kerametini göstermek için, o zaman
kendilerine inanılan -cin, şeytan gibi- şeyleri bir taktik olarak, etki aracı olarak kullanmıştır; bu
bilinçli bir tercihtir.
h) Olayın masal boyutu bir
yana, kendi içinde çelişkileri vardır; özet
halinde birkaçını sunayım:
i) Bakara 102’de Hz. Süleyman zamanındaki bir hadiseden
söz edilirken, “İnsanlara sihir öğreten
şeytanlar, Allah’ın izni olmadan kimseye zarar veremezler/hiçbir etkileri
olamaz...” diyor.
Yine Mücadele 10’da Allah’ın izni olmadan şeytanlar (değil
ki peygambere) normal bir Müslüman’a bile zarar veremezler diyor. Hatta
Kur’an’ın birçok yerinde (A’raf 117, Taha 69, Şuara 45-46
vd) Musa ile çeşitli sihirbazlar arasında yaşanan mücadelede kendisinin
galip geldiği; karşı tarafınsa mağlup olup ona hiçbir zarar veremediği
belirtiliyor.
j) Muhammed’in, “Sihir malzemesinin atıldığı kuyunun
etrafındaki ağaçların dalları bu malzeme nedeniyle şeytan kafası gibi olmuştu,
bundan dolayı o kuyunun suyu bulanık hale gelmişti” açıklamasının bir
izahı olabilir mi! Acaba Muhammed’in
kendisine inandığı şeytanın kafası nasılmış ki ağaçların dallarını da ona
benzetiyor!
k) İşin ilginç yanı, bu olayın Kur’an’da anlatılmış olmasıdır. Muhammed’in başına gelen bu sihir belası
nedeniyle Kur’an’dan “Felak”
ve “Nas” surelerinin indiği, birçok tefsir, sebeb-i nuzul ve hadis kaynaklarında yazılı. Başka kaynağa gerek yok;
ayet zaten bu olaya değiniyor.
Allah, Felak 4’te “Ey
Muhammed! Düğümlere üfürenlerin (üfürükçülerin) şerrinden Allah’a sığınırım
de!” anlamında Muhammed’e emir veriyor.
Herhalde Kur’an’ın Allah’ı
durup dururken Muhammed’e böyle bir talimat vermez; bunun, konuyla
ilgisi olduğu belli. Muhammed’in sihirden etkilendiğini anlatan Ayşe,
Muhammed’le Medine döneminde evlenmiştir. Onun bu sözlerinden, bu dönemde
de Muhammed’in bu hastalığının (din mantığından hareketle) devam
ettiği ortaya çıkıyor. Hâlbuki bu beladan kurtulabilmesi için bir nevi
reçete gibi gönderilen “Felak”
ve “Nas” sureleri, Mekke döneminde
inmiştir. İşin mantıksal yanı bir tarafa; tarihi olaylar da gösteriyor
ki, inen bu ayetlerin
Muhammed’e şifa oldukları iddiası doğru değildir. Bir de Ayşe,
“Muhammed kendi hanımlarıyla yattığı halde ‘Hayır; yatmadım’ diyordu” hadisini
aktarırken, çok önemli bir ipucu daha veriyor. O da şu: Muhammed’in birden
fazla kadınla evliliği ancak Medine döneminde gerçekleşmiş. Bu
durumda, Mekke’de inen “Felak”
ve “Nas” surelerinin kendisine yarar sağlamadığı çok açık. Sonuç
olarak, olayın akıldan
uzaklığı bir yana; kendi içinde çelişkileri olduğu göz ardı edilmemeli.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.121-127).
11. Ey iman edenler!
Size, “Meclislerde yer açın” denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik
versin. Size, “Kalkın”, denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden
inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah,
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Not.1 KURAN’IN ALLAH’I, İNSANLARIN CEMAATLERDE NASIL
OTURMALARI GEREKTİĞİNİ ANLATIYOR!
Burada ayetin niçin indiğine
ilişkin İslami kaynaklarda farklı sebepler yazılmış; ancak sebep ne olursa
olsun o kadar önemli değil; önemli olan Kur’an
Allah’ının Muhammed tarafından böylesine
ucuz bir olayda kullanılmış olması. Hayati konular
varken tanrının, insanın cemaatlerde nasıl oturması gerektiği konusunda
bilgi vermesi, bunun için ayet
göndermesi, doğrusu çok garip bir şey.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.180).
12. Ey iman edenler!
Peygamber ile baş başa konuşacağınız zaman, baş başa konuşmanızdan önce bir
sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şâyet (sadaka
verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir.
13. Baş başa
konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve
Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve
Resûlüne itaat edin. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
Not.1 Duha
1-3, Kehf 23–24, Mücadele 12-13: Allah, Muhammed’le
Konuşmayı Vergiye Bağlıyor!
a) Mücadele suresi Medine’de ortaya
atılmıştır. Dikkat edilirse Muhammed saltanatını kurduktan sonra kendisiyle
yapılmak istenen görüşmeleri/konuşmaları bile vergiye bağlıyor. Neymiş; böyle
bir yöntemle fakirlere bir kurtuluş yolunu bulmak, onlar için yeni bir gelir
kaynağı sağlamak istemiş. Gerçi bu ayetin Kur’an’a yazılmasının
nedeni sadece fakirlere bir gelir sağlamak değil; bununla birlikte kâfirlerle
müminler arasında bir ölçü olarak düşünülmüş diyenler de var. Yani kişinin
imanı zayıf olsa zaten gelip Muhammed’le parayla konuşmaz gibi yorumlar da
yapılmıştır.
b) Diyelim bir kişi günde defalarca
Muhammed’le görüştü; bu ayete göre her
görüşme için sadaka verirse zaten iflas eder; vermezse Muhammed
tarafından töhmet altında kalır. Doğrusu
çok ilginç bir ekonomik model. Kadı Beydavi gibileri, “Bu ayetin iniş sebeplerinden biri de
Muhammed’den sorulan lüzumsuz soruların önünü kesmektir” diyorlar. Gerçekten bu ayet, bir bakıma
Muhammed’den sorulan zor sorulara karşı bir ambargo niteliğindedir.
Kur’an’dan örnek verelim:
c) Bazı insanlar (özellikle de
Yahudiler) Tevrat’ta yanıtı bulunmayan konularda (örneğin; ruh nedir,
Zul’karneyn kimdir, Ashab-ı Kehf kimlerdir vb) Muhammed’den sorular
sorarlar. Bilmediği konular olduğu için ayet de yazamıyor. Bu nedenle
cemaate, “Yarın yanıtını vereceğim”
diyor. Amacı, zamandan kazanıp bir
yerlerden yanıt bulup da Cebrail vahiy getirdi diyebilmek. Adam
ertesi gün de gelir; fakat yine yanıt veremez.
d) İşin içinden çıkmak için şöyle bir ayet oluşturuyor: “Ey Muhammed, herhangi bir iş için ‘inşallah’/ eğer tanrı dilerse
demeden, yarın onu yapacağım deme.” diyor (Kehf 23–24). Bu
konuda bütün tefsirlere bakılabilir.
e) Burada “İnşallah” ifadesinin kullanılmamasından tanrının duyduğu
rahatsızlık dikkat çekicidir. Tanrı niye
o kadar kendi kimliği peşine düşmüş anlamak zor! Öyleki, bu konuda “Kestiğiniz bir hayvan üzerinde adımı
anmazsanız onun eti haramdır” deyip özel ayet
bile gönderiyor (En’am 121).
Demek ki Kur’an’a göre bir
hayvanın kesiminde ne kadar sağlık kurallarına uyulursa uyulsun tanrı adı
söylenmedi mi yenmemeli/ haramdır.
f) Aynı sorun Kur’an’da bir başka
yerde de yaşanıyor. Muhammed henüz Mekke’de iken her nedense bir ara ayetler indirmiyor. Bunun üzerine bazıları
kendisine, “Bakıyoruz senin şeytanın bu
günlerde seni terk etmiş” diyorlar. Bu
gibi olumsuzluklardan kurtulmak, böylesine bir ezikliği yaşamamak
için Kur’an’a şöyle bir savunma ayeti yazıyor: “Andolsun kuşluk vaktine ve sakinleştiği zaman geceye ki senin rabbin ne
seni terk etti, ne de sana darıldı.” (Duha
1-3)
g) Görüldüğü gibi Mekke’de savunma ayetleri gönderiken,
Medine’de görüşmeleri vergiye bağlıyor!
h) Muhammed bu gibi zor sorular konusunda ya Tevrat’tan, ya da bilen
arkadaşlarından bilgi alırdı. Hatta Tevrat’tan anlamak için Kur’an’ı
hazırlayan komisyonun başkanı Zeyd bin
Sabit’e, Tevrat dili olan İbranice’yi
öğren diyordu (Kur’an’ın Kökeni, s.46). Muhammed’in Zeyd’e İbranice’yi
öğren demesinden maksat, gelen mektupları okumak, onlara yanıt vermek olarak
belirtiliyorsa da bu doğru değildir. Çünkü o günlerde İbranice, çevrede bulunan
önemli devletlerin dili değildi ki buna önem verilsin. Dolayısıyla burada maksat Tevrat’tan bilgi almak
için bu konuda eleman yetiştirmekti.
bkz.
Arif Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.181-183).
ayrıca; benzer
konu için; bkz. Maide 102 (Not.1): Allah,
Muhammed’le Konuşmaya Kota Getiriyor!
Not.2 KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Mücadele
12-13: Burada konu gayet açıktır:
Hz. Muhammed’le görüşme önce sadakaya bağlanıyor, ikinci bir
cümleyle bundan vazgeçiliyor.
bkz. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın
Kökeni -2), (pdf-s.245).
ayrıca: KUR’AN’DA NASİH VE MENSUH: Ala
6-7, İsra 86, Nahl 101, R’ad 39, Bakara 106:
(BU
KONU A’LA SURESİ’NİN SONUNDA -19. ayetten sonra- GENİŞ KAPSAMLI
İŞLENMEKTEDİR)
14. Allah’ın
kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmez misin? Onlar ne
sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.
15. Allah, onlara
çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!
16. Onlar yeminlerini
kalkan yapıp (insanları) Allah’ın dininden alıkoydular. Bunun için onlara
alçaltıcı bir azap vardır.
17. Onların malları
da, evlatları da Allah’a karşı kendilerine bir yarar sağlamayacaktır. Onlar,
cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
18. Allah’ın onları
hep birden dirilteceği, onların da (kendilerini kurtaracak) bir iş üzerinde
olduklarını sanarak size yemin ettikleri gibi Allah’a da yemin edecekleri günü
düşün! İyi bilin ki, onlar yalancıların ta kendileridir.
19. Şeytan onları
hâkimiyeti altına alıp kendilerine Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar
şeytanın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, şeytanın tarafında olanlar ziyana
uğrayanların ta kendileridir.
20. Allah’a ve
peygamberine düşman olanlar var ya, işte onlar en aşağı kimselerin
arasındadırlar.
21. Allah, “Şüphesiz
ben ve peygamberlerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphe yok ki, Allah çok
kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
22. Allah’a ve ahiret
gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi
soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi
beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları
kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve
içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş,
onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır.
İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
Not.1 AKRABAYLA SAVAŞ EMRİ: Tevbe
23, 24, 123, Mücâdele 22:
a) Bedir savaşında Ömer kendi öz dayısı As Bin Hişam’ı öldürmüştü. Hz. Ali, Hz. Hamza
ve Ebu Ubeyde de amcazadeleri
olan Utbe, Şeybe ve Velid b. Utbe’yi öldürmüşlerdi.
Ebu Bekir ise kendi öz oğlu Abdurrahman’ı müşriklerle teke tek savaşsın diye
zorla muharebe meydanına sürüklemişti. Ebu Ubeyde bin Cerrah ise Allah rızası
için kendi babası Abdullah
b. Cerrah’ı Uhud Savaşı’nda öldürmüştü (Allah rızası için
katlettiği babasının adı Abdullah, yani Allah’ın kulu!). Mus’ab bin Umeyr de
Uhud günü kendi öz kardeşi
Ubeyd’i katletmişti.
b) Dikkat edilirse, hemen hemen bu katillerin tümü henüz hayatta iken
Muhammed’den cennet müjdesini alan insanlar.
c) Kur’an’a göre inanç farklılıkları
yüzünden tüm akrabalara karşı düşman
kesilmek dini bir vecibedir (onlara karşı çok şiddetli ve sert olun
deniyor). Eğer inançsızlıktan ötürü insanlar
akrabalarına düşman kesilmiyor, dostluğa
devam ediyorsa zalim ve fasık
olarak nitelendiriliyor (Tevbe
23, 24).
Daha beteri “Ey müminler! Akrabanız olan kâfirlerle
savaşın...” türünden ayetlerle sadece
inanç yüzünden savaş talimatını veriyor! (Tevbe 123).
d) İşte bu seçkin sahabeler çok ağır bir cinayet işlemişlerdi.
Bu cinayetleri işleyen insanlar ne kadar katı yürekli de olsalar, yine de
öldürdükleri akrabalarına mutlaka üzülmüşlerdir. Dolayısıyla, işlenen bu ağır
suçlar karşısında, ne yapıp edip bu insanlara -moral babından- ayet adı
altında bir şeyler gelmeliydi. Nitekim bu
olup bitenler esnasında bir moral ayeti oluşturuluyor. Özetle: “İman edenler her ne kadar yakın akrabaları
da olsalar Allah ve Resulüne düşman olanlarla dost olmazlar. Allah kendi
katından onları bir ruh ile desteklemiştir. Onları içlerinde ebedî kalacakları
cennetlere sokacaktır” (Mücâdele 22).
e) Belirtildiği gibi, işlenen bu
cinayetlerde Ömer yine başroldedir ve sonuçta Kur’an ayeti, her zamanki gibi
burada da onu destekler nitelikte inmiştir.
Kaynak: 1)
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni,
(pdf-s.137-139)
2) Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü,
(pdf-s.118)
İslami
Kaynaklar: Arif Tekin’in kitaplarında.
Not.2 Mücadele
22, Tevbe 23-24, 111, 123: Sümerlerde,
kanunlara karşı gelmek yasaktı. Sümer kanun yapımcıları, kanunlarının
önsözlerinde “Biz bu görevi falanca tanrı/tanrılardan
aldık” dedikten sonra kanunlarının yazımına geçiyorlardı; bitirince
de sonsözde özetle, “Kim her ne şekil
olursa olsun kanunlarımızı kabul etmezse tanrı/ tanrılar onun belasını
versinler” anlamında ifadeler yazarak bedduada bulunuyorlardı (Hammurabi kanunlarında olduğu gibi). Tevrat’ta ise, “Kardeşin,
oğlun, kızın, hanımın, dostun... Eğer seni iğfal edip sana başka bir din/inanç
öneriyorlarsa, onlara uyma. Ayrıca onlara acıma, mutlaka öldür. Önce sen, daha
sonra bütün kavim onu/onları taşlayacaksınız” hükmü vardır. bkz. Arif
Tekin, Sümerlerden İslam’a Kutsal
Kitaplar ve Dinler, (pdf-s.110-111).
DİPNOTLAR (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dipnotları)
1. “Zıhar”, bir
kimsenin eşine, “Sen bana anamın sırtı gibisin”, demek sûretiyle onu kendisine
haram kılması demektir. Cahiliye döneminde zıhar, kadını kocasına ebediyen
haram kılardı. İslâm ise kefaret uygulaması ile bu haramlığın ortadan kalkacağı
hükmünü getirdi. Kefaret uygulamasının nasıl yapılacağı sûrenin 3-4.
âyetlerinde açıklanmaktadır.
2. Yahudilerle
münafıklar kendi aralarında fısıldaşıp müslümanlara bakarak kaş göz işaretleri
yapıyor, onlarla alay ediyorlardı. Hz. Peygamber onların bu davranışını
yasaklamış, ancak onlar bundan vazgeçmemişlerdi. Münafıklar ayrıca Hz.
Peygambere selâm verecekleri zaman “es-Selâmu aleyke” yerine, “Ölüm sana”
anlamına gelen “es-Sâmu aleyke” cümlesini söylüyorlardı. Âyet, onların bu
çirkin davranışlarını kınamaktadır.
HUCURÂT | ODALAR
KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ
1. Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni 2. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2) 3. Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler 4. Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü 5. Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumerdeki Kökeni |